13 Mayıs 2018 Pazar

"Yerli ve milli diyerek tarımı yabancılara teslim ettiler"..!


IMF-Dünya Bankası patentli programlar 2002 yılı sonunda kurulan AKP hükümetleri tarafından tavizsiz bir şekilde uygulandı. 15 yılda 189 milyar dolarlık gıda ürünü ve tarımsal hammadde ithalatı yapıldı
2000’li yılların başından itibaren uygulamaya konulan ve bölüşüm ilişkilerini sermaye lehine biçimlendirmeyi hedefleyen neoliberal politikalar AKP tarafından sadakatle uygulandı. Tarımda çiftçinin kaderi büyük ölçüde piyasa güçlerine teslim edildi. Küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleriyle yapılan aile çiftçiliğinin, büyük ölçekli işletmeler ve şirket tarımcılığıyla ikame edilerek bitirilmesini amaçlayan politikalar izlendi. Hayvancılıkta da büyük işletmeleri önceleyen, koruyan, kollayan bir destekleme sistemi uygulandı.
Bilinçli olarak sürdürülen bu politikalarla, ürettiğinden para kazanamayan küçük ölçekli aile işletmeleri için tarım; geçimlerini sağlayabilecek bir ekonomik faaliyet olmaktan çıktı. Günümüzde tarımla uğraşan nüfusun üçte ikisinden fazlasının yıllık geliri 2 bin doları bile bulmuyor. Yoksullaşan çiftçiler giderek tarımdan kopuyor; köyler, tarlalar, meralar boş kalıyor.
Çiftçileri tarımdan kopardılar
AKP’li yıllarda çiftçilerin yüzde 20’si tarımdan vazgeçti, 3,2 milyon hektar arazi boş bırakıldı. Tarımın istihdamdaki payı yüzde 35’ten yüzde 19’a geriledi.
Kırda, tarımda tutunamayanlar ya mevsimlik tarım işçiliğine yöneldiler veya kentlerin varoşlarına göçerek işsizliğe, marjinal işlere, sosyal yardımlara mahkûm oldular. Kentlere gelen, ancak iş ve aş bulamayan yoksul köylülerin denetimi daha kolay bir hale geldi.
Gerek bitkisel gerekse hayvansal üretimde “sözleşmeli üretim” devlet desteğiyle yaygınlaştırıldı. Tarım/gıda tekelleri ile küçük üreticiler arasında standart ilişki biçimi haline gelen sözleşmeli üreticilik uygulaması, küçük üreticilerin koşulsuz bağımlılığının yolunu açtı.
AKP’nin bir yandan uyguladığı yardım edilmiş yoksullar (3 milyonun üzerinde aile) yaratma politikaları ile emekçi sınıfları teslim alıp, biat etmelerini sağlayıp, kendine bağımlı hale getirirken; öte yandan onları dini muhafazakârlığa, cemaat ve tarikat yapılarına boyun eğdirdi
Kırda tutunabilen çiftçiler için popülist politika uygulamalarının yanı sıra bu uygulamaların yandaş basın yayın organları aracılığıyla sürekli ve abartılı biçimde propagandası yapıldı. Verilen destekler giderek daha fazla ad altında ödenerek, tarım daha çok destekleniyor havası yaratıldı. (Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels de “Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkar” demişti.) Buna karşılık, AKP’li yıllarda çiftçiye verilen nakit desteğin 10 katı faiz ödemeleri ile yerli ve yabancı rantiyeye ödendiği halde, bu gerçek halktan gizlendi.
2006 yılında çıkarılan Tarım Kanununa göre milli gelirin en az yüzde 1’inin tarımsal desteklemeye ayrılması gerekmektedir. Yani 2007-2017 yılları arasında tarıma 188 milyar TL destekleme ödemesi yapılması gerekiyordu. Şu ana kadar ödenen destekleme miktarı 88 milyar TL’dir. Yani devletin destekleme ödemelerinden dolayı çiftçiye 100 milyar TL borcu bulunmaktadır.
Tarımdaki tahribatın bilançosu
Türkiye tarımdaki mevcut potansiyelini değerlendiremiyor; yeterince üretemiyor, insanını doğru ve dengeli şekilde besleyemiyor, ihracatını artıramıyor, ithalatını düşüremiyor. Çünkü tüm bunlar ancak üretim maliyetlerinin düşürülmesi; destekleme araçlarının doğru ve amaca uygun olarak kullanılması; emekten, çiftçiden, üretimden yana istikrarlı politikalar uygulanması ile sağlanabilir.
