Diğer saldırılara ek olarak Reina
katliamı bir kez daha gösterdi ki, devlet halkı korumuyor-korumak istemiyor;
onun için yeni yılda tek yol anti-faşist-anti -şovenist temelde güç ve eylem
birliği zemininde emekçilerin kendisini koruyacak savunma örgütlerinin
oluşturulması !
Halkın kendi iradesine dayanmayı
hedefleyen anti-faşist savunma eylem ve güç birliğinde söz edince ilk aklımıza
gelecek olan, merkezi devletin gücünü esas olarak koruduğu koşullarda
kurtarılmış alanlar yaratmak anlaşılmamalıdır. Bu hala hazırda devrimci
örgütlenme ve kitle hareketinin somut durumuna uygun bir hedef değildir. haliyle
kurtarılmış alanlar yaratma biçimindeki bir hedef politik durum bağlamında
sınıfların örgütlü güç ilişkileri bakımından yağmurdan kaçarken doluya
tutulmak, kurtuluşu ararken bir yıkımı davet etmekten başka bir anlama gelmez.
Suriye’de merkezi otoritenin çaresiz
kaldığı koşullarda (ve tabii arkasında muazzam bir ABD, Birleşik Krallık,
Fransa, TC, Suudi Arabistan, Katar vs desteğinin olduğu unutulmadan) faşist
şeriatçı güçler kimi kentleri kurtarılmış alan ilan edebilirken, benzer bir
başarıyı daha az destekle ama muazzam kayıpları da göze alarak Rojavalılar
başarmıştır. Ne var ki, Kuzey Kürdistan’daki -Hendek savaşı-deneyimlerin
merkezi otoritenin güçlülüğü ve akıl almaz canavarlığı sonucu aynı başarı
düzeyine ulaşamadığını, tersine bir demoralizasyona yol açtığını görmek
gerekiyor. Sözünü ettiğimiz anti-faşist savanma eylem ve güç birliği esas
olarak günlük hayata müdahale ederek toplumun bünyesinde bir hegemonya ve yeni
yaşam tarzı oluşturmaya çalışan faşist şeriatçı güçlere karşı, günlük yaşamın savunulması
amacına yönelik olarak gerçekleştirilecek olan örgütlenmelerdir.
AKP iktidarı kendi varoluşunu başka
türlü devam ettirebilmenin başka yolu olmadığını, iktidardan düştüğü takdirde
kendisini ulusal ve uluslararası yargı karşısında bulacağını bildiğinden
dolayı, klasik faşizmin İslami bir türünü üretmenin peşine düşmüş, esas olarak
ele geçirdiği devlet aygıtının yukarıdan denetim gücüne ek olarak toplum
bünyesindeki hegemonyayı pekiştirrmek üzere, başka kurumlar yanında günlük
hayata doğrudan şekil vermeye çalışan faşist paramiliter örgütlenmeleri de adım
adım kurmaktadır. Mevcut durumda anti-faşist savunmanın hedefi bunların kurmaya
çalıştığı faşist hegemonyaya ve sokakları zaptetmeye izin vermemek ve bir karşı
hegemonyanın geliştirilmesine çalışmak olmak durumundadır.
Paramiliter güçlerden/örgütlenmeden söz
edince ille de akla kara veya kahverengi gömlek giymiş, neredeyse düzenli
birlik konumuna ulaşmış İtalya, Almanya,İspanyada ki klasik faşist yapıların
gelmesi gerekmiyor. Bunların üniformasız ve düzensiz görünümlü olmaları da
mümkündür, hatta faşizmin dünya çapında lanetlenmiş olması dolaysıyla da aynı
adla anılmamak için bu görüntülerden birçok durumda bilinçli sakınıldığı da
düşünülmelidir.
Kuşkusuz zamanla askeri birlikler gibi
daha disiplinli yapılar oluşturabilirler. Ama bu görüntü ortada değil diye
varolmadıklarına hükmetmemek gerekiyor. Alperenler, Ülkü Ocakları, AKP Gençlik
Kolları, Osmanlı Ocakları, cami çevresindeki örgütlenmeler gibi oluşumların bu
paramiliter yapılanmanın ilk biçimleri olduğunu ve 15 Temmuz darbe girişimine
karşı nasıl bir sokak hakimiyeti oluşturduklarını, caminin, Diyanet İşleri'nin
nasıl bir rol oynadığını görmek gerekir. Neoliberalizmi egemen kılabilmek
amacına yönelik olarak 70’li yıllar boyunca da hangi fonksiyonu yerine
getirdiklerini 5000 insanın ölümüne mal olan çatışmalarda Kontrgerilla ile
birlikte Ülkü Ocaklarının oynadığı rolde gördük, yaşadık ve nasıl mücadele
edilmesi gerektiği konusunda, eksik kalmış olsa da kimi deneyimler edindik. Var
olana alternatif olabilecek devrimci ve sosyalist toplum yaratma amacını bir an
bile akıldan çıkarmadan, eylemimize kılavuzluk etmesini ihmal etmeden
anti-faşist savunma örgütlenmelerinin gerçekleştirilmesi faşist kuşatmanın
kırılması amacına yönelik olarak tüm anti-faşist ve demokrat-ilerici toplum
kesimlerini demokratik ilkeler zemini etrafında toplayıp harekete geçirmeye
çalışırken, başarılı olabildiği ölçüde de karşı hegemonyanın demokratik bir
halk iktidarı hedefine ilerletilmesinin de aracı olabilirler.
Bu anti faşist-anti şovenist
örgütlenmeler dünya deneyimi ve kendi tarihimizde görüldüğü gibi hiçbir
mücadele ve örgütlenme biçimini dışlamaz ama bunların hedeflediğimiz amaca o
koşulda ne ölçüde hizmet edip etmediğinin akıldan çıkarılmamasının
varoluş/yokoluş meselesi olduğunu bilir. Katliamcı politikaların gün be gün
yaygınlaşması, AKP iktidarının, Kürdistan’da sergilediği akıl almaz katliam ve
zulüm politikaları, onun iktidarda olmaya devam edebilmek için bölgeyi ve
Türkiye’yi yangın alanına çevirmekten imtina etmeyeceğini gösteriyor. Artık
güvenlik güçlerinin güvenlik kelimesiyle hiçbir alakasının kalmadığının bilinci
içerisinde yığınların kendi güvenliklerini kendilerinin gerçekleştirmesi
gerektiğinin bilincinin yaygınlaştırılmasının ve bunun somut pratiklerine öncülük
etmenin zamanıdır. Bir zaman sonrası ise geç kalmış olmak olacaktır.