IMF-Dünya Bankası patentli programlar
2002 yılı sonunda kurulan AKP hükümetleri tarafından tavizsiz bir şekilde
uygulandı. 15 yılda 189 milyar dolarlık gıda ürünü ve tarımsal hammadde
ithalatı yapıldı
2000’li yılların başından itibaren
uygulamaya konulan ve bölüşüm ilişkilerini sermaye lehine biçimlendirmeyi
hedefleyen neoliberal politikalar AKP tarafından sadakatle uygulandı. Tarımda
çiftçinin kaderi büyük ölçüde piyasa güçlerine teslim edildi. Küçük ve orta
ölçekli tarım işletmeleriyle yapılan aile çiftçiliğinin, büyük ölçekli
işletmeler ve şirket tarımcılığıyla ikame edilerek bitirilmesini amaçlayan
politikalar izlendi. Hayvancılıkta da büyük işletmeleri önceleyen, koruyan,
kollayan bir destekleme sistemi uygulandı.
Bilinçli olarak sürdürülen bu
politikalarla, ürettiğinden para kazanamayan küçük ölçekli aile işletmeleri
için tarım; geçimlerini sağlayabilecek bir ekonomik faaliyet olmaktan çıktı.
Günümüzde tarımla uğraşan nüfusun üçte ikisinden fazlasının yıllık geliri 2 bin
doları bile bulmuyor. Yoksullaşan çiftçiler giderek tarımdan kopuyor; köyler,
tarlalar, meralar boş kalıyor.
Çiftçileri tarımdan kopardılar
AKP’li yıllarda çiftçilerin yüzde 20’si
tarımdan vazgeçti, 3,2 milyon hektar arazi boş bırakıldı. Tarımın istihdamdaki
payı yüzde 35’ten yüzde 19’a geriledi.
Kırda, tarımda tutunamayanlar ya
mevsimlik tarım işçiliğine yöneldiler veya kentlerin varoşlarına göçerek
işsizliğe, marjinal işlere, sosyal yardımlara mahkûm oldular. Kentlere gelen,
ancak iş ve aş bulamayan yoksul köylülerin denetimi daha kolay bir hale geldi.
Gerek bitkisel gerekse hayvansal
üretimde “sözleşmeli üretim” devlet desteğiyle yaygınlaştırıldı. Tarım/gıda
tekelleri ile küçük üreticiler arasında standart ilişki biçimi haline gelen
sözleşmeli üreticilik uygulaması, küçük üreticilerin koşulsuz bağımlılığının
yolunu açtı.
AKP’nin bir yandan uyguladığı yardım
edilmiş yoksullar (3 milyonun üzerinde aile) yaratma politikaları ile emekçi
sınıfları teslim alıp, biat etmelerini sağlayıp, kendine bağımlı hale
getirirken; öte yandan onları dini muhafazakârlığa, cemaat ve tarikat
yapılarına boyun eğdirdi
Kırda tutunabilen çiftçiler için
popülist politika uygulamalarının yanı sıra bu uygulamaların yandaş basın yayın
organları aracılığıyla sürekli ve abartılı biçimde propagandası yapıldı.
Verilen destekler giderek daha fazla ad altında ödenerek, tarım daha çok
destekleniyor havası yaratıldı. (Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels de “Yalan
söyleyin, mutlaka inanan çıkar” demişti.) Buna karşılık, AKP’li yıllarda
çiftçiye verilen nakit desteğin 10 katı faiz ödemeleri ile yerli ve yabancı
rantiyeye ödendiği halde, bu gerçek halktan gizlendi.
2006 yılında çıkarılan Tarım Kanununa
göre milli gelirin en az yüzde 1’inin tarımsal desteklemeye ayrılması
gerekmektedir. Yani 2007-2017 yılları arasında tarıma 188 milyar TL destekleme
ödemesi yapılması gerekiyordu. Şu ana kadar ödenen destekleme miktarı 88 milyar
TL’dir. Yani devletin destekleme ödemelerinden dolayı çiftçiye 100 milyar TL
borcu bulunmaktadır.
Tarımdaki tahribatın bilançosu
Türkiye tarımdaki mevcut potansiyelini
değerlendiremiyor; yeterince üretemiyor, insanını doğru ve dengeli şekilde
besleyemiyor, ihracatını artıramıyor, ithalatını düşüremiyor. Çünkü tüm bunlar
ancak üretim maliyetlerinin düşürülmesi; destekleme araçlarının doğru ve amaca
uygun olarak kullanılması; emekten, çiftçiden, üretimden yana istikrarlı
politikalar uygulanması ile sağlanabilir.
