
İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu
tarafından organize edilen “Barış, özgürlük ve adalet” mitingi Bakırköy’de
başladı.
“Barış, özgürlük, adalet; OHAL’e hayır;
KHK’ler iptal edilsin” sloganıyla düzenlenen miting öncesi İncirli Caddesi
üzerinden toplanan kortejler Bakırköy Özgürlük Meydanı’na yürüyüş düzenledi.
KESK İstanbul Şubeleri, “Darbelere,
OHAL’e Hayır, barış hemen şimdi” pankartıyla yürüyüşe katılırken, ihraç edilen
kamu çalışanları da yürüyüş kortejindeydi. İstanbul Tabip Odası “Sağlığa giden
yol barıştan geçer” pankartı, HDK İstanbul İl Meclisi ise “Barış, özgürlük ve
adalet için direnişi birlikte büyütelim” pankartının arkasından yürüdü.
HDP İstanbul İl Örgütü “OHAL’e Hayır,
KHK’lar iptal edilsin” pankartı açarken HDP Milletvekilleri Filiz
Kerestecioglu, Hüda Kaya ve Ertuğrul Kürkçü de kortejde yer alan isimlerdendi.
Yürüyüşün ardından kitle alana girerken,
müzik grupları da sahne almaya başladı.
Alanda toplananlar sık sık, “Barış
işçilerle gelecek”, “Faşizme ölüm halka hürriyet”, “İş, barış, özgürlük”
sloganları attı.
Grup Munzur’un ezgiler seslendirmesi
ardından miting, Kürtçesini HDP İstanbul İl Yöneticisi Xunav Altun ve
Türkçesini EHP İstanbul İl Başkanı Özge Akman’ın okuduğu bildiriyle devam etti.
Ortak bildiride, şu ifadelere yer
verildi:
Savaşın insanlığa faturası ölüm sürgün
acı ve gözyaşı demek. 1939’da Hitler’in Polonya’yı işgal ettiği 1 Eylül gününü
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ‘bir daha bu faturayı ödemeyeceğiz’ diyerek
Dünya Barış Günü ilan eden ezilenler, bugün yeryüzünün şu veya bu yerinde savaş
ya da savaş tehdidi altında yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Petrolü, doğal gaz
ve madenleri, nüfuz alanlarını ele geçirmek veya halkların özgürlük çığlığını
boğmak için devletler silah fabrikalarını tam kapasite çalıştırıyor; o
silahları ateşliyor, her yere üsler kuruyor; kendileri adına savaşacak çetelere
milyon dolarları akıtıp sırtlarını sıvazlıyorlar. Bugün Ortadoğu’da Ortaçağı
diriltmek isteyen silahlı çeteler, arkalarındaki güçlerden de destek alarak
milyonlarca insanı yerinden yurdundan etti, kadınları köle pazarlarında sattı,
binlerce yıllık tarihi eserleri yağmaladı, hesaplanamaz ölçüde can kaybına
sebep oldu. Şimdi Suriye’den Yemen’e, Filistin’den Nijerya’ya kadar uzanan
acılı bir coğrafyanın ortasında yaşıyoruz.
Savaş bizim sadece komşumuz değil.
Halkın büyük bir kesiminin bitsin istediği bir savaş müzakere masaları
devrilerek alevlendirildi. Bunun bedeli de yüzlerce insanın ölümü, seçilmiş
milletvekillerinin ve siyasetçilerin tutuklanması Kürtlerin belediye başkanlarının
görevden alınarak kayyum atanması oldu.
Ülkenin bir yerinde savaş sürerken diğer
bölgelerde yaşayanların barış içinde yaşaması mümkün değildir. Çünkü savaş bir
ülkenin bütünü üzerinde kontrol sağlamak; işçileri, emekçileri, bu ülkede
yaşayan her dinden milliyetten insanları, kadınları ve çocukları itaatkar
yurttaşlar yaratmak için elverişli bir zemin yaratır. İktidar bu zemini gayet
iyi kullanmıştır: Bugün bir biçimde sahip olduğu haklarını kaybetmeyen,
kendisini tehdit altında hissetmeyen, baskı ve yıldırma taktiklerinden dolayı
tedirgin olmayan hiç kimse yoktur. İçeride kendi yurttaşlarına savaş açan,
hiçbir komşusuyla barışık olmayan siyasi iktidar iç politikada kullandığı dil
ve üslupla Avrupa ülkelerine de sataşmakta, onların içişlerine karışmakta, orada
yerleşik Türkiyeli kökenlilere verecekleri oyların rengini bile dikte
etmektedir. Yönetimi sayesinde Türkiye, dünya halklarının gözünde kavgacı,
sürekli didişip duran, geçimsiz ve saldırgan bir ülke haline getirilmiştir.