2000’li yılların başından bu yana uygulanan neoliberal politikalarla, tarımı çökertme sürecinin temelleri atıldı. Tarımdaki tüm fiyat, girdi ve kredi destekleri kaldırılarak, üretimle hiçbir bağlantısı olmayan doğrudan gelir desteği (DGD) sistemi getirildi. Bu uygulama gerçek üreticilere hiçbir katkı sağlamadığı gibi, daha çok tarımla uğraşmayan arazi sahiplerinin yararına işledi.
yerli-ve-milli-diyerek-tarimi-yabancilara-teslim-ettiler-462973-1.
IMF-Dünya Bankası patentli programlar 2002 yılı sonunda kurulan AKP hükümetleri tarafından tavizsiz bir şekilde uygulandı. Tarıma yönelik destekleme kurum ve araçlarının tasfiyesi/işlevsiz hale getirilmesi, tarım desteklerinin azaltılması, tarım alanındaki KİT’lerin özelleştirilmesi/tasfiyesi, tarım satış kooperatiflerinin etkisizleştirilmesi sürdürüldü.
AKP’li yıllarda uygulanan emek karşıtı, üretim karşıtı, ithalata dayalı tarım politikalarının yıkıcı sosyo-ekonomik sonuçları bu süreçte iyice gün yüzüne çıkmaya başladı.
Tarım arazileri küçüld
Özetle AKP iktidarları döneminde;
» Nüfus 15 milyon kişi arttı; buna karşılık tarım sektörünün milli gelir, istihdam ve ihracata katkısı giderek azaldı.
» Tarımın istihdamdaki payı yüzde 35’den yüzde 19’a geriledi.
» Tarımın gayri safi yurtiçi hasıladaki payı yüzde 10’dan yüzde 6’ya düştü.
» Tarım katma değeri 2012 yılında 68 milyar dolar iken, 2017 yılında yüzde 24 gerileyerek 52 milyar dolara düştü.
» Aynı şekilde 2012 yılında 4 bin 57 dolar olan kişi başına tarım katma değeri 2017 yılında 3 bin 319 dolar olarak gerçekleşti.
» Tarımın en önemli girdilerinde (gübre, tarım ilacı, yem ham maddeleri gibi) ithalata bağımlı hale gelindi. (Günümüzde tarımın en başta gelen sorununu yüksek girdi maliyetleri oluşturmaktadır.)
» Tarım ürünlerinin çiftçinin elinden çıkış fiyatları 3 kat artarken; çiftçinin satın aldığı tarım girdilerinin fiyatları 5 kat arttı
» Çiftçi kayıt sistemine (ÇKS) kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 765 binden 2 milyon 132 bin kişiye düştü; yani 633 bin kişi azaldı. Çiftçiliği bırakan üretici sayısı oransal olarak yüzde 20’yi buldu.
* İşlenen tarım arazileri giderek azaldı; ürettiğinden para kazanamayan, emeğinin karşılığını alamayan çiftçimiz bu dönemde 3,2 milyon hektar araziyi ekmekten vazgeçti. 2002 yılında 26,6 milyon hektar olan tarım arazileri ise günümüzde 23,4 milyon hektara düştü. Tarımda kullanılan araziler yüzde 13 oranında azaldı
» 2002 yılında bankalar tarafından çiftçilere bankalar tarafından kullandırılan kredi 4 milyar TL iken, 2017 yılında 83 milyar TL’ye yükseldi. 2017 yılında çiftçinin kullandığı banka kredisi tarımsal destekleme ödemelerinin 6 katını aştı. Çiftçi kredi borçlarını ödeyememe korkusuna tutsak edildi.
yerli-ve-milli-diyerek-tarimi-yabancilara-teslim-ettiler-462974-1.
Tarımsal destek unutuldu
» Üretim planlamasının önemli bir aracı olarak uygulanması gereken tarımsal destekler, 2006 yılında çıkarılan kanuna göre milli gelirin en az yüzde 1’i olması gerekirken; binde 5-6’sını aşmadı.
» 2007-2017 yılları arasında tarıma 188 milyar TL destekleme ödemesi yapılması gerekiyordu. Ancak yapılan destekleme ödemesi sadece 88 milyar lirada kaldı. Yani devletin destekleme ödemelerinden dolayı çiftçiye 100 milyar lira borcu bulunuyor.
