Braveheart (Cesur Yürek) filmini izleyenler bilir. Filmin en çarpıcı sahnelerinden biri de İskoçya’nın özgürlüğü için mücadele eden William Wallece’ın Edinburg’da Bruce’un cüzzamlı babasının başını çektiği soyluların ihanetine uğramasıdır. Film ilerledikçe yakalandığı hastalık (cüzzam) nedeniyle yüzündeki etler daha fazla dökülen Bruce’un babası, İskoçya’nın özgürlük mücadelesi karşısında İngilizlerle işbirliği yapan ama tarihsel-toplumsal akışın karşısında çürüyüp yok olmaya mahkûm bir sınıfı (feodal soyluları) sembolize eder.
Kürtlerin içeride ve dışarıda tarihlerinin en büyük yıkım-saldırılarından biriyle karşı karşıya kaldığı bir dönemde felçli haline aldırmadan Afrin’den İzmir’e her fırsatta ‘Reis’in (Erdoğan) yanında boy gösteren İbrahim Tatlıses nedense bizlere Burce’un cüzzamlı babasını hatırlatıyor. Tatlıses’in, BM raporlarına göre Afrin’den 137 bin Kürt göç etmek zorunda bırakılmışken Hatay’a Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte gidip burada “Yaylalar” türküsünü söylemesinin Kürtlerde uyandırdığı duygu acaba Edinburg soylularının ihanetinden sonra İskoçyalıların yaşadıklarından farklı mıdır?
İbrahim Tatlıses, yoksul bir aşiret çocuğu olarak başladığı yaşam yolculuğunu bugün sadece ünlü bir şarkıcı-türkücü olarak değil, aynı zamanda hatırı sayılır bir serveti olan bir ‘işadamı’ olarak sürdürüyor. Tatlıses’in 1977’de gittiği İstanbul’daki müzik piyasasında kabul görmesinde sesinin ve yeteneğinin payı tartışma götürmezdir. Ancak bu kabulün arka planında başka bir sosyolojik gerçek vardır. Bu sosyolojik gerçek, devletin cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Kürt ulusal uyanışına/mücadelesine karşı aşiretlerle yaptığı işbirliğidir. Bu nedenle İbo’nun aşiretçi gelenekleri yansıtan tavırları hep ‘hoşgörü’ ile karşılanmıştır. Çünkü aşirete bağlılık, aynı zamanda devlete bağlılık olarak anlam kazanıyordu.
Aynı nedenle mesela İbo’nun 2002 seçimlerinde milliyetçi-ırkçı Türk partisi ‘Genç Parti’den milletvekili adayı ve sonraki seçimlerde üç kez üst üste AKP’den milletvekili aday adayı olması da şaşırtıcı değildir. Çünkü işbirlikçi aşiretler Kürt ulusal mücadelesinin karşısında hep MHP, DYP, ANAP ve son 15 yılda AKP gibi Kürt coğrafyasında devleti temsil eden partilerden aday oluyordu. Ayrıca son 30 yılda aşiretlerin devletle işbirliği, Kürt ulusal mücadelesine karşı aşiretlerin silahlandırılmasına dayanan ‘koruculuk sistemi’ üzerinden yeni bir boyuta taşınmıştı. İbo gibi Ş.Urfa’lı olan Bucak aşireti lideri Sedat Bucak’ın 1996’daki ‘Susurluk kazası’nda gözler önüne serilen Türk kontrgerillası ile ilişkisi bu konuda fazla söz söylemeyi gereksiz hale getiriyor.
Neyse…2011’de İstanbul’daki müzik piyasasının bir parçası olan mafya içi bir hesaplaşmada silahlı saldırıya uğrayarak sol tarafı felçli olarak yaşamını sürdüren İbrahim Tatlıses, 24 Haziran seçimlerinde bu kez İzmir’den AKP aday adayı oldu. Ancak bu sefer adaylığı kesin gibi. Çünkü Tatlıses’in adaylığını 28 Nisan’daki İzmir mitinginde bizzat AKP Genel Başkanı Erdoğan açıkladı. Erdoğan’ın sahneye çağırdığı Tatlıses, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde Erdoğan’ın oğlu İdo’nun üşüdüğü villaya “kendi doğalgazından gaz vermesini” (!) büyük bir minnetle anlattı. Erdoğan da Tatlıses’in Hatay ziyaretinde Afrin ve Menbiç’e uyarladığı “Yaylalar” türküsünü söylemesini öve öve bitiremedi.
İzmir’i uçurmak için aday olduğunu söyleyen Tatlıses’in bunu nasıl yapacağı sorusuna yanıtı çok basit: “İzmirliler bize oy verecek, biz de ‘Beyefendi’den isteyeceğiz!” AKP genel merkezinde katıldığı mülakattan sonra kazanması durumunda neler planladığına yönelik soruya da benzer bir yanıt veriyor:“Planımız yok. Beyefendinin yanında durmak yeter bize.” Tatlıses’in bu yanıtlarına şaşmamak gerekiyor; çünkü o, belli ki tek adam rejimini fazlasıyla aşiret reisliğine benzetiyor. Haksız da sayılmaz, ne de olsa her ikisinde de ‘reis’e biat etmek, sonra ‘reis’ten isteyip inayet beklemek esastır.
Evet, “Beyefendinin yanında durmak bize yeter” diyen İbrahim Tatlıses, onlarca yıldır devletin yanında duran aşiret reislerinin sözcülüğüne soyunmuş gibidir. Onun yola yoksul bir aşiret çocuğu olarak çıkmış olması, gelinen yerde burjuvalaşma yoluna girmiş olan işbirlikçi aşiret reislerinin sözcüsü haline geldiği gerçeğini değiştirmiyor. İşte bu yüzden kendisi ancak yardımla ayakta kalabiliyorken “beyefendinin yanında durmak bize yeter” demesi, bize Braveheart’taki (Cesur Yürek) Bruce’un cüzzamlı babasını hatırlatıyor. Çünkü “Ayağımda Kundura”yı söyleyen yanık sesli yoksul aşiret çocuğu yerini çoktandır ‘Reis’in kendi ulusuna karşı baskı ve şiddet politikalarına destek için “Yaylalar”ı söyleyen hasta adama bırakmıştır. Bu hasta adamın ağır hareketlerle ve ancak başkalarının desteğiyle ‘Reis’in yanında durmaya çalışması, sanki sözcülüğüne soyunduğu sınıfın tarihini akışı ve ulusal özgürlük mücadelesi karşısında çürