Ülke artık tam bir cinnet ortamına
teslim olmuş vaziyette. Öyle böyle değil. Ulaştığı nokta itibarıyla,
memleketinden uzakta ölmüş 80 yaşındaki bir Dersimli kadının cesedini
mezarından çıkarıp bu kez “doğduğu topraklara sürgün eden” bir cinnet bu.
(Hapishaneden elleri kelepçeli bir
biçimde annesinin cenazesine getirilen ve linç kıtalarının tarifsiz alçaklığı
karşısında acısı katmerlenen Aysel Tuğluk’u anlamaya çalışıyorum,
başaramıyorum. Bu acının anlaşılabileceğini sanmıyorum zaten.)
Peki, bu linç kıtası Kürtlerin
cenazesine saldırırken niye aynı zamanda Ermenilere ve Alevilere de küfreder?
Hadi, diyelim merhum Hatun Tuğluk aynı zamanda Alevi, peki niye orada bile
Ermenilere küfrediyorlar? Bu derin nefretin sebebi ne?
Bu nefretin kökünü anlayabilmek için
Türkiye’nin ‘Gericilik Haritası’na bakmak lazım. Söz konusu harita, Ermenilerle
yakından alakalıdır. Osmanlı’da Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bölgeler,
Türkiye gericiliğinin yuvalarıdır zira.
Bu haritadaki dinci/faşist toplam, ki
dincilerle faşistler sıklıkla birbirine karışıyor, Ermeni komşusunun evine,
tarlasına, karısına, kızına göz dikmiş, fırsatını bulduğunda da gasp etmiş
aşağılık adamların torunlarıdır. Ermeni nefreti kaynağını buradan alır.
Sivas faşistinin dedesi Ermeni kesip
malını ve ailesini yağmalamıştır. Çepeçevre Van Gölü’nde, Yozgat’ta,
Kayseri’de, Malatya’da, Maraş’ta, Erzurum’da, Erzincan’da, Doğu Karadeniz’in
büyük bölümünde, Adana ve Osmaniye’de aynısı yaşanmıştır. Ermenilerin bir kısmı
kendisini gizleyerek, ‘Müslümanlaşarak’ sağ kaldı. Çoğu yerde ise böyle bir
fırsat dahi olmadı. Ermeni erkeklerini diri diri yaktılar, tuzağa düşürüp
öldürdüler, vahşice katlettiler. Çocuklar ya yağmalandı ya katledildi.
Kadınlara, genç kızlara el koyuldu. İtiraf edilemeyen ama herkesin bildiği
‘Ermeni gelinler’ şimdi kimlerin büyükanneleridir, kim bilir. Belki de o linç
kıtalarının tamamının…
Dedelerinin, Ermeni komşusunun evine,
tarlasına, karısına, kızına konacak kadar aşağılık ve soysuz olduğunu
unutturmak ya da bunu bir biçimde meşrulaştırmak için küfrediyorlar Ermenilere…
1988’de Van’a gittiğimde orada MHP’li
Kürt faşistler görünce çok şaşırmıştım. Şimdi çoğu AKP’lidir. Van Gölü’nü
çevreleyen bütün yerleşimlerdeki o gerici damar da aynı kökten beslenir.
Kürtlerin en gericileri,
tarikatçı/Hizbullahçı, iktidar uşağı ne kadar aşiret varsa, Ermeni kesen,
komşusunu satan, mallarını ve ailelerini yağmalayan tiplerin torunlarıdır.
Şimdi ‘muhalif’ bile görünseler, ağalar, şıhlar uzun dönem bu devletin
hizmetinde kalmışlardır; ileri gelenlerinin tamamı bu devlete sırayla
milletvekilliği yapmıştır, hâlâ da yapmaktadır. Hepsi aynı katliamcıların
soyudur.
Bu Ermeni kilise haritasını bir
“defineci” sitesinde bulduk!
Ermenilerin katledildiği bölgelerde, o
katliamları gerçekleştiren soysuzların çocukları, torunları kentlere gelip,
özellikle 6-7 Eylül’ 1955’ten beri Ermeni ve Rum mülklerine çökmeye devam
ediyor. Çöke çöke mülk ediniyorlar. Hâlâ, şu gün bile, internetteki ‘defineci’
site ve forumlarında eski Ermeni kiliselerinin harita üzerindeki yerleri
paylaşılıyor!