2000’li yılların başından bu yana
uygulanan neoliberal politikalarla, tarımı çökertme sürecinin temelleri atıldı.
Tarımdaki tüm fiyat, girdi ve kredi destekleri kaldırılarak, üretimle hiçbir
bağlantısı olmayan doğrudan gelir desteği (DGD) sistemi getirildi. Bu uygulama
gerçek üreticilere hiçbir katkı sağlamadığı gibi, daha çok tarımla uğraşmayan
arazi sahiplerinin yararına işledi.
yerli-ve-milli-diyerek-tarimi-yabancilara-teslim-ettiler-462973-1.
IMF-Dünya Bankası patentli programlar
2002 yılı sonunda kurulan AKP hükümetleri tarafından tavizsiz bir şekilde
uygulandı. Tarıma yönelik destekleme kurum ve araçlarının tasfiyesi/işlevsiz
hale getirilmesi, tarım desteklerinin azaltılması, tarım alanındaki KİT’lerin
özelleştirilmesi/tasfiyesi, tarım satış kooperatiflerinin etkisizleştirilmesi
sürdürüldü.
AKP’li yıllarda uygulanan emek karşıtı,
üretim karşıtı, ithalata dayalı tarım politikalarının yıkıcı sosyo-ekonomik
sonuçları bu süreçte iyice gün yüzüne çıkmaya başladı.
Tarım arazileri küçüld
Özetle AKP iktidarları döneminde;
» Nüfus 15 milyon kişi arttı; buna
karşılık tarım sektörünün milli gelir, istihdam ve ihracata katkısı giderek azaldı.
» Tarımın istihdamdaki payı yüzde 35’den
yüzde 19’a geriledi.
» Tarımın gayri safi yurtiçi hasıladaki
payı yüzde 10’dan yüzde 6’ya düştü.
» Tarım katma değeri 2012 yılında 68
milyar dolar iken, 2017 yılında yüzde 24 gerileyerek 52 milyar dolara düştü.
» Aynı şekilde 2012 yılında 4 bin 57
dolar olan kişi başına tarım katma değeri 2017 yılında 3 bin 319 dolar olarak
gerçekleşti.
» Tarımın en önemli girdilerinde (gübre,
tarım ilacı, yem ham maddeleri gibi) ithalata bağımlı hale gelindi. (Günümüzde
tarımın en başta gelen sorununu yüksek girdi maliyetleri oluşturmaktadır.)
» Tarım ürünlerinin çiftçinin elinden
çıkış fiyatları 3 kat artarken; çiftçinin satın aldığı tarım girdilerinin
fiyatları 5 kat arttı
» Çiftçi kayıt sistemine (ÇKS) kayıtlı
çiftçi sayısı 2 milyon 765 binden 2 milyon 132 bin kişiye düştü; yani 633 bin
kişi azaldı. Çiftçiliği bırakan üretici sayısı oransal olarak yüzde 20’yi
buldu.
* İşlenen tarım arazileri giderek
azaldı; ürettiğinden para kazanamayan, emeğinin karşılığını alamayan çiftçimiz
bu dönemde 3,2 milyon hektar araziyi ekmekten vazgeçti. 2002 yılında 26,6
milyon hektar olan tarım arazileri ise günümüzde 23,4 milyon hektara düştü.
Tarımda kullanılan araziler yüzde 13 oranında azaldı
» 2002 yılında bankalar tarafından
çiftçilere bankalar tarafından kullandırılan kredi 4 milyar TL iken, 2017
yılında 83 milyar TL’ye yükseldi. 2017 yılında çiftçinin kullandığı banka
kredisi tarımsal destekleme ödemelerinin 6 katını aştı. Çiftçi kredi borçlarını
ödeyememe korkusuna tutsak edildi.
yerli-ve-milli-diyerek-tarimi-yabancilara-teslim-ettiler-462974-1.
Tarımsal destek unutuldu
» Üretim planlamasının önemli bir aracı
olarak uygulanması gereken tarımsal destekler, 2006 yılında çıkarılan kanuna
göre milli gelirin en az yüzde 1’i olması gerekirken; binde 5-6’sını aşmadı.
» 2007-2017 yılları arasında tarıma 188
milyar TL destekleme ödemesi yapılması gerekiyordu. Ancak yapılan destekleme
ödemesi sadece 88 milyar lirada kaldı. Yani devletin destekleme ödemelerinden
dolayı çiftçiye 100 milyar lira borcu bulunuyor.