» Tarımdan, çiftçiden esirgenen destekler bütçe açıklarını kapatmak için alınan borçların faizlerine aktarıldı. Bir avuç yerli/yabancı rantiyeye milyonlarca çiftçiden 10 kat daha fazla ödeme yapıldı.
» Mısır, pirinç ve ayçiçeği dışındaki ürünlerde üretim istikrarsız bir seyir izledi; ya kendini tekrarladı veya üretim düşüşleri görüldü.
» 2002 yılında kişi başına buğday üretimi 294 kilo iken, 2017 yılında 266 kilodur. Üretimin yetersizliği nedeniyle son 15 yılda 46 milyon ton buğday ithal edilmiştir.
» Kişi başına nohut üretimi 10 kilodan 6 kiloya, kuru fasulye üretimi 4 kilodan 3 kiloya, kırmızı mercimek üretimi 8 kilodan 5 kiloya düşmüştür.
» Uygulanan ithalata dayalı politikalarla tarım dışa bağımlı hale getirildi. Türkiye artık ne kadar tarım-gıda ürünü ihracatı yapabiliyorsa o kadar da ithalat yapmaktadır.
189 milyar dolar ithalat
» AKP’nin 15 yıllık iktidar döneminde toplam 189 milyar dolarlık gıda ürünü ve tarımsal hammadde ithalatı yapıldı.
» 67 milyon ton yağlı tohum ve türevleri, 46 milyon ton buğday, 21 milyon ton soya, 14 milyon ton mısır, 11 milyon ton pamuk, 8 milyon ton ayçiçeği, 5 milyon ton pirinç ithal edildi.
» Yağlı tohum ve türevleri ithalatına 39, pamuk ithalatına 19, buğday ithalatına 13, soya ithalatına 9, ayçiçeği ithalatına 4,6, mısır ithalatına 3,5, pirinç ithalatına 2,2 milyar dolar ödendi.
» Cumhuriyet tarihinde ilk kez AKP döneminde kurbanlık hayvan ve saman ithalatı yapıldı.
» Sadece 2010 yılından bu yana 2,9 milyon büyükbaş, 2,5 milyon koyun-keçi olmak üzere toplam 5,4 milyon baş canlı hayvan ithal edildi
» Sadece 2010 yılından bu yana 236 bin ton kırmızı et ithalatı yapıldı.
» Yerli üreticilerimizin iflası pahasına yapılan canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı için 5,7 milyar dolar ödenmesine rağmen fiyatlarda düşüş sağlanamadı
» Genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) ürünlere ilk kez AKP döneminde izin verildi. Bu dönemde 26 adet mısır ve 10 adet olmak üzere 36 çeşit GDO’lu ürüne ithalat izni çıktı.
» Tarım arazileri cömertçe amaç dışı kullanıma açıldı; hidroelektrik santrallerle (HES’ler) dereler kurutuldu
» Büyükşehir Kanunu ile bir gecede 16 bin köy mahalleye dönüştürüldü.
Sonuçta küçük ölçekli aile işletmeleri tasfiye olmaya; buna karşılık görece büyüklerin ve tarım şirketlerinin ağırlığı artmaya başladı. Tarım/gıda sistemi uluslararası sermayenin çıkarlarına göre şekillendirildi, gıda egemenliğimiz çokuluslu şirketlerin güdümüne girdi.
Tarımın bu sarmaldan kurtulabilmesi; kendi insanımızın ihtiyaçlarına ve ülkemizin iklim ve toprak gibi özgül ekolojik şartlarına uygun olarak planlanmış; emek ve üretim odaklı bir programın uygulanmasına bağlıdır.

Afrin şeriat
"Türkiye Afrin'de şeriata ve etnik temizliğe dayalı bir yönetim kurdu"..!
Suriye’nin kuzey batısındaki Kürt kenti Afrin’in kontrolünün ele geçirilmesinin üzerinden henüz bir aydan biraz fazla bir süre geçti ama Türkiye ve onun cihatçı müttefikleri kentin İslami Şeriat kurallarına göre yönetilmesine yönelik bir planı müzakere etmeye başladılar bile.
Türkiyeli yetkililer muhalif El Rahman Lejyonunun liderleri kısa bir süre önce buluşarak, İslami bir polis gücünün, Şeriat mahkemelerinin ve diğer dini merkezlerin nasıl kurulabileceğini kararlaştırmak amacıyla bir toplantı yaptı.
