“Gayrimüslimlerin Hepsini Mahvedecek miyiz?”
Anma günü 19 Mayıs olarak kabul edilen
Pontus Soykırımı’nın 99. yıldönümünde Meclis zabıtlarına daha yakından bakmak
15 Mayıs 1919’da Yunanistan Krallığı
ordusunun İzmir’e yaptığı çıkartmayla başlayan “Türk=Yunan Savaşı,” 9 Eylül
1922’de Kemalist güçlerinin yaklaşık 3,5 yıl önc terk ettikleri şehre
girmesiyle sona erdi. Bu savaşın ardından nihai barış ise 24
Temmuz 1923’te Lozan’da imzalanan
anlaşmayla sağlanmış oldu. Türk tarafı için sıra, bu zaferin tadını çıkarmaya
gelmişti. Anlaşmanın imzalanmasından yaklaşık bir ay sonra, 13 Ağustos 1923’de,
savaşın muzaffer komutanı Mustafa Kemal Paşa, büyük tezahüratlar eşliğinde
kürsüye davet edildi. Konuşması, 4 yıldır süren mücadelenin özetiydi.
Müstakbel cumhurbaşkanı, cephelerde kazandığı başarıları sıralarken, şu
cümleye de yer verdi: “Şimalde Karadeniz’in en güzel ve en zengin sahilleri
üzerinde tesis edilmek istenilen Pontus Hükümeti taraftarları ile beraber
tamamen bertaraf edilmiştir.”
Alkışlarla kesilen bu cümle, o gün
Meclis’i dolduran mebuslar için I. Dünya Savaşı’ndan beri süregelen bir
sorunun çözülmesi anlamına geliyordu. Dönemin İttihatçı hükümeti, güvenlik
tehdidi olarak gördüğü Pontus Rumlarını, 1916’da Batı Karadeniz’den iç
bölgelere sürmüştü. Savaşın ardından bölgeye geri dönen Rumları bekleyen
katliam tehlikesine bulunan çözüm ise Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in bölgeye
ordu müfettişi olarak gönderilmesi olmuştu. Ancak Paşa’nın bölgeye gelişi
bölgedeki Rumların sorunlarını çözmeyecek, aksine daha da kötüleştirecekti.
Zira Paşa, İstanbul’a esas sorunun silahlı Rum grupları ve güttükleri siyasi
gayelerinden kaynaklandığını raporlayacaktı. Hatta Mustafa Kemal Paşa’nın
bölgedeki başta Topal Osman olmak üzere silahlı Müslüman grupların
liderleriyle görüşerek, Rumlara uyguladıkları şiddeti teşvik ettiği iddia
edilecekti. IX. Ordu Müfettişi bir Osmanlı zabiti olarak başladığı süreci “Milli
Kurtuluş Hareketi”nin lideri olarak devam ettiren Paşa, daha sonra Nutuk’ta
Pontus bölgesindeki karışıklığı bastırmanın, Anadolu’nun batısında verilen
savaşın bir parçası olduğunu, hatta ondan bile önemli olduğunu belirtecekti.
Nihayetinde, Türk tarafınca büyük
önem atfedilen bu “güvenlik tehdidi” ile başa çıkmak için alınan tedbirler,
İttihatçı hükümetin “Ermeni meselesinin tasfiyesi” için uyguladıklarına çok
benzer olacak ve mesele 300 binin üzerinde Rum’un bölgedeki varlığına son
verilen bir soykırımla sonuçlanacaktı. Ancak kritik dönüm noktalarındaki
önemine ve şiddetin büyüklüğüne rağmen, Pontus Soykırımı tarihyazımında
şimdiye kadar nadiren ele alındı ve bir anlamda unutuldu. Üzerinden 99 yıl
geçse de, meseleyi devlet perspektifinden ele alan araştırmalar dışında Türkçe
kaynakları odağına alan bütünlüklü çalışmaların sayısı bir hayli az.
Halbuki, bu mesele, 23 Nisan 1920’de
Ankara’da kurulan Birinci Meclis’in gündemini ciddi anlamda meşgul etmişti.
Tamer Çilingir, Ahmet Demirel ve Sait Çetinoğlu gibi araştırmacıların
çalışmalarında değindikleri bu açık ve gizli meclis celseleri, soykırımın
siyasi, askeri, ekonomik ve trajik veçheleri ve dönemin aktörlerinin bakış
açılarını gözler önüne sermek hususunda büyük öneme sahip. Bu sebeple, anma
günü 19 Mayıs olarak kabul edilen bu soykırımın 99. yıldönümünde söz konusu
Meclis zabıtlarına daha yakından bakmak istedik.
Soykırım sürecinde neler oldu?
