Cumhuriyet davasında yargılanan
gazetemiz İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmenimiz Murat
Sabuncu, Yayın Danışmanımız ve Uluslararası Basın Enstitüsü Yönetim Kurulu
Üyesi Kadri Gürsel, muhabirimiz Ahmet Şık ve muhabese servisi çalışanımız Emre
İper’in tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesine yönelik uluslararası
tepki büyüyor. Birleşmiş Milletler (BM) ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı’nın (AGİT) önceki gün yaptığı ortak basın açıklamasının ardından
“Türkiye’de medyayı nasıl özgürleştiririz?” başlıklı bir konferans veren AGİT
Basın Özgürlüğü Temsilcisi Harlem Desir, gazetecilerin özgürleşmesi için
gösterilen çabanın katlanması gerektiğini vurguladı.
Polonya’nın başkenti Varşova’da
düzenlenen konferansta Ahmet Şık’ın eşi Yonca Şık bir konuşma yaparken tutuklu
arkadaşlarımızın mesajları da okundu. Uluslararası PEN Yazarlar Örgütü ve yine
bir basın özgürlüğü kuruluşu olan Article 19’un AGİT’le birlikte düzenlediği
etkinlikte konuşan AGİT Basın Özgürlüğü Temsilcisi Desir, Silivri Cezaevinde
görülen Cumhuriyet davasına değinerek, beş gazetecinin tahliye edilmemesini
eleştirdi. Desir, “Bu gazeteciler, toplumun haber alma ihtiyacına yanıt
verdiler ama halka açık tartışmalar istemeyen otoriteler tarafından mahkûm
edildiler” dedi. Gazetecilerin özgürleşmesi için gösterilen çabanın katlanması
gerektiğini vurgulayan Desir, bu konuda uluslararası farkındalığı artırmak için
ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Türkiye’ye bir kez daha imzaladığı
uluslararası sözleşmelere uyma çağrısında bulunan Desir, AGİT bölgesinde
tutuklu bulunan gazetecilerin yüzde 90’ının Türkiye’de olduğunu söyledi.
Gazetecilerin en temel haberleşme ve ziyaret haklarından mahrum bırakıldığına
dikkat çeken Desir, uzun tutukluluk süreleri ve hâkim önüne çıkana kadar geçen
uzun sürenin başlı başına bir ceza haline geldiğini vurguladı. Desir
konuşmasını uluslararası topluma Türkiye’de demokrasinin yeniden tesisi için
daha fazla çaba gösterilmesi çağrısında bulunarak sonlandırdı.
Şık: Tek belirleyici AKP
Ahmet Şık’ın gazetecilik hayatı boyunca
daha çok hak odaklı habercilik yaptığını anlatan Yonca Şık ise “Evet, basın ve
ifade özgürlüğü sorunu AKP iktidarı dönemine has değil ama bu dönemin bir farkı
var. Öncesinde ağırlıklı olarak Kürt ve sosyalist basını hedef alan saldırılar
artık merkez medya diye anılan kesimleri de yok etmeye çalışıyor. Düşmanın kim
olacağının tek belirleyicisi AKP’li, daha özele indirgersek Reisçi olanlar ve
olmayanlar diye karşımıza çıkıyor” dedi.
