"ölüm ilgilendirmiyor artık seni,
cinayet ilgilendirmiyor
bir dağ yamacında, pınarlar kadar berrak
bir şafakta
köylüler geçiyor zap suyu'ndan ve
tanıyor seni
işçiler geçiyor eyüp'ten, kartal'dan ve
tanıyor seni
ölüm geçiyor atardamarlarından ve
tanıyor seni
kuşların, ağaçların ve toprağın sesini
dinliyorsun
ölüm ilgilendirmiyor artık seni, işkence
ilgilendirmiyor
ışıklar içinde yüzün yüreğinde tarifsiz
bir telaş
sabah, vardiyasız bir dokuma tezgâhında
öğle, bir yürüyüştesin pankartlar
afişlerle dalga dalga
akşam, nöbetini tutuyorsun bir grev
çadırında onurun
rüzgar tanıyor seni, bulut tanıyor
elini uzatıyorsun bir dağ yamacında, bir
kolun kesik...
bir mermi daha sürüyorsun ve basıyorsun
tetiğe
bir dağ yamacında, yüreğinde tarifsiz
bir telaş
ölüm de tükenmiş ölümsüzlük de, kolun
kesik değil ama..."
Bundan tam olarak 42. yıl önce 15 Ağustos 1975'te kanser hastalığından
dolayı kaybetmiş olduğumuz olduğumuz '68 kuşağının öğrenci gençlik
liderlerinden Harun Karadeniz, 1942 yılında Giresun'da yoksul bir köylü çocuğu
olarak dünyaya geldi. 1952 yılında köydeki geçim şartlarının zorluğu nedeniyle
Samsun'a yerleşmeye karar veren Karadeniz'in ailesinin oğlu Harun, liseye
Samsunda başlar .
Komünizmin aslında kötü bir şey olmadığını edebiyat öğretmeninden duyduğu
"Herkesin buzdolabı sahibi olacağı bir düzen" örneğiyle öğreniyor ve
böylece "nasıl herkesin buzdolabı sahibi olabileceğini" araştırmaya
başlıyor. 1962'de İstanbul İTÜ İnşaat Fakültesi'ni kazanan Harun için bu aynı
zamanda değişimin başlangıcı anlamını da taşır.
Üniversitenin ilk yıllarında Harun Karadeniz, sol ve emekten yana
politikayla tanışır. O dönemin de etkisiyle hızla politikleşip eylemlerde yer
aldı. İTÜ İnşaat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanlığı ve İTÜ Talebe Birliği
Yönetim Kurulu üyeliği yapar. Bu dönemde Üniversite’de gazoz yasaklama
eylemleri gerçekleştirildi. Yaşanan süreç ve olaylar Harun’u bambaşka bir
insana dönüştürür, bu dönüşüm sol ve emekten yana bir dönüşüm’dür… Kendisine
“Harun sen sağcı bir gençtin, nasıl ve neler oldu da bu noktaya geldin! Ve
burjuvazi senin hakkında elliye yakın dava açtı ve senin için 150 yılı aşan
hapis cezası istedi, ne nasıl gelişti de bu sonuç çıktı” diye sorulduğunda
Karadeniz, neden ve nasıl sosyalist olduğunun cevabını ise belki de
verilebilecek en sade şekilde yine kendisi veriyordu:
"Ben sadece yurt sorunlarıyla ilgilendim."
Ülkenin sorunlarıyla ilgilenmeye başladığında yaşanan sorunların ve
krizlerin ekonomik kaynaklı olduğunu ve onurlu bir geleceğe ancak sosyalist bir
ekonomiyle ulaşabileceğini savunan Harun, sosyalizme yaklaşmaya başladı ve
Fikir Kulüpleri Federasyonu'na üye oldu. İlerleyen süreçte TİP’le tanıştı.
Dönemin en büyük öğrenci yürüyüşü olan "Özel okullar
devletleştirilmelidir" yürüyüşünde aktif olarak yer aldı ve kampanyasında
etkin rol oynadı. Eğitim sistemindeki reformları gerçekleştirmek için yapılan
üniversite işgallerinden biri olan İTÜ’nün işgalinde öncüler arasında yer aldı.
Grev halinde olan Derby’de işgalin başlamasında işçilerin yanında İTÜ
öğrencileri olarak yer aldılar. O dönem Vietnam’da görev almış Robert W. Kommer
Türkiye’nin Amerikan Büyükelçiliği’ne tayin edildi. Bunun üzerine Türkiye’de
Kommer protestoları başladı. Ankara’da Kommer’in arabasının yakılmasından sonra
İstanbul’da bayrak yakma eylemleri başladı. Bu eylemlerle Kommer’in geri
alınmasını sağladılar. "Onlar Ortak Biz Pazar İşte Siz Ortak Pazar"
sloganıyla montaj sanayi ve ortak pazara hayır kampanyaları düzenlediler. 6.