» Tarımdan, çiftçiden esirgenen
destekler bütçe açıklarını kapatmak için alınan borçların faizlerine aktarıldı.
Bir avuç yerli/yabancı rantiyeye milyonlarca çiftçiden 10 kat daha fazla ödeme
yapıldı.
» Mısır, pirinç ve ayçiçeği dışındaki
ürünlerde üretim istikrarsız bir seyir izledi; ya kendini tekrarladı veya
üretim düşüşleri görüldü.
» 2002 yılında kişi başına buğday
üretimi 294 kilo iken, 2017 yılında 266 kilodur. Üretimin yetersizliği
nedeniyle son 15 yılda 46 milyon ton buğday ithal edilmiştir.
» Kişi başına nohut üretimi 10 kilodan 6
kiloya, kuru fasulye üretimi 4 kilodan 3 kiloya, kırmızı mercimek üretimi 8
kilodan 5 kiloya düşmüştür.
» Uygulanan ithalata dayalı
politikalarla tarım dışa bağımlı hale getirildi. Türkiye artık ne kadar
tarım-gıda ürünü ihracatı yapabiliyorsa o kadar da ithalat yapmaktadır.
189 milyar dolar ithalat
» AKP’nin 15 yıllık iktidar döneminde
toplam 189 milyar dolarlık gıda ürünü ve tarımsal hammadde ithalatı yapıldı.
» 67 milyon ton yağlı tohum ve
türevleri, 46 milyon ton buğday, 21 milyon ton soya, 14 milyon ton mısır, 11
milyon ton pamuk, 8 milyon ton ayçiçeği, 5 milyon ton pirinç ithal edildi.
» Yağlı tohum ve türevleri ithalatına
39, pamuk ithalatına 19, buğday ithalatına 13, soya ithalatına 9, ayçiçeği
ithalatına 4,6, mısır ithalatına 3,5, pirinç ithalatına 2,2 milyar dolar
ödendi.
» Cumhuriyet tarihinde ilk kez AKP
döneminde kurbanlık hayvan ve saman ithalatı yapıldı.
» Sadece 2010 yılından bu yana 2,9
milyon büyükbaş, 2,5 milyon koyun-keçi olmak üzere toplam 5,4 milyon baş canlı
hayvan ithal edildi
» Sadece 2010 yılından bu yana 236 bin
ton kırmızı et ithalatı yapıldı.
» Yerli üreticilerimizin iflası pahasına
yapılan canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı için 5,7 milyar dolar ödenmesine
rağmen fiyatlarda düşüş sağlanamadı
» Genetiği değiştirilmiş (GDO’lu)
ürünlere ilk kez AKP döneminde izin verildi. Bu dönemde 26 adet mısır ve 10
adet olmak üzere 36 çeşit GDO’lu ürüne ithalat izni çıktı.
» Tarım arazileri cömertçe amaç dışı
kullanıma açıldı; hidroelektrik santrallerle (HES’ler) dereler kurutuldu
» Büyükşehir Kanunu ile bir gecede 16
bin köy mahalleye dönüştürüldü.
Sonuçta küçük ölçekli aile işletmeleri
tasfiye olmaya; buna karşılık görece büyüklerin ve tarım şirketlerinin ağırlığı
artmaya başladı. Tarım/gıda sistemi uluslararası sermayenin çıkarlarına göre
şekillendirildi, gıda egemenliğimiz çokuluslu şirketlerin güdümüne girdi.
Tarımın bu sarmaldan kurtulabilmesi;
kendi insanımızın ihtiyaçlarına ve ülkemizin iklim ve toprak gibi özgül
ekolojik şartlarına uygun olarak planlanmış; emek ve üretim odaklı bir
programın uygulanmasına bağlıdır.
Afrin şeriat
"Türkiye Afrin'de şeriata ve etnik
temizliğe dayalı bir yönetim kurdu"..!
Suriye’nin kuzey batısındaki Kürt kenti
Afrin’in kontrolünün ele geçirilmesinin üzerinden henüz bir aydan biraz fazla
bir süre geçti ama Türkiye ve onun cihatçı müttefikleri kentin İslami Şeriat
kurallarına göre yönetilmesine yönelik bir planı müzakere etmeye başladılar
bile.
Türkiyeli yetkililer muhalif El Rahman
Lejyonunun liderleri kısa bir süre önce buluşarak, İslami bir polis gücünün,
Şeriat mahkemelerinin ve diğer dini merkezlerin nasıl kurulabileceğini
kararlaştırmak amacıyla bir toplantı yaptı.