Hukuk devleti değil
Avrupa Birliği’nin 2. Dünya Savaşı’nda
yaşanan olağanüstü barbarlığın tekrar yaşanmaması için kurulduğunu anımsatan
Şık, şöyle devam etti: “İçinde olduğumuz zaman dilimi demokratik teamüllerin,
insan hakları söylem ve pratiklerinin her ülkede aşındığı zamanlar. Bir
taraftan insanın insan olmaktan kaynaklı haklarını demokrasi ve hukuk
çerçevesinde garantilemeye çalışan bir sistemin inşası ile bu sisteme karşı
olanlar arasında yoğun bir mücadele geçiyor. AB’nin birlik iddiasındaki
değerlerden olan evrensel insan hakları, kişi hak ve özgürlükleri ülkelerdeki
demokratik teamüllerin işlemesi ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri konusundaki
iddiasını zayıflatan kararlar aldığını görüyoruz. Bu da Türkiye’dedemokrasi,
insan hakları, fikir özgürlüğü alanlarında mücadele eden kişi, kurum ve sivil
girişimlerin referans alanlarının önünü kapatmaktadır. AİHM’nin Türkiye’de
yargı, yürütme bağımsızmış, iç hukuk yolları açıkmış, bir hukuk devleti varmış
gibi davranması o hukuksuzluğun yeniden üretilmesine neden oluyor. Cumhuriyet
tutukluları için Türkiye hükümetinden ekim ayına kadar savunma istemek demek
onların bir yıl haksız yere tutsak kalmaları demek veya imzacı akademisyenlerde,
Nuriye ve Semih’in başvurularında olduğu gibi başvurularının kabul görmemesi
gibi. Türkiye bir hukuk devleti değildir. Bu artık çok açık! Siyasi nedenlerle
cezaevinde bulunanların birer siyasi rehine olduğunu burada tekrar etmek
istiyorum.”
Asli sorumluluğunuz
AGİT gibi uluslararası örgütlerin en
asli sorumluluğunun üye devletlerin imza attıkları sözleşmeleri uygulamaları
için gerekli girişim ve yaptırımlarda bulunmak olduğunu vurgulayan Şık, “Aynı
zamanda hukukun yürümediği, anti-demokratik kararlarla bir ülkenin yönetilmesi
durumunda dahi, o ülkelerde demokrasi mücadelesi veren kurum, siyasi parti,
platform, girişim ve kişileri desteklemektir. Bu desteğe, antidemokratik
uygulamalara itiraz etmeye, işbirliği ve dayanışmayı geliştirmeye her zamankinden
daha çok ihtiyaç var. Sınırlar insani sorumluluklarımızı görünmez kılamaz. Hâlâ
demokrasiye, eşitliğe, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına inanan, bu uğurda
mücadele eden, riske giren insanlar var ve onları yalnız bırakmamak da sizlerin
asli sorumluluğunuzun bir parçasıdır” dedi.
Değerler zarar gördü
Konferansta konuşan Sınır Tanımayan
Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu da Avrupa Konseyi’nin
Türkiye ile stratejik ilişkilerini tehlikeye atmamak, AİHM’nin de kendini
Anayasa Mahkemesi yerine koymamak kaygısıyla gazetecilerin OHAL altında
tutuklanması, ağır tecrit altında tutulması gibi ihlallere son vermede yetersiz
ve sorumsuz davrandığını vurgulayarak “Eziyeti eleştiren gazeteciler, aileleri
ve sivil toplum çekti fakat Avrupa Konseyi değerleri büyük zarar gördü” dedi.
Murat Sabuncu: Gazetecilik yapmaya devam
MURAT SABUNCU: Her gece penceremin
yanındaki ranzadan gökyüzünü uzun uzun seyrediyorum. Önce penceredeki demir
parmaklıkları aşıyor bakışlarım, ardından bir avuç gökyüzünün bile çelik
tellerle kapatıldığı on adımlık havalandırmadaki kafesi... Denizi düşünüyorum,
papatyaları sonra, uzun ve kocaman sofralarda dostlarla yenilen-yenilecek
yemekleri... Oğlumu, eşimi... Sizleri düşünüyorum. Galiba en büyük heyecanla
sizleri... Yüzlerini göremediğim, adlarını bilmediğim, hiç karşı karşıya
gelmediğim ama bizler için özgürlük mücadelesi veren sizleri... İçim ısınıyor,
yüzüm gülüyor, umut doluyorum... Sadece kendim için değil. Dünyanın neresinde
yaşarsa yaşasın cezaevlerindeki tüm gazeteciler, düşünce tutukluları için
verdiğiniz destekten dolayı size teşekkür ediyorum. Şunu bilmenizi isterim ki;
gazetecilik yaptığı için, düşündüğü için cezaevinde olan bizler, bedeli ne
olursa olsun gazetecilik yapmaya, düşündüklerimizi sansürsüzce söylemeye devam
edeceğiz. Ve eminim özgür günlerde birbirimizle omuz omuza verip dünyada
özgürlüğünü kaybeden, yüzünü görmediğimiz, hiç karşı karşıya gelmediğimiz
gazeteciler için birlikte mücedele edeceğiz.