Filonun protestolarında etkin bir içimde ön saflarda yer aldı. 6. Filo
eylemlerinde yakın arkadaşı Vedat Demircioğlu'nu kaybetti. Eylemden sonra
protestoların hız kazandığı günlerde polis, 16 Temmuz 1968 İTÜ Yurdu’nu basmış
Vedat Demircioğlu’nu odasının penceresinden aşağıya atarak komaya girmesine
neden olmuştu. 8 gün komada kalan Vedat Demircioğlu yaşamını yitirmiş ve bu
olay ’68 kuşağının ilk kaybı ve polis vahşetinin o dönemki ilk katliamı olarak
Türkiye sosyalist hareketi tarihindeki yerini almıştır.
O dönemde, dönemin öğrenci liderleriyle ve yakın arkadaşlarıyla fikir
ayrılığına düşen Harun Karadeniz, gençlik hareketlerinin sınıf hareketinden
bağımsız olamayacağını düşünüyor, öğrenci eylemlerini emekçi kitlelerle
buluşturmak için emek veriyor ve şöyle diyordu:
"Gençliği ülke sorunları ile ilgilenmeyen bir ulusun sonu gelmiş
demektir.
Gençlik olarak biz, ülke sorunları ile ilgilenmeyi görev biliyoruz ve ülke
sorunlarıyla ilgilenip etken olduğumuz ölçüde görevimizi yaptığımıza
inanıyoruz. Çünkü ülkenin geleceği, gençliğin geleceğinden ayrı düşünülemez.
Bugünün öğrencileri yarının meslek adamları olarak ülkemizin bütün
sorunları ile ilgilenmek zorundayız.
Öğrenciliği bitirip meslek hayatına atılacak olan biz mühendisler için iki
yol vardır. Bu yollardan biri, kim için ve ne için üretim yaptığını
düşünmeksizin egemen sınıfların yararına üretim yapmaktır. Kısaca neden ve
niçinini düşünmeksizin bir miktar karşılığında üretim yapmak yani robotlaşmak.
İkinci yol ise kim için ve ne için çalıştığını bilerek emekçi halkın
yararına üretim yapma olanaklarını aramaktır. Bir başka deyişle, ikinci yol
küçük bir azınlığın yararına robotlaşmak değil, büyük çoğunluğun, yani toplumun
yararına çalışarak insanlaşmak yoludur."
12 Mart 1971 yılında Polise taş attığı ve öğrencileri kışkırttığı ,
komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle gözaltına alınmış, TKP ve DEV-GENÇ
davasından yargılanmıştı. Uzun süre yurt dışında tedavi görmesi gerektiğini bildiren
raporlara rağmen cezaevinde tutuldu. Aslında zindanda ölüme terk edildi.
Bu gerçeği Harun'un o günlerde şu satırlarda dile getirid:
"İstanbul'a geldikten sonra öğreniyorum ki, ben içerideyken karım İstanbul Sıkıyönetim Adli Müşaviri Turgut Akan'a çıkmış ve: "Kocamı hangi suçla tutuyorsunuz? Sağlığı iyi değil, hayati tehlike söz konusu. Sağlık kurulları ve klinik raporları bu durumu belirtiyor" demiş. Adli Müşavir'in cevabı ise benim Ankara öykümün içyüzünü açıklamaya yeter de artar bile: "Ölsün istiyoruz" demiş Adli Müşavir. "O eline silah almadı; eğer eline silah alsaydı işini bitirmek çok kolaydı. O bizim için eline silah alanlardan daha tehlikeli ve onun için de ölsün istiyoruz." Bu sözler 1972 yılı sonbaharında söylendi. Şu an yıl 1975 ve aylardan şubat. Benim sağ kolum kesildi ve fakat ölmedim..."
Bu gerçeği Harun'un o günlerde şu satırlarda dile getirid:
"İstanbul'a geldikten sonra öğreniyorum ki, ben içerideyken karım İstanbul Sıkıyönetim Adli Müşaviri Turgut Akan'a çıkmış ve: "Kocamı hangi suçla tutuyorsunuz? Sağlığı iyi değil, hayati tehlike söz konusu. Sağlık kurulları ve klinik raporları bu durumu belirtiyor" demiş. Adli Müşavir'in cevabı ise benim Ankara öykümün içyüzünü açıklamaya yeter de artar bile: "Ölsün istiyoruz" demiş Adli Müşavir. "O eline silah almadı; eğer eline silah alsaydı işini bitirmek çok kolaydı. O bizim için eline silah alanlardan daha tehlikeli ve onun için de ölsün istiyoruz." Bu sözler 1972 yılı sonbaharında söylendi. Şu an yıl 1975 ve aylardan şubat. Benim sağ kolum kesildi ve fakat ölmedim..."
Yurtdışına çıkabilir
izni çıktığında ise artık her şey için çok geçti. İlk önce kolunu kaybeden
Harun Karadeniz, gördüğü kanser tedavisi sonrası 15 Ağustos 1975 günü
İstanbul’da yaşamını yitirdi. Ölümün 42.yılında Harun Karadeniz’in Anısı
kavgamızda yaşayacaktır.