Bir diktatörlük tesis edilirken savaş ve
çatışmadan güç almayan, iç ve dış düşmanlarını çoğaltmayan hiçbir rejim yoktur.
Devletin, ortadaki pastayı paylaşamayan kesimlerinin çatışmasından çıkan toz
duman arasında inşa edilen tek adam-tek parti rejimi de kendisine bu
düşmanlardan bol miktarda yaratmıştır. 15 Temmuz darbe girişimini bir lütuf
olarak gören hükümet, hemen ilan ettiği OHAL sayesinde kurtulmak istediği her
kesimi terör etiketi yapıştırarak düşman ilan etmiş ve bunları etkisizleştirmek
her yolu denemektedir. Kalıcılaştırılmaya çalışılan OHAL hukukun bertaraf
edilmesi, ülkenin kaderinin bir tek kişinin ağzından çıkacak söze bağlı
kalması, her türlü itirazın baskıyla sindirilmesi demek. Ancak bizler buna izin
vermeyeceğiz: OHAL ve KHK’lerle yönetilmek istemiyoruz. Düşmanlaştırma politikalarına,
icat edilen düşmanlar sayesinde şovenizmin kışkırtılmasına sessiz kalmayacağız.
Anaokullarından başlayarak savaş
oyunlarında şehit olmaya veya şehidin arkasından gözyaşı dökmeye alıştırılan
çocuklarımızı böyle bir sunağa kurban etmeyeceğiz; onların kindar bir nesil
haline gelmesine izin vermeyeceğiz. Düşmanlarla çevrili bir ülkede değil
içeride ve dışarıda barış ve huzur içinde yaşamak, özgür bir ülke inşa etmek
için mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu ülkenin emekçileri, halkları, kadınları
ve gençleri olarak hiçbir faturayı can pahasına ödemeyeceğiz.
‘ÜNİVERSİTELERDE ÖZERKLİK KAYBOLMUŞ
DURUMDA’
Barış akademisyenleri adına kürsüye
KHK’yla akademiden ihraç edilen Özgür Müftüoğlu geçti. Müftüoğlu şunları
söyledi:
“Türkiye’de bir rejim değişikliği
gerçekleştirilmek isteniyor. OHAL düzeni bu rejim değişikliğinin bir aracı
olarak kullanılıyor. Gazeteciler tutuklanıyor. Halkın haber alma hakkı
engelleniyor. Üniversitelerde akademik özerklik tamamen ortadan kalkmış
durumda. Barış isteyen, hukuk isteyen akademisyenler hukuksuz bir şekilde
KHK’larla ihraç ediliyor. Üniversitelerde iktidara karşı tüm seslerin kesilmesi
ve biat edilmesi isteniyor. Kamu emekçileri işsizlik tehditiyle iktidarın
memuru haline getirilmek isteniyor. 100 binin üzerinde kamu emekçisi ihraç
edildi.
Dernekler kapatıldı, sendikalar baskı
altına alındı. İhraç edilenlerin neredeyse hepsi KESK üyesi. Bunun bir tesadüf
olmadığını biliyoruz. KESK’e ve DİSK’e bir operasyon gerçekleştirilmek
istenmekte. Parlemento işlenemez hale getirildi. Demokratik siyasetin önü
kapandı. Milletvekilleri, belediye başkanları hapsedildi. Millet iradesi yok
sayıldı.
2 bin 376 işçi hayatını kaybetti. Doğa
talan edildi. Bizler her türlü baskıya rağmen insan hakları ihlalerinin
karşısında susmadık, biat etmedik. Toplum için bilgi üretme görevimizi yerine
getirdik. Türkiye’nin ortaçağın karanlığına itiraz ettik. Barış içinde yaşamak
için 10 Ekim’de miting yaptık. Bombalandık. Katlettiler.
“Bu suça ortak olmayacağız” adlı bir
metine imza attık. Akademiden ihraç ettiler.
186 gündür açlık grevinde olan Nuriye ve
Semih’in ölümüne sessiz kaldılar. Bundan sonra da bedeli neyse öderiz ama bu
ülkeyi, çocuklarımızın geleceğini bir adamın iki dudağı arasına teslim
etmeyeceğiz. Eşit yurttaşlık temelinde mücadelemize devam edeceğiz. Bizim
özgürlük mücadelemiz, adalet mücadelemiz Türkiye’nin yüzde yüzü içindir. Yüzde
40’ı, yüzde 50’si için değil.”
Okunan bildirinin ardından KHK ile ihraç
edilen akademisyen Özgür Müftüoğlu konuştu. Miting konuşmalarla sürüyor.