Kadri Gürsel: Gazetecilik suçlanıyor
KADRİ GÜRSEL: Cumhuriyet gazetesi
davasında “terör örgütüne üye olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek
yardım etmek iddiası” doğrultusunda suçlama konusu yapılan, sadece ve sadece
temel gazetecilik faaliyetidir. Cumhuriyet davasında gazeteciler, iktidarı
rahatsız eden haberleri, köşe yazıları ve attıkları başlıklar nedeniyle
yargılanıyor. Ben de 10 ayı aşkın bir süredir gazetecilik faaliyetim nedeniyle
tutukluyum. Acil isteğim, mesleki faaliyetlerinden dolayı hapiste olan
gazeteciler için özgürlük ve adalettir.
Akın Atalay: Gözdağı verme çabası
AKIN ATALAY: Neden tutukluyuz?
Gazetecilik yapmakta, haberden ödün vermeden kamu yararına yayından ödün
vermemekte direndiğimiz için tutukluyuz. Türkiye’de hukuk ve yargı koruması
çöktüğü için ve yargı tümüyle siyesi iktidara hizmet eden, onun buyruklarını
yerine getiren bir cihaza dönüştüğü için tutukluyuz. Bizim tutukluluğumuz
üzerinden diğer gazeteler ve gazetecilere gözdağı verilmek istendiği için
tutukluyuz. Umuyoruz büyük bir dayanışma ile bizler ve bizim nezdimizde gazetecilik
değerleri, hukuk ve adalet kazanacaktır.
Ahmet Şık: Uzlaşmaz çelişki bitmez
AHMET ŞIK: Sizlere söylemek
istediklerimi birkaç hafta önce yine “terörist olmakla” suçlandığım bir dava
nedeniyle, bir mahkeme salonunda dile getirdim. Tekrar etmek istiyorum:
Gazetecilik faaliyetlerini suçlama konusu yapmak, totaliter rejimlerin ortak
özelliğidir. Tecrübemle biliyorum ki, mesleki faaliyetlerim nedeniyle her
siyasal iktidarın ve her dönemin yargısının “kötüsü-suçlusu” olmayı başardım.
Kızıma bırakacağım bu mirastan gurur duyuyorum. Biliyorum, bu iktidarın da,
yargısının da benimle ilgili sorunları var. Çünkü gazetecilik yapmaya
çalışıyorum. Bugün, Türkiye’de yaygın bir şekilde olduğu gibi siyasal iktidara,
çeşitli güç odaklarına değil hakikatin gücüne sırtımı dayayarak gazetecilik
yapıyorum. Çünkü, Türkiye gibi demokrasiyle sıkı bağlar kuramamış ve giderek
daha da totaliterleşen rejimlerde gazetecilik yapmak çizgiyi aşmak demektir. Ve
gazetecilik hizaya gelerek yapılmaz. Hizaya gelerek yapılanın adına da gazetecilik
denmez. Eğer icazetle yazıp söylersen, onursuzluğun acizliğiyle ezilirsin. Bu
yüzden söyleyeceğim o ki, dün gazeteciydim. Bugün gazeteciyim. Yarın da
gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Yani hakikati boğmak isteyenlerle
aramızdaki bu uzlaşmaz çelişki hiç bitmeyecek.