El Rahman Lejyonu, Suriye’deki en büyük
İslamcı muhalif güçlerden biri ve yakın geçmişe kadar Şam’da, muhalif güçlerin
elindeki son bölge olan Doğu Guta’nın kontrolünü elinde tutuyordu. Söz konusu
grup, Suriye hükümeti ile muhalif güçler arasında, Türkiye ile Rusya’nın
aracılık yaptığı bir anlaşma sonucu kısa bir süre önce bölgeden çıkartılmıştı.
El Rahman Lejyonu, yine kısa bir süre
önce, Şam’ın banliyölerinden gelen aileler ile birlikte Afrin kent merkezine
yerleştirildi.
Afrin, 2012 yılından beri Kürt Halk Koruma
Birlikleri (YPG) tarafından yönetiliyordu. Amerika’nın desteklediği YPG,
seküler bir yönetim biçimini benimsemişti ve nispeten demokratik değerleri esas
alıyordu.
Ancak Türkiye bu grubu Kürdistan İşçi
Partisi’nin (PKK) bir uzantısı olarak görüyor. PKK Kürtler için daha fazla
haklar talep etmek amacıyla Türkiye güçlerine karşı 30 yıldır süren bir isyanı
yürütüyor. ABD ve Avrupa Birliği PKK’yı bir terör örgütü olarak nitelendiriyor.
Ancak Amerika PKK ile YPG arasında net
bir ayrım yapıyor ve YPG’yi Suriye’de IŞİD güçlerine karşı yürütülen
mücadeledeki en etkili savaşçı güçlerden biri olarak görüyor.
YPG, Amerika’nın liderliğindeki
koalisyon güçlerinin desteği ile bir çok bölgeyi IŞİD’in elinden kurtardı.
Afrin’de Türkiye’nin işgalinden evvel,
çoğunluğu Kürt olan ama aralarında Hristiyan, Yezidi ve Alevi azınlıkların da
bulunduğu 500 bin kişilik bir nüfus yaşıyordu. Bölgede ayrıca iç savaş mağduru
ülkenin başka bölgelerinden kaçarak buraya sığınmış 300 bin Suriyeli de
bulunuyordu.
Türkiye’nin operasyonu başladığında
Erdoğan ve onun hükümeti, bu operasyonu Suriyeli Kürtler’e karşı bir cihat
olarak nitelendirdiler. Türk vaizler söz konusu harekatı “kutsal bir savaş”
olarak haklı göstermeye çalışan vaazlar verdiler.
Türkiye ve cihatçı gruplar şimdi
Afrin’deki dini azınlıkları İslam’a dönmeye zorluyorlar. Örneğin Yezidi
tapınakları militanlar tarafından yerle bir edildi. Bölgede yaşayan Yezidiler,
İslam'a döndürülmek amacıyla zorla camilere götürüldüler.
Kürt gruplar Türkiye hükümetini bölgenin
nüfus yapısını değiştirmeye, Kürt sivilleri yerlerinden etmeye ve onların
yerine Türkiye’deki mülteci kamplarından getirilen Sünni Arapları yerleştirmeye
çalışmakla suçluyorlar.
Afrin’e düzenlenen askeri harekat
sırasında Türkiye hükümeti, YPG’den ele geçirdiği bir çok sınır köyüne binlerce
Suriyeli mülteciyi yerleştirdi. Türkiye ordusu bölgenin Kürt sakinlerini ve
Suriyeli muhalif savaşçıları, evlerini ve topraklarını terketmeye zorladı.
Ancak Türkiye, Kürt güçlerini Afrin’den
uzaklaştırdıktan sonra da Afrin’de yaşayan nüfusu yerlerinden etmeye ve onların
yerine Afrin’e daha fazla Sunni Arap ve Türkmen ailesi getirmeye devam etti.
Cihatçılar, Kürtçe konuşan azınlıkları
kafir olarak görüyorlar.
Kadınlar çarşaf giymeye ve İslami giyim
kurallarına uymaya zorlanıyorlar. Bunlar, IŞİD’in Irak ve Suriye’deki kentlerde
tesis ettiği acımasız yönetimler döneminde yapılan uygulamaları andırıyor. Bu
uygulamalara itiraz edilen kadınlar zulme uğruyor ve kaçırılıyorlar.
Şeriat mahkemelerinin kurulması ve bir
şeriat polisinin oluşturulması, Türkiye’nin ve onun cihatçı müttefiklerinin
Afrin’de zaten fiilen başlatmış oldukları bir uygulamayı resmi zemine oturtmak
dışında bir anlam taşımayacak.