5 Ocak 2017 Perşembe

Düzenden Kopmak Yaşamın Her Alanında Devrimcileşmekle Mümkündür..!

Yönetici öğretir, yönetici düşünür, yönetici konuşur, yönetici etkinlikte bulunur; diğerleri ise hep öğrenen,
hakkında karar verilen, dinleyen, söyleneni yapan konumundadırlar; sonunda yanılsama (İnsanların kendi katkıları olmadan kurumun kendinden menkul hareketi yanılsaması) gerçeğe dönüşür insanlar kendi emekleri önemsiz göründüğü ölçüde pasif seyircilere dönüşerek, her şeyi yöneticiden çözmesini beklerler. Fazla bir çaba harcamadan da, toplumsal iradelerini temsil ettiğini varsaydıkları, yöneticinin eylemiyle, eylemde bulunduklarını sanmaya başlarlar. Tıpkı günümüz düzen sendikaları, partileri, okulları, futbol ve medya seyirciliği, her türden memur zihniyeti gibi! Böylece her türlü söz, düşünce, eylem hakkı ve yetkisi kitleden koparak kurumdaki uzmanlaşmış görevlilere ve yöneticilere geçer. Ortak ihtiyaç ve amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla kurumu bir araç olarak oluşturan insanlar, kendi kendinin amacı haline gelen kurumun basit aileleri derekesine düşerler.
İşbölümü gereği kendi içinde özel bir manevi iklim gelişmiş kurum, onu oluşturan insanları dünyanın geri kalanından (kurumun sınırlı ilgi alanları dışında) yalıtmakla ve farklı toplumsal ilgi ve emek alanlarına
duyarsızlaştırmakla kalmaz, yaşanan toplumsal sorunlar ne olursa olsun bağımsız inisiyatif, yaratıcılık, duyarlılık diye bir şey bırakmaz.
İşte düzen kurumlarının, onları oluşturan insanlar üzerinde böylesine manyetik-tutucu bir etkisi vardır.
Kuşkusuz bunlar her bir kurum için mutlaklaştırılamaz, genel bir eğilim olarak vardır. Öyle ki, tek tek bireyleri bağlı oldukları aile, okul, sendika, din vb. gibi kurumların manyetik etkisinden koparmak, devrimcileştirmek için çoğunlukla farklı dayanaklara, yani daha büyük bir çekim gücü olan alternatif kurumlara, "kurum olmayan kurum" olarak sosyal devrim örgütüne ihtiyaç vardır.
Toplumu, tüm ekonomik-siyasi-toplumsal-kültürel bağıntılarıyla kökünden ve bütünden değiştirmek gibi bir kaygısı olmayan, dar anti-faşist anti-emperyalist  küçük burjuva devrimci örgütle bunu başaramaz.
  Çünkü onların toplumun mevcut aile, sendika, okul, hatta bazılarının din kurumlarıyla bir sorunu olmadığı gibi, çoğunlukla bu düzen kurumlarını kendi içlerinde yeniden üretirler. Devrimci adı altında bu kurumların manevi iklimi görece değişse de, özleri aynı kaldığı sürece örgüt içinde düzeni yeniden üretmeyi sürdürürler. Örneğin devrimci eğitim adi altında, kadro adaylarına burjuva saçmalıkları yerine devrimci bilgi ve inançların verilmesi, eğitim kurumunu özünde farklılaştırmaz.
  Çünkü sorun kadrolara bir şeyler öğretmekten çok, kendi bağımsız çabasıyla da her durum ve koşulda "öğrenmesini ve öğretmesini öğrenmek"tir. Sınırlı anti-faşist devrimci kişilik, devlete militanca kafa tutsa da, düzenden bütünüyle kopamaz, çünkü diğer düzen kurumlarıyla ilişkisini ve dolayısıyla onlar tarafından olduğu gibi belirlenmeyi sürdürür. Devrimci faaliyet sırasında devrimci belirlenim içindeyse de, ailesinin, sendikanın, medyanın vb. içindeyken onların belirilmesine kapılıverir.
Devrimci sınıf savaşımında, aile (devrimcilerin, devrimci tutsakların aileleri, vb.), medya sendika, alevi ve hemşehri dernekleri vb. gibi kurumları değerlendirmek kuşkusuz önem taşır. Fakat savaşımın salt buna indirgenmesi, düzenle sınırların hızla erimesine yol açabilir. Bu egemen kurumların kitleler gözündeki saygınlığının ve meşruluğunun gerçekte, düzenin kitleler gözündeki saygınlığı ve meşruluğunun bir yani olduğu unutulmamalıdır. Örneğin, tutsak ailelerinin ve anaların savaşımda bugün öne çıkan öneminden ötürü, düzenin en tutucu ve körleştirici kurumlarından aile kurumuna bir meşruluk ve idealleştirme kazandırmamaya dikkat etmek gerekir. "Analar yoldaş olmalı" cümlesi, bu konudaki komünist yaklaşımı yeterince güçlü biçimde özetler. Daha yaygın olan ise, çoğu ailenin kendi çocuğu ile sınırlı duyarlılığıdır. Tıpkı mevcut sendika isçilerin kendi sektörel talepleriyle sınırlı "duyarlılığı" gibi. Yılan kendilerine dokununca hareketlenmeleri, ama onun dışında kıyamet kopsa dönüp bakmamaları, bu egemen kurumların, egemen kurum olarak kaldıkça, tutucu, körleştirici ve parçalayıcı doğasının tersinden bir kanıtıdır olsa olsa.
Diğer taraftan, "bireysel özgürlüğü boğduğu için her türlü kurum ve otorite reddedilmelidir'' diyen ve sanki mevcut kurumların alternatifiymiş gibi liberal bireyciliği ya da özyönetimciliği çıkaran anarşizm, sinsi bir devrim düşmanlığı olmaktan ileri gitmez.
Marksizmin, 'insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, fakat keyfi olarak değil, verili toplumsal koşullar içerisinde, onlar tarafından belirlenerek ve onları dönüştürerek' bilimsel doğrusu kurumlar açısından şu anlama gelir: Bireyler toplumsal olarak (maddi yasam koşulları ve bu koşullara dayan toplumsal ilişkilerle, aynı zamanda bu ilişkilerin yoğunlaşmış, görece kemikleşmiş bir biçimi olarak toplumsal kurumlar yoluyla) belirlenir.

 Fakat bu mutlak bir belirlenme değildir; egemen toplumsal kurumlar, toplumsal ilişkilerdeki keskin çelişkileri görece donduran bir özelliğe sahip olsalar da, onlar da çelişkiden muaf değildir. Bir kurum ilk bakışta ne kadar ideal ve donmuş görünürse görünsün, çelişkiler kurumlar içerisinde de hükmünü yürütür ve kurumlar yoluyla belirlenen insanlar, kurumları dönüştürür. Tıpkı dinin, ailenin vb. tarih boyunca ve günümüzde halen geçirdiği evrim gibi.