15 Ağustos 2017 Salı

Umutsuzluğu Örgütlenip Direnerek kovmak..!

Acı çektiğimiz doğrudur; en az acımızı öfkeye dönüştürdüğümüz kadar!
Hayır acılarımız için sadece gözyaşı dökmekle yetinmeyeceğiz; elbette öfkeleneceğiz!
Ümit İlter’in, “yanar kavrulur bedenimiz sevdiklerimiz/ yanar kavrulur/ külümüz kalır geriye rüzgârda savrulur/ sözümüz kalır/ bir de öfkemiz, bir de öfkemiz, bir de öfkemiz/ öfkeliyiz/ kül savrulur, söz kalır, öfke büyür/ büyüyor,” dizelerini düşünerek hüznün bizi teslim almasına göz yummayacağız.
Bizi, var eden öfke dolu acının bizleri daha güçlü kılacağı gün gibi aşikardır.
Mezar başında dökülen gözyaşlarıyla, haykırışlarla sınırlanamayız.
Yüreğimizin başındaki acıları unutup/ unutturmayacağız. “Bir insan acı duyarsa canlıdır. Başkasının acısını duyarsa insandır”; , “Nasıl ki elmas yontulmadan mükemmelleşmezse, insan da acı çekmeden olgunlaşamaz”; “Duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak gerekiyordu,” uyarılarını “es” geçmeyeceğiz!
Unutulmuş şeylerin yenileceği bilinciyle, unutmayacağız/ unutturmayacağız!
Bize reva görülen acıları unutmamak, Onları ölümsüzleştirmektir; Bertolt Brecht’in, “İnsan, ancak onu düşünen hiç kimse kalmadığı zaman gerçekten ölür,” saptamasındaki üzere…
“ Ölümden sonra hiçbir şey yok”, “Nascentes morimur/ Doğumdan itibaren ölüyoruz”, “Buraya kadarmış”, “Hayat işte, bir varmış bir yokmuş” diyenleri ciddiye alamayız, almıyoruz, almayacağız!
Ölümsüzlükün felsefesi bu değil, olamaz da elbet…
Sokrates felsefeyi (yani felsefenin bütününü) “ölüm için hazırlık” olarak tanımlarken; ‘Eşkıya’ filmindeki Baran’ın, “Korkma, sadece toprağa gideceksin... Sonra toprak olacaksın... Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin... Oradan özüne ulaşacaksın... Çiçeğin özüne bir arı konacak... Belki o arı ben olacağım,” sözlerini hatırlayacaksınız.
“Cennete ve cehenneme, hurilere, kaynayan kazanlara” yani ölüme mündemiç hurafelere aldırmayın sakın ola!
Edip Cansever’in, “En büyük limanlara demirlemiş/ En büyük gemiler gibi/ Kımıldamıyor gözbebekleri/ Ölü mü denir şimdi onlara,” dizeleriyle tariflenen ölüm(süzlük) biz devrimciler için “son” denilen yerde yeniden hayata, kavgaya dönme ihtimalidir.
“Nasıl” mı? “Hepimiz bir arada yaşamak zorundayız: canlılar ve ölüler,” deyişindeki üzere…
Biz hep beraber yaşıyoruz: Suruç’takiler, Roboskî’dekiler, 10 Ekim’dekiler ve benzerleri…
O hâlde kim öldü diyebilir Onlara?
Sakın unutmayın biz yani mücadelemiz var olduğu sürece “Ölüm yoktur”.
Böylesi bir ölümsüzlük, tarihimizi oluşturan temel bir dinamiktir. Çünkü Onlar tarihi kanlarıyla sulayarak yeşerttiler.
İşte tam da bunun içindir ki ölümsüzlükle hayat yeşerip, çoğalır; “Yaşamıyor olmak hiç de korkunç bir şey değil; bunu tam anlamıyla kavramış bir insan için hayatta katlanılamayacak hiçbir şey yoktur,” diyen Epikuros’un ifadesindeki üzere…
İnsanın dünyadaki en büyük korkusu, insandır,” diye tarif ettiği tabloda korku hayal gücünü beslerken; kimseye “Eyvallah”ı olmayanın, kimseden de korkusu yoktur.
İnsanlığın en eski ve en güçlü duygusudur korku; en eski ve en güçlü korku da bilinmeyenin korkusudur.
Korkaklar ecelleri gelmeden, her gün ölürler; ölümsüzler için bu bir keredir; çünkü Onlar korkusuz yaşarlar.
Tam da bunun için “Umut, cesaretin yarısıdır, Çalış ve ümit et” ilkesinden hareketle…
Kolay mı?

“Bütün insanların yaşamını gündüz düşleri kateder boydan boya”; ve “Umutsuzluk, kendini bile sevmemektir,” notunu düştükleri umut, gelecekten ödenmek üzere alınmış borçtur. Umutsuzluğu örgütlenip kavgaya katılarak kovalım.