Salkım Hanım’ın Taneleri’nde Zafer
Algöz’ün canlandırdığı Durmuş karakteri aramızda yaşamaya –yayılarak- devam
ediyor. Bunlar iktidara, güçlüye yaslanıp kısa yoldan köşeyi nasıl
döneceklerini düşünerek geçiriyor tüm vakitlerini. Güçsüzü ezmeye çalışan,
düşürdüklerine topluca tecavüz eden, topluca bir düşman yaratıp topluca
saldıran –ve elbette tek başlarına olduklarında yalakalığın şahikasını yaratan,
“ben ettim sen etme” alçaklığına tenezzül eden- ‘şark kurnazları’ hep
bunlardır. Dedeleri de böyleydi, kendileri de böyle. İnsanlaşamadılar. O
soysuzluğu aşamadılar.
Anlayacağınız, bunlarda soy değil, soysuzluk
bir kuşaktan diğerine devroluyor. Sırtlan gibi ürüyorlar, sırtlan karakteriyle
büyüyorlar…
Evet, sırtlan!.. Ben doğal ortamlarında
yakından izleme fırsatı buldum sırtlanları. Bu sırtlan denen mahluk, sürü
halinde, aslanların öldürdüğü avı kapmaya uğraşır. Kendileri boğazlayıp
öldürmeyi bilmez. Nadir de olsa kendileri avlanmak zorunda kalırlarsa, sürü
halinde, aslanların önünden kaçan hayvanları aralarına düşürüp, artık neresine
denk getirirlerse ısıra ısıra parçalarlar. Acı çektirirler…
İşte bu sırtlan karakteri ülkemizi esir
almıştır.
İşçi sınıfımız bile bu yüzden bölünmüş
vaziyettedir. Sınıfımız içinden o ‘şark kurnazlığı’nı söküp atamadık biz.
Dünyanın en çok birbirini satan işçileri belki de bizdedir. Patronun cebine
tıkıştırdığı bir paket Marlboro’ya sınıfını satan aşağılık tipler; fabrikanın,
atölyenin kuytu köşelerinde kadın işçileri sıkıştırıp taciz eden ustabaşları;
sendika koltuğuna oturduğu andan itibaren sınıfına düşman birer hırsız haline
gelen, pavyonda yediği paraları bile ‘harcırah’ niyetine işçilere fatura eden
sarı sendikacılar… Bunların tamamı, hiyerarşik olarak soysuzluklarını hep o
aynı sırtlan karakterinden alır.
Evet, işçimizin vasatı aynı tezgahta yan
yana çalıştığı işçiye düşmandır. Omuz omuza hakkını aramayı değil, diğerinin sırtına
basarak menfaat kollamayı düşünür. Fabrikalardaki yaygın ispiyonculuk çoğu
durumda bu tipler sayesinde ‘gönüllü’ bir iştir. Kendi emsalleri arasında en
örgütsüz işçi sınıfının Türkiye’de bulunması tesadüf değildir.
Ve işte yine bu yüzden, işçinin soysuzu
da her fırsatta Ermeni’ye küfreder, bıraksanız Kürt’ü kurşuna dizer, İzmir’e
‘Gavur’ der, Alevi’yi ‘kafir’ beller… Sokaklarda Çinli arayıp, bulamayınca
Koreliye bile saldırır! Onu da gördük nitekim…
Peki, Alevilere bu özel düşmanlık neden?
Anadolu topraklarında Ermeniler çoluk
çocuk katledilip kadınlarının ırzına geçilirken, Ermenilere bir tek Aleviler
kapılarını açmış, kollamaya çalışmıştır, insanlık etmiştir de ondan. Alevileri
aydınlatan da bu insanlık hamlesidir. Yüzyıllarca Osmanlı’nın zulmüne ve
katline uğramış o mazlum Aleviler anlamıştır Ermeni’nin halinden bir tek. O da
ellerinden geldiği kadar işte…
Evet, bizim bu topraklara bir sırtlan
karakteri hakimdir. Bu karakter kökünü Osmanlı’dan, Osmanlı yağmacılığından ve
zorbalığından alır. Ermenileri katleden, bu karakterdir. Şimdi kendisini
iktidar olarak örgütleyen gericilik de köklerini işte bu karakterde
bulmaktadır… Osmanlıcılıkları tesadüf değildir.
Türkiye’de gitgide yaklaşan büyük
hesaplaşma işte bu sırtlan karakteriyle, insanlığın bugüne kadar getirdiği tüm
olumlu değerler arasında gerçekleşecektir. İşçi sınıfımız kendi içinde aynı
hesaplaşmayı yaşamak zorundadır. Bu ülkenin yaşanabilir bir yer olup
olmayacağını bu hesaplaşmanın sonucu tayin edecektir…
Hakan Gülseven
RED haber