I. Dünya Savaşı sırasında Karadeniz
bölgesinde Rumların “güvenlik sorunu” olarak görülerek sürülmesi, savaşın
sonunda Osmanlı’nın nihai yenilgisi ve Kasım 1918’de İttihatçı hükümetin üst
düzey yetkililerinin ülkeyi terk etmesi sonrası Rumların bölgeye geri
dönmeleriyle de değişmedi. Kasım 1918’den itibaren, özellikle Bafra civarında
Rumların silahlanması ve Yunan Ordusu’nun Karadeniz’e çıkarma yapma ihtimaline
karşı, bölgede görevli IX. Ordu ve III. Kolordu, Osmanlı Başkumandanlığı’nı
sürekli bilgilendirmiş, İstanbul’dan istihbari bilgiler ve ilave kuvvetlerin
bölgeye sevkini talep etmişti. Bölgedeki Müslüman silahlı grupların Rumlara
yönelen katliam tehdidine karşın, Britanya Ordusu Samsun’a 300 kişilik bir
kuvvet çıkardı ve ardından Mustafa Kemal Paşa bölgeyi meselenin çözümü olarak
bölgeye müfettiş sıfatıyla gönderildi. Bölgeden gönderdiği raporlarda
Müslüman çetelerin kendilerini Rum grupların faaliyetlerine karşı savunmak
için kurulduğunu belirten Paşa’nın görüşü öncülü olan İttihatçılardan
farklı değildi.
Bu çerçevede, Müslüman silahlı
grupların yanı sıra, 1919 yılında Pontus’ta jandarma birlikleri, XV. Tümen ve
V. Kafkas Tümeni’nden birkaç alay görevlendirilirken, Türk tarafına göre
asayiş bir türlü sağlanamayacaktı. Nisan 1920’de Ankara Hükümeti’nin
kurulmasının ardından da Pontus’taki “güvenlik tehdidi” için Sivas’ta bulunan
III. Kolordu’nun mevcut kuvvetlerinin bölgeye sevki çözüm olarak görüldü. Bu
askeri tedbirleri, hukuki önlemler izledi ve 18 Eylül 1920’de diğer altı
mahkemeyle birlikte olağanüstü yetkilerle kurulan Sivas İstiklal Mahkemesi,
çoğunlukla Amasya merkezli çalışarak (bu yüzden bazı resmi kayıtlarda Amasya
İstiklal Mahkemesi olarak geçer), 15 Mart 1921 tarihine kadar “Pontus
meselesi”yle ilgili yargılamalar yaptı.
Merkez Ordusu kuruluyor
Aynı zamanda, Ankara hükümeti, Kasım
1920’de Samsun’daki Yunanistan vatandaşı Rumları sınırdışı etti ve Rumca
gazetelere yönelik çeşitli sansür tedbirleri aldı. Bu adımları, III.
Kolordu’nun Rum grupların silahları toplama ve Hıristiyanları askere alma çabaları
izledi, ancak mevcut kuvvetlerle bunların hızlıca başarılamayacağı
düşünüldü. Bu sebeple, “Pontus meselesi”nin hızlıca sonuca ulaşmasını
sağlamak için 9 Aralık 1920’de Sakallı lakaplı Nurettin Paşa kumandanlığında
Amasya merkezli Merkez Ordusu kuruldu. Bu adım, aynı zamanda bölgedeki Rum
nüfusa yönelik topyekûn bir savaş ilanıydı.
Kurulduğunda 15 bine yakın askeri
bulunan Merkez Ordusu, öncelikle bölgedeki Rumları silah bırakmaya çağıran bir
beyanname yayınlayarak işe koyuldu. Ardından, 1920’nin sonunda Samsun’da
Rumları isyana teşvik edebileceği düşünülen 75 Rum tutuklandı ve Sivas
İstiklal Mahkemesi’ne sevk edildi. Şubat 1921’de, Mustafa Kemal Paşa,
Samsun’daki “Pontus meselesi”nin bahar gelmeden çözüme ulaştırılması için, bu
tür tutuklamalara devam etme emrini verdi. Zaten tutuklamalar, 12 Şubat’ta
Merzifon Amerikan Koleji hocalarından Zeki Bey’in şüpheli biçimde
öldürülmesi üzerine Merzifon Amerikan Koleji, Amerikan Hastanesi ve Samsun
Rum Metropolitliği baskınlarıyla birlikte bölgedeki episkoposlara ve Rum ileri
gelenlerine uzanarak sürecekti. Çoğu bu baskınlarda elde edilen belgelerden
oluşan Pontus Meselesi kitabı, “Pontus Rumlarının amaçlarını, çalışma
şekillerini, işledikleri cinayetleri, yaptıkları zulüm ve haksızlıkları” konusunda
barış görüşmelerinde Türk tezlerini duyurmak amacıyla 1922 yılında TBMM
Hükümeti Matbuat Müdüriyet-i Umumisi tarafından yayınlandı ve 1923 yılında
Fransızcaya çevrildi.