El Rahman Lejyonu, Suriye’deki en büyük İslamcı muhalif güçlerden biri ve yakın geçmişe kadar Şam’da, muhalif güçlerin elindeki son bölge olan Doğu Guta’nın kontrolünü elinde tutuyordu. Söz konusu grup, Suriye hükümeti ile muhalif güçler arasında, Türkiye ile Rusya’nın aracılık yaptığı bir anlaşma sonucu kısa bir süre önce bölgeden çıkartılmıştı.
El Rahman Lejyonu, yine kısa bir süre önce, Şam’ın banliyölerinden gelen aileler ile birlikte Afrin kent merkezine yerleştirildi.
Afrin, 2012 yılından beri Kürt Halk Koruma Birlikleri (YPG) tarafından yönetiliyordu. Amerika’nın desteklediği YPG, seküler bir yönetim biçimini benimsemişti ve nispeten demokratik değerleri esas alıyordu.
Ancak Türkiye bu grubu Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) bir uzantısı olarak görüyor. PKK Kürtler için daha fazla haklar talep etmek amacıyla Türkiye güçlerine karşı 30 yıldır süren bir isyanı yürütüyor. ABD ve Avrupa Birliği PKK’yı bir terör örgütü olarak nitelendiriyor.
Ancak Amerika PKK ile YPG arasında net bir ayrım yapıyor ve YPG’yi Suriye’de IŞİD güçlerine karşı yürütülen mücadeledeki en etkili savaşçı güçlerden biri olarak görüyor.
YPG, Amerika’nın liderliğindeki koalisyon güçlerinin desteği ile bir çok bölgeyi IŞİD’in elinden kurtardı.
Afrin’de Türkiye’nin işgalinden evvel, çoğunluğu Kürt olan ama aralarında Hristiyan, Yezidi ve Alevi azınlıkların da bulunduğu 500 bin kişilik bir nüfus yaşıyordu. Bölgede ayrıca iç savaş mağduru ülkenin başka bölgelerinden kaçarak buraya sığınmış 300 bin Suriyeli de bulunuyordu.
Türkiye’nin operasyonu başladığında Erdoğan ve onun hükümeti, bu operasyonu Suriyeli Kürtler’e karşı bir cihat olarak nitelendirdiler. Türk vaizler söz konusu harekatı “kutsal bir savaş” olarak haklı göstermeye çalışan vaazlar verdiler.
Türkiye ve cihatçı gruplar şimdi Afrin’deki dini azınlıkları İslam’a dönmeye zorluyorlar. Örneğin Yezidi tapınakları militanlar tarafından yerle bir edildi. Bölgede yaşayan Yezidiler, İslam'a döndürülmek amacıyla zorla camilere götürüldüler.
Kürt gruplar Türkiye hükümetini bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye, Kürt sivilleri yerlerinden etmeye ve onların yerine Türkiye’deki mülteci kamplarından getirilen Sünni Arapları yerleştirmeye çalışmakla suçluyorlar.
Afrin’e düzenlenen askeri harekat sırasında Türkiye hükümeti, YPG’den ele geçirdiği bir çok sınır köyüne binlerce Suriyeli mülteciyi yerleştirdi. Türkiye ordusu bölgenin Kürt sakinlerini ve Suriyeli muhalif savaşçıları, evlerini ve topraklarını terketmeye zorladı.
Ancak Türkiye, Kürt güçlerini Afrin’den uzaklaştırdıktan sonra da Afrin’de yaşayan nüfusu yerlerinden etmeye ve onların yerine Afrin’e daha fazla Sunni Arap ve Türkmen ailesi getirmeye devam etti.
Cihatçılar, Kürtçe konuşan azınlıkları kafir olarak görüyorlar.
Kadınlar çarşaf giymeye ve İslami giyim kurallarına uymaya zorlanıyorlar. Bunlar, IŞİD’in Irak ve Suriye’deki kentlerde tesis ettiği acımasız yönetimler döneminde yapılan uygulamaları andırıyor. Bu uygulamalara itiraz edilen kadınlar zulme uğruyor ve kaçırılıyorlar.
Şeriat mahkemelerinin kurulması ve bir şeriat polisinin oluşturulması, Türkiye’nin ve onun cihatçı müttefiklerinin Afrin’de zaten fiilen başlatmış oldukları bir uygulamayı resmi zemine oturtmak dışında bir anlam taşımayacak.