3 Ocak 2017 Salı

Faşist Katliam ve Yasaklara Karşı Anti-faşist Eylem ve Güç Birliğinin Aciliyeti..!

Diğer saldırılara ek olarak Reina katliamı bir kez daha gösterdi ki, devlet halkı korumuyor-korumak istemiyor; onun için yeni yılda tek yol anti-faşist-anti -şovenist temelde güç ve eylem birliği zemininde emekçilerin kendisini koruyacak savunma örgütlerinin oluşturulması !
Halkın kendi iradesine dayanmayı hedefleyen anti-faşist savunma eylem ve güç birliğinde söz edince ilk aklımıza gelecek olan, merkezi devletin gücünü esas olarak koruduğu koşullarda kurtarılmış alanlar yaratmak anlaşılmamalıdır. Bu hala hazırda devrimci örgütlenme ve kitle hareketinin somut durumuna uygun bir hedef değildir. haliyle kurtarılmış alanlar yaratma biçimindeki bir hedef politik durum bağlamında sınıfların örgütlü güç ilişkileri bakımından yağmurdan kaçarken doluya tutulmak, kurtuluşu ararken bir yıkımı davet etmekten başka bir anlama gelmez.
Suriye’de merkezi otoritenin çaresiz kaldığı koşullarda (ve tabii arkasında muazzam bir ABD, Birleşik Krallık, Fransa, TC, Suudi Arabistan, Katar vs desteğinin olduğu unutulmadan) faşist şeriatçı güçler kimi kentleri kurtarılmış alan ilan edebilirken, benzer bir başarıyı daha az destekle ama muazzam kayıpları da göze alarak Rojavalılar başarmıştır. Ne var ki, Kuzey Kürdistan’daki -Hendek savaşı-deneyimlerin merkezi otoritenin güçlülüğü ve akıl almaz canavarlığı sonucu aynı başarı düzeyine ulaşamadığını, tersine bir demoralizasyona yol açtığını görmek gerekiyor. Sözünü ettiğimiz anti-faşist savanma eylem ve güç birliği esas olarak günlük hayata müdahale ederek toplumun bünyesinde bir hegemonya ve yeni yaşam tarzı oluşturmaya çalışan faşist şeriatçı güçlere karşı, günlük yaşamın savunulması amacına yönelik olarak gerçekleştirilecek olan örgütlenmelerdir.
AKP iktidarı kendi varoluşunu başka türlü devam ettirebilmenin başka yolu olmadığını, iktidardan düştüğü takdirde kendisini ulusal ve uluslararası yargı karşısında bulacağını bildiğinden dolayı, klasik faşizmin İslami bir türünü üretmenin peşine düşmüş, esas olarak ele geçirdiği devlet aygıtının yukarıdan denetim gücüne ek olarak toplum bünyesindeki hegemonyayı pekiştirrmek üzere, başka kurumlar yanında günlük hayata doğrudan şekil vermeye çalışan faşist paramiliter örgütlenmeleri de adım adım kurmaktadır. Mevcut durumda anti-faşist savunmanın hedefi bunların kurmaya çalıştığı faşist hegemonyaya ve sokakları zaptetmeye izin vermemek ve bir karşı hegemonyanın geliştirilmesine çalışmak olmak durumundadır.
Paramiliter güçlerden/örgütlenmeden söz edince ille de akla kara veya kahverengi gömlek giymiş, neredeyse düzenli birlik konumuna ulaşmış İtalya, Almanya,İspanyada ki klasik faşist yapıların gelmesi gerekmiyor. Bunların üniformasız ve düzensiz görünümlü olmaları da mümkündür, hatta faşizmin dünya çapında lanetlenmiş olması dolaysıyla da aynı adla anılmamak için bu görüntülerden birçok durumda bilinçli sakınıldığı da düşünülmelidir.
Kuşkusuz zamanla askeri birlikler gibi daha disiplinli yapılar oluşturabilirler. Ama bu görüntü ortada değil diye varolmadıklarına hükmetmemek gerekiyor. Alperenler, Ülkü Ocakları, AKP Gençlik Kolları, Osmanlı Ocakları, cami çevresindeki örgütlenmeler gibi oluşumların bu paramiliter yapılanmanın ilk biçimleri olduğunu ve 15 Temmuz darbe girişimine karşı nasıl bir sokak hakimiyeti oluşturduklarını, caminin, Diyanet İşleri'nin nasıl bir rol oynadığını görmek gerekir. Neoliberalizmi egemen kılabilmek amacına yönelik olarak 70’li yıllar boyunca da hangi fonksiyonu yerine getirdiklerini 5000 insanın ölümüne mal olan çatışmalarda Kontrgerilla ile birlikte Ülkü Ocaklarının oynadığı rolde gördük, yaşadık ve nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda, eksik kalmış olsa da kimi deneyimler edindik. Var olana alternatif olabilecek devrimci ve sosyalist toplum yaratma amacını bir an bile akıldan çıkarmadan, eylemimize kılavuzluk etmesini ihmal etmeden anti-faşist savunma örgütlenmelerinin gerçekleştirilmesi faşist kuşatmanın kırılması amacına yönelik olarak tüm anti-faşist ve demokrat-ilerici toplum kesimlerini demokratik ilkeler zemini etrafında toplayıp harekete geçirmeye çalışırken, başarılı olabildiği ölçüde de karşı hegemonyanın demokratik bir halk iktidarı hedefine ilerletilmesinin de aracı olabilirler.

Bu anti faşist-anti şovenist örgütlenmeler dünya deneyimi ve kendi tarihimizde görüldüğü gibi hiçbir mücadele ve örgütlenme biçimini dışlamaz ama bunların hedeflediğimiz amaca o koşulda ne ölçüde hizmet edip etmediğinin akıldan çıkarılmamasının varoluş/yokoluş meselesi olduğunu bilir. Katliamcı politikaların gün be gün yaygınlaşması, AKP iktidarının, Kürdistan’da sergilediği akıl almaz katliam ve zulüm politikaları, onun iktidarda olmaya devam edebilmek için bölgeyi ve Türkiye’yi yangın alanına çevirmekten imtina etmeyeceğini gösteriyor. Artık güvenlik güçlerinin güvenlik kelimesiyle hiçbir alakasının kalmadığının bilinci içerisinde yığınların kendi güvenliklerini kendilerinin gerçekleştirmesi gerektiğinin bilincinin yaygınlaştırılmasının ve bunun somut pratiklerine öncülük etmenin zamanıdır. Bir zaman sonrası ise geç kalmış olmak olacaktır.