Yine Şubat ayında, bölgedeki Rumların
silahlarının toplanması amacıyla askeri harekat başlatılırken, diğer yandan,
Mart 1921’de Havza, Merzifon, Tokat, Çorum, Sivas ve Samsun’da yaklaşık 1500
gayrimüslim erkek, bu ordu bünyesinde kurulan amele taburlarına alındı ve
taburlar nihayetinde Anadolu içlerine sevk edildi. Baharın gelmesiyle birlikte,
özellikle Nebiyan bölgesine ikinci askeri harekat başlatılarak, “Rumları bir
daha eşkıyalığa kalkışmamak üzere terbiye ve eşkıya sığınağı olan köyleri
tahrip etmek” emredildi ve harekata katılan subaylar ve erlerden
“faaliyetlerinde çok şiddetli davranmaları” istendi.
Tehcir başlıyor
Bu harekata karşı bölge
Rumlarınındirenişe geçmesi sebebiyle, Nurettin Paşa,Nebiyan ve civarındaki
Rumların tehcirinigündeme getirdi. Samsun Mutasarrıflığı’nınfikri ise
bölgedeki tüm Rumköylerinin nüfusunun Anadolu’da çoğunluğuoluşturmayacakları
şekilde sürülmesive boşalttıkları köylere Türklerinyerleştirilmesiydi. Mayıs
1921’de, BatıCephesi’nde Yunan kuvvetlerinin hızlailerlemesi ve Karadeniz’e
asker çıkarmasıihtimaline karşı, Dahiliye Vekaletinezdinde kabul gören tehcir
fikri, 9Haziran’da Yunan donanmasının İnebolu’yubombalaması üzerine, 12
Haziran1921’de sahildeki 15-50 yaşlarındakiRumların iç kısımlara tehciri
kararıalınmasıyla hayata geçirildi. Bu karar, 16Haziran’da Merkez Ordusu’na bildirilerekuygulamaya
konur. Temmuz 1921’de,tehcir bölgesinin kapsamı genişletilirken,tüm Karadeniz
bölgesi 12 Haziran1921 tarihinden itibaren savaş bölgesiilan edildi. Anadolu
içlerine sevk edilenRumlar, özellikle Topal Osman ve ŞakiAli’nin liderliğindeki
milisler tarafındanöldürüldü. Samsun’un Müslümaneşrafının bu katliamlardan
doğan şikayetiüzerine ve Yunan güçlerinin bölgeyemüdahalesinden duyulan
endişe sebebiyleTemmuz ayında Samsun’da tehcirkararı askıya alındı; diğer
bölgelerde deSakarya Meydan Muharebesi’ne hazırlıkiçin Merkez Ordusu’ndan Batı
Cephesi’neasker kaydırılmasından dolayıRumların sevki yavaşlatıldı. Ancak
Eylül1921’de Türk güçlerinin Sakarya’da savaşıkazanmasının ardından, tüm
bölgelerdekitehcirler hızlandı. Nurettin Paşa’nınemriyle, Dahiliye Vekaleti’nin
bölgeyegönderdiği 25 Haziran 1921 tarihli tehciremrinde uygun görmediği
“kadınlarve çocukların iç bölgelere sevki” de yapıldıve yetkili makamlar bu
duruma tepkigöstermedi. Ege, Marmara ve hatta Konya’dangönderilen Rum ve Ermeni
kafilelerlebirlikte, Pontuslu Rumlar da Sivas’ave oradan Van, Bitlis, Harput,
Erzurumveya Diyarbakır’a gönderildi. Near EastRelief’in Harput Amerikan
HastanesiDirektörü Mark Ward’un yazdıklarınagöre, 1922 yılının başına kadar
sürentehcir sırasında, Rum kafileler, sıklıklayolda saldırıya uğradı veya
açlıktan,soğuktan veya tifüsten kırıldılar.
Tehcir kararına karşı direniş
göstererekdağlık bölgelerdeki silahlı gruplarakatılmaya başlayan Rumların
sayısısürekli artarken, buna karşılık, Ağustos1921’de bölgede bu kez Samsun
İstiklalMahkemesi göreve başladı ve MerkezOrdusu’nun Rumlara yönelik
askeriharekatları hız kazandı. Bu sırada, Meclis,Nurettin Paşa’nın aynı dönemde
Koçgiri’depatlak veren isyana karşı uyguladığışiddeti göz ardı etmedi ve uzun
tartışmalarsonucu Nurettin Paşa, kanunsuzuygulamaları sebebiyle 3 Kasım
1921’degörevden alındı. 8 Şubat 1922 tarihindeMerkez Ordusu da lağvedilirken,
budönemde Meclis’in Nurettin Paşa’yı yargılamagirişimleri Mustafa Kemal’in
çabasıylaakim bırakıldı.
Soykırım devam ediyor
Ancak Pontus Soykırımı, bu tarihten
sonra da Dahiliye Vekaleti’ne bağlı X. Fırka yönetiminde hız kesmeden devam
eder. Dahiliye Vekili Ali Fethi Bey’in 14 Şubat 1922’de Hakimiyet-i Milliye
gazetesinde yayınlanan beyannamesinin ardından 18 Şubat’ta yeni bir askeri
harekat başlatıldı. Eylül 1922’de Türk güçlerinin nihai zaferleriyle savaşın
nihayete ermesine rağmen, Pontus’a yönelik askeri harekat şiddeti giderek
azalsa da Şubat 1923’e kadar devam etti. Nihayetinde, Mustafa Kemal Paşa,
“Pontus ve Samsun havalisinde son zamanlarda neticeye ulaştığını, muvaffak
olunduğunu, hiçbir vukuatın kalmadığını hatta.
Rum teşkilatının çürüyüp dağıldığını”
belirttiği sözleriyle askeri harekat sona ererken, bölgede kalan Hıristiyan
Rumlar da Türk-Yunan Mübadelesi’yle birlikte Türkiye’den çıkarıldı. Böylece,
“Pontus meselesi,” Karadeniz bölgesinin yüzyıllardır parçası olan bir
medeniyetin yok edilmesiyle son bulmuş oldu.
Araştırmacı Tamer Çilingir’e göre,
1914’ten Mübadele’ye kadar toplamda 353 bin Pontuslu Rum katledildi. Türk
arşiv belgelerine göre ise 1921’in başı ile Şubat 1923 arasında yapılan askeri
harekatlarda 11.198 Rum öldürüldü. Ayrıca Merkez Ordusu kayıtlarına göre,
Haziran-Aralık 1921 tarihleri arasında Samsun, Amasya, Sivas, Ordu, Tokat,
Çorum, Sinop ve Giresun’dan yaklaşık 59 bin Rum tehcir edildi. Bunun yanı sıra,
Sivas İstiklal Mahkemesi, toplamda 454 Rum’a “Pontusçuluk”la ilgili çeşitli
suçlardan ötürü cezalar verirken, bu cezaların 122’si idamdı. Daha sonra
görev yapan Samsun İstiklal Mahkemesi’nce ise 10 Ekim 1921 tarihine kadar
“Pontus meselesi”nden ötürü 3’ü Müslüman 177 kişi idam edildi. Yine bu
“suç” kapsamında, 74 kişiye gıyaben idam, 10 kişiye kürek, 2 kişiye hapis
cezası verildi. Ayrıca, 34 kişi de şüpheli oldukları gerekçesiyle sürgün
edildi. Söz konusu mahkemelerle ilgili daha geniş bilgi, ancak TBMM’de İstiklal
Mahkemeleri Arşivi’nin açılmasıyla elde edilebilecektir.
Birinci Meclis’te Pontus tartışmaları
23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan
Birinci Meclis’te “Pontus meselesi” açıldıktan bir gün sonra gündeme geldi.
Amaç, hem bölgesel olarak ‘Pontus Meselesi’ için, hem de genel anlamda
Anadolu’daki cepheler için merkezi ordunun önemini vurgulamaktı. 30 Ekim 1918
tarihli Mondros Mütarekesi’nden o güne kadar geçen süredeki siyasi durumu
değerlendiren Mustafa Kemal Paşa, Atina ve İstanbul’daki komiteler tarafından
yönetilen Pontus hükümetinin Karadeniz sahili ve Amasya ile Tokat’ın
kuzeyinde hakim olma hedefinde olduğunu ve buna karşı bölgesel tedbirler
alındığını anlattı. Paşa, Pontus bölgesindeki teşkilatlanmanın başarılı
olduğunu belirtmesine rağmen, merkezi bir ordu kurulmasının aciliyetinin altını
çiziyordu. Bu konuşmadan 3 gün sonra, eski Harbiye Nazırı Fevzi (Çakmak) Paşa,
Pontus’taki Kuvayi Milliye teşekküllerinin nefsi müdafaa hareketleri olduğunu
belirtecek; ancak bazı yerlerde millete fenalıklar yaptıklarını ve keyfi
hareket ettiklerini eleştirerek, merkezi ordu güçlerinin önemini
vurgulayacaktı.
Bu konuşmadan sonra, “Pontus meselesi,”
Mart 1921’e kadar birkaç kez Meclis kürsüsünde yer bulmasına rağmen, konu bu
tarihe kadar özellikle mesele olmayacaktı. 19 Mart 1921’de Saruhan Mebusu
Mustafa Necati Bey, Merkez Ordusu’nun Samsun civarında Rum çetelerine karşı
takibata başladığını açıklarken, Pontus’taki Rumların hepsinin Karadeniz
sahilindeki hayata kastetmek ve milli mevcudiyeti yıkmak istediklerini
vurguladı. Mustafa Necati Bey’e göre, bu hareketin ileri gelenleri faaliyete
geçmeden yakalanamamışsa da, şimdi çoğu tutuklanmış ve “İrlanda’da milyonlarca İrlandalıyı
kesmek isteyen İngilizler gibi” değil, muntazam bir şekilde başarılı bir
operasyon yürütülmüştü. Mersin Mebusu Yusuf Ziya Bey ve Isparta Mebusu
Hüseyin Hüsnü Bey, bu hususta bazı itirazlar dile getirmelerine rağmen,
mesele üzerine uzun bir tartışma yapılmadı. Aynı şekilde, hükümet içinde
Pontuslu Rumlara yönelik tehcir tartışmaları sürerken, Maraş Mebusu Hasib
Bey’in Mayıs ve Haziran aylarında meseleye ilişkin takrirleri Meclis’te
okunmadı ve konu hızlıca kapatıldı.
“Öldürmek tavsiye olunursa bunu biz
yapamayız”
8 Ağustos 1921 tarihli gizli celsede,
Burdur Mebusu İsmail Suphi Bey, Rumların tehcirini Meclis gündemine taşıdı ve
tehcirin ertelenmesine karşı itirazlarını öne sürdü. İsmail Suphi Bey’e bu
konuda cevap Mustafa Kemal Paşa’dan geldi. Paşa, bu durumu Meclis’te o bölgede
Rumlara karşı harp ilan etmek için lazım olan kuvvetin şu an için hazır
olmadığıyla gerekçelendirdi ve grupları silahsızlandırmak için öldürmeye karşı
olduğunu vurguladı: “Mümkün olduğu yerlerde insanların elinden hiç olmazsa
silâh alıp cepheye gidecek efrada vermek kadar tabii bir şey yoktur. Fakat şunu
itiraf etmek mecburiyetindeyiz ki, bu, imkân hasıl olan yerle de olur (…) Fakat
silâhını alabilmek için vurmak lâzım gelirse, eğer silâhını almak için vurmak,
öldürmek tavsiye olunuyorsa, bunu biz yapamayız.” Ancak bölgedeki durum,
Paşa’nın söylediğinin tam tersini göstermekteydi. Merkez Ordusu Nurettin
Paşa’nın uyguladığı şiddet, 11 Ağustos 1921 tarihinde bu kez Koçgiri bağlamında
gündeme gelecek ve Paşa, uygulamalarından ötürü sert bir biçimde
eleştirilecekti.
Nurettin Paşa’nın ismi “Pontus Meselesi”
bağlamında ilk defa 5 Ekim 1921 tarihli gizli celsede Lazistan Mebusları Ziya
Hurşit ve Osman Bey tarafından bir istizahla (gensoru) Meclis kürsüsüne taşındı
ve bu istizah, Meclis’te bu mesele üzerine ilk tartışmanın açılmasına sebep
oldu. Osman Bey, hükümet tarafından yapılan silah bırakma çağrısının ve
verilen tehcir kararının gayet münasip olduğunu, ancak uygulamasında yetkisiz
kişilerin karışmasıyla her yerde fenalıklar yaşandığını söyledi. Bu anlamda,
Trabzon’da Rumların yaşadığı Atina (bugün Rize’nin Pazar ilçesi) kazasında
bulunan silahlı grubun Rum din adamlarının da araya girmesiyle teslim olmaya
razı olduğunu, fakat bu sırada birtakım çetelerin Atina’da katliam yaptığını,
Rum kadınlara tecavüz ettiğini ve öldürdükleri çocukların cesetlerini
sergilediklerini dile getirdi. Bundan dolayı Atina’daki Rum erkekler,
ailelerini geride bırakarak, dağa çıkıyor ve silahlı gruplara katılıyordu. Böylece
çevredeki Müslüman köylere de saldırılar başlamıştı.
Osman Bey, Samsun’da da erkeklerin
tehcirinde suiistimaller yaşandığını, daha sonra Nurettin Paşa’nın Tehcir
Kanunu’na aykırı şekilde kadınlar ve çocukları da bölgeden sürmek istediğini
ve Samsun ahalisinden buna itiraz ederek tehcirin durdurulmasını sağlayan
Belediye Reisi Nihat Bey ve Samsun Müftüsü’nün de aralarında bulunduğu 56
kişiye Paşa tarafından seyahat yasağı getirildiğini aktardı. Aynı şekilde,
Nurettin Paşa’nın, tehcir uygulamasına itiraz eden Ordu Mutasarrıfı Faik Bey’i
de Ordu’dan sürdüğünü belirtiyordu. Osman Bey, bu nedenlerle Nurettin
Paşa’nın görevinden el çektirilmesini talep edecekti.
Aynı şekilde, Ziya Hurşit Bey de
Nurettin Paşa’nın Koçgiri İsyanı hasebiyle Sivas’ı yaktığını ve şimdi de
Karadeniz’i yakmak niyetinde olduğunu söylüyordu. Pontus’ta bir Rum devleti
kurma amacında olan silahlı Rum grupların bulunduğunu belirten Ziya Hurşit,
Nurettin Paşa’nın uygulamalarının bu grupları hedef almadığını, aksine bunları
güçlendirdiğini dile getiriyordu. Çünkü Nurettin Paşa, çeteleri Samsun’dan
tehcir edilen ilk kafileye şehre 6 saat mesafede saldırtmış, Samsun’un içinde
Amerikalıların gözlerinin önünde katliam yaptırmıştı ve aynı şekilde,
Amasya’daki Rumlar da öldürülmüştü. Ziya Hurşit’e, Canik Mebusu Nafız Bey
de katılarak, hükümeti bu konuda lakayt davranmak ve Nurettin Paşa’yı
durdurmamakla suçluyordu. Trabzon Mebusu Hafız Mehmet Bey’in de Nurettin
Paşa’nın akrabalarına görev verdiğini ve çete reislerine askeri rütbe vererek
harekata kattığını söylemesi üzerine, Dahiliye Vekili Ali Fethi Bey, durumu
araştıracağını belirterek, Nurettin Paşa’nın görevden alınması yönünde irade
beyan ediyordu.
“Rumlar bir yılandır. Bu yılanların
zehirleri kadınlardır”
Nihayetinde, hakkında “Koçgiri, Samsun
ve sair yerlerde gayri mesul kuvvetler kullanmak, Pontusçu bir Rum’dan rüşvet
almak, Rum sevki sırasında herkesin gözü önünde yağmacılık yaptırmak ve
Pontusçuların dağlara çıkmasına meydan vererek, İslamları zarara uğratmak”
suçlamaları olan Nurettin Paşa’nın görevine; Koçgiri İsyanı’na katılanları
müzakereye açık olmalarına rağmen Topal Osman’a katlettirilmesi ve Samsun’un
ileri gelenlerine seyahat yasağı getirmesi sebebiyle Kasım 1921 tarihinde son
verildi. Nurettin Paşa, aynı zamanda yargılanmak için Ankara’ya çağrılırken, 22
Kasım 1921 tarihinde hakkındaki iddialara cevap verdiği telgraflar Meclis’te
okundu. Nurettin Paşa, kendisine verilen yetkiler doğrultusunda hareket
ettiğini ve suçlu olmadığını vurgularken, Samsun’da tuttuğu şehrin ileri
gelenlerini “Rumlarla iş tutmak ve Yunanistan lehine propaganda yapmak”la
suçladı. Ayrıca, Nurettin Paşa, 30 Aralık 1921 ve 3 Ocak 1922 tarihli iki
savunma yollayacak ve bunlar, 17 Ocak 1922 tarihinde Meclis’te yargılanmasının
tartışıldığı celsede okunacaktı. Celse zaptına “bulunamadığı” notu düşülen
söz konusu savunma, daha sonra Mustafa Balcıoğlu tarafından Meclis Arşivi’nde
bulundu ve yayınlandı. Paşa, Samsun’dan tehcir edilen kafileleri bölgedeki
silahlı Rum grupların öldürdüğünü belirtiyor ve kanuna aykırı olarak
kadınları tehcir etmesiyle ilgili şunu söylüyordu: “Bütün Rumlarda bir
devlet mefkuresi vardır. Fikrimizce, memleketimizdeki Rumlar bir yılandır. Bu
yılanların zehirleri kadınlardır.” Nurettin Paşa’nın yargılanması, 16 ve 17
Ocak 1922’de Meclis’te tartışılsa da, Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarlı çabası
Meclis’i bu karardan vazgeçirdi.
Bu süre zarfında, 22 Ekim 1921’de İzmir
Mebusu Sırrı Bey, Dahiliye Vekaleti’ne Anadolu’da yapılan Pontus propagandasına
dair ve Hariciye Vekaleti’ne Pontus propagandasına karşı belge yayınlanmasında
fayda görüp görmediğine dair sual takrirleri verdi. Sırrı Bey’in sualini 29
Aralık 1921’de açık celsede yanıtlayan Dahiliye Vekili Ali Fethi Bey, Pontus’ta
yapılan operasyona dahil önemli bilgiler sundu. Merkez Ordusu’nun tehcirden
önce yaptığı askeri harekatla, Nebiyan bölgesindeki 180-200 nüfuslu 50-60
silahlı grubun büyük ölçüde imha edildiğini ve kalanların da herhangi bir
sorun yaratacak durumu kalmadığını belirtti. Fethi Bey, bu kapsamda Samsun,
Giresun, Ordu, Trabzon, Amasya ve Tokat dahilindeki metropolitlikler ve
okullara da baskın yapıldığını söyledi. Buna karşılık, silahlı Rum grupları
binin üzerinde Müslümanı öldürmüştü.
“Bunlara merhamet besleyemem”
Merkez Ordusu’nun lağvedilmesinin
ardından, Dahiliye Vekaleti’ne bağlı X. Fırka, Pontus’a yönelik askeri harekata
devam ederken, “Pontus meselesi” tartışmaları Eylül 1922’ye kadar canlılığını
korudu. Açık celselerde genellikle ilgili Samsun İstiklal Mahkemesi’nce verilen
cezalar onaylanırken, kapalı celselerde, daha sonra Meclis’teki İkinci Grup’u
oluşturacak mebuslar, hükümeti “Pontus meselesi”ni etkin bir şekilde
halledememekle eleştireceklerdi.
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in 14
mebusla birlikte verdikleri 18 Mayıs 1922 tarihli ve Tokat Mebusları Rıfat ve
Hamdi Beylerin 10 Haziran 1922 tarihli takrirleri Meclis’te böylesi bir
tartışmaya yol açıyor ve Dahiliye Vekili Ali Fethi Bey, “Rumları yeniden
milletin başına bela etmek”le suçlanıyordu. Muhalif mebuslara göre, Fethi Bey,
Pontus bölgesinde “esas tehlikeli olan kişileri” sürgünden muaf tutmuş,
onlarla birlikte bölgedeki bazı Rum ve Ermeni kadınların İstanbul’a gitmelerine
izin vermiş ve bu izin verilenler İstanbul’da Ankara Hükümeti aleyhine
propaganda yapmıştı. Buna cevaben, Dahiliye Vekili, tehcir edilenler arasında tedavi
görmesi gerekenlerin kendilerine başvurduğunda, yereldeki yetkililere danışarak
soruşturulduğunu ve iyi hali onaylanırsa, bu izinlerin verildiğini, aksini
yaparak insanların hayatlarına kastetmeyi vicdanen kabul edemeyeceğini söyledi.
Ancak Ali Şükrü Bey, bu konuda aynı fikirde değildi: “Efendiler, hastalıktan
geberseler bile zerre kadar müteessir olmam. Bizim bu tarafta Müslümanlar
mahvolmaktadır. Efendiler, ben bu hiss-i insaniden mücerredim [yoksun]. Açık
ve aleni olarak söylüyorum. Fakat Dahiliye Vekili Beyefendi ihtimal daha
ziyade rakikükalptirler [yufka yürekli]. Bendenizde böyle bir kalp yoktur ve
zannetmem ki, bu cinayatı irtikâp edenlerin şeriki melaneti [kötülükte
ortağı] olanlar nasıl bizi imha etmek istiyorlarsa bunlar da bizi imha etmek
istiyorlar. Ben bunlara karşı hiss-i merhamet besleyemem efendim.”
Tartışmada Pontus’a yönelik harekatın
başarısının sorgulanması üzerine, Fethi Bey, “asilerin tamamen imhasının
birkaç ayda mümkün olamayacağını” belirtiyordu. Askeri harekatların
bilançosunu da mebuslarla paylaşan Ali Fethi Bey, askerin takibinden kaçmaya
çalışan Rumların dağlık bölgelerde uzun süre ot ve yabani pancarla
beslendiklerini, teslim olduktan sonra Samsun’da Amerikan misyonerlerinin
verdikleri sıcak yemekleri yiyenlerin günde 30-40’ının bu yüzden “telef
olduğunu” aktarıyordu.
“Gayrimüslimlerin hepsini mahvedecek
miyiz?”
Meclis’teki son uzun Pontus tartışması,
19 Ağustos 1922’de Malatya Mebusu Sıtkı Bey, Tokat Mebusları Mustafa ve İzzet
Beyler ile İzmir Mebusu Sırrı Bey’in meselenin halen güvenlik sorunu olarak
varlığını sürdürdüğüne dair telgraflarının okunmasıyla yapıldı. Dahiliye
Vekili Ata Bey’in güncel durumu izah ettiği tartışmada, Maliye Vekili Hasan
Fehmi Bey, Pontus’a yönelik harekatlar için harcanan ve silahlı Rum grupların
yol açtığı zararların toplamda 349 bin liraya mal olduğunu aktarıyordu. Bölgede
asayişin sağlanamadığını savunan muhalif mebuslar meselenin halli için yeniden
olağanüstü yetkilerle donatılmış bir komutan atanmasını gündeme getirdi,
ancak nihayetinde bu teklif kabul edilmedi. Bu sırada, Lazistan Mebusu Ziya
Hurşit, askeri harekatta yeterince sertlik gösterilmediğini ve Malatya civarına
sürülen Rumların hayatlarına kaldığı yerden devam etmelerini eleştirirken,
Samsun ve çevresinden tehcir edilen 30 bin hane Rum’un Tokat ve Amasya arasında
taarruza uğradığını da laf arasında belirtti. Bu tartışmanın en dikkat çekici
çıkışını ise Mersin Mebusu Salahattin Bey yaptı. Salahattin Bey, Osmanlı’dan bu
yana Hıristiyanlara dair izlenen siyasetin hatalı olduğunu hatırlattı ve bu
siyaseti devam ettirmenin Hersek, Bulgaristan ve Girit gibi Pontus’un da
kaybına yol açacağını belirtti. Pontus’ta da bu imha siyasetinin yılanı ayağa
kaldırdığını söyleyen Salahattin Bey, “Türkiye Hükümeti, kendisinin emri
altında bulunan bilâtefrik [ayrım yapmaksızın] din ve cins ve mezhep ve bütün
tebaanın hükümetidir” dedikten sonra, “Yoksa yalnız Müslümanların
Hükümeti midir?” diye soruyordu. Salahattin Bey, son olarak, Meclis’in
öncelikle Pontus’ta yaşanan haksızlıkların sorumlularını bulmak gerektiğini
ekler: “(…) bir Avrupa medeniyeti gibi bahri şeridin kenarında bir hükümet-i
adile ve muntazama kuracak bir millet mi olacağız, yoksa biz mıntıkamızda
gayrimüslim olarak bir ferdi hariç bırakmayarak, gayrimüslim itibariyle
hepsini mahvedecek bir insan kümesi miyiz? (…) İkincisinin yolunda yapılan bu
fecayii sizin arzunuzla, rızanızla mıdır? Değilse bu arzunuz ve rızanız
hilâfına bu hareketi kim yaptı?”
Ermeni Soykırımı Pontus'un neresinde?
Ermeni Soykırımı gibi Pontus
Soykırımı’nın da önemli bir ayağı, bölgedeki Rum nüfusun güvenlik
gerekçesiyle sorun yaratmayacakları bölgelere çoğunluk oluşturamayacakları
şekilde “tehcir” edilmesiydi. Dolayısıyla, Meclis’te 1921-22’de Pontuslu
Rumlara uygulanan tehcir gündeme geldiğinde bazı mebusların aklına henüz
birkaç yıl önce yapılmış olan “Ermeni tehciri” geliyordu. 11 Şubat 1922’de,
Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, böyle bir karşılaştırma yapıyor ve “Ermeni
tehciri”ni daha başarılı buluyordu: “Bir gaye için İttihat-ı Terakki’nin
yaptığı icraatı ne kadar büyük olsa dahi katiyen kimse hissetmedi.
Düşmanlarımız bile takdir ettiler.” Hüseyin Avni Bey, Rum tehcirinde Ankara
Hükümeti adına iş yapanların usulsüzlükleri nedeniyle “Pontus meselesini halletme”
fırsatının elden kaçırıldığını düşünüyordu: “Bizim icraatımız sıfır olduğu
halde tehlike altında bulunan milyonlarca kardeşlerimizi düşünecek kadar bir
maharet gösteremedik. Bunu yapanlar efendiler, bu fırsattan istifade ederek ya
birisini soymak veyahut üç adam beş hafiyenin Hükümet aleti olmak yolunu
tuttular. Bu fenalıkları bizim namımıza yaptılar. Efendiler, böyle olduğu halde
hiçbir şey yapılamamıştır. Pontus yine uykuda yatıyor. Pontusçular için
biliyorsunuz fırsat var idi. Fakat onlara bir icraat yapılamadı. Bilakis biz
tazyik ederek memleketimizde asayişsizlik gösterdik.” Meclis’te hükümete
yönelik bu yönde eleştirilere cevabı, 10 Haziran 1922’de Maliye Vekili Hasan
Fehmi Bey, durumu Ermeni tehciriyle karşılaştırarak verecekti. Hasan Fehmi
Bey’e göre, Pontuslu Rumlar Ermeni tehcirine şahitlik ettikleri için direniş
gösteriyordu: “Ermeni tehciri yapıldığı vakitte memleketin dört tarafı muazzam
ordularla çevrilmiş ve tehcirin ne demek olduğunu, bir milleti kaldırıp bir
memleketten diğer bir memlekete nakletmek ne demek olduğunu Ermeniler
bilmediğinden ve daha doğrusu tecrübesini görmedikleri için derhal inkıyat
ettiler [boyun eğdiler] ve birden tatbik edilmişti. Pontus meselesini Heyeti
Vekile karar verdiği vakitte ondan iki sene evvel Rumlar silahlanmış, dağlarda,
kırlarda her türlü vesaiti ihzar etmiş [hazırlamış], biz müdafaa vaziyetinde
bulunuyorduk. Yani diğer tehcirler gibi ani ve birden yapılacak bir vaziyette
değildik.” Lazistan Mebusu Ziya Hurşit, 19 Ağustos 1922 tarihli celsede,
hükümetin “Pontus ocağını tamamen söndürmeye muvafık olamadığını” söyleyecek
ve uygulanan tehcirin başarılı olamadığını Ermeni tehcirini ima ederek
eleştirecekti: “Binaenaleyh tehcir gayet acele ve hiçbir tecrübe görmeden,
tecrübesiz olarak, adeta görmemişçesine yapılmıştır.”
(SK/ECD/AS)
* Bu makale için yaptığımız araştırmaya
verdikleri büyük katkılardan ötürü Çınar Kiper, Ümit Kurt, Theodosios
Kyriakidis, George Mavropoulos, Sezin Şentürk, Tamar Nalcı ve the Asia Minor
and Pontos Hellenic Research Center’a çok teşekkür ederiz.
* Yazı ilk olarak Agos’un 18 Mayıs
tarihli sayısında yayınlandı.
Serdar Korucu
Gazeteci. Dimitrios Kalumenos'un
Objektifinden 6/7 Eylül 1955 1. Ve 2. Cilt kitapları ile Aris Nalcı ile
birlikte yazdıkları 1965: 2015’ten 50 Yıl Önce 1915’ten 50 Yıl Sonra kitabının
yazarı.
Emre Can Dağlıoğlu
Agos gazetesinde insan hakları, güncel
politika ve tarih haberleri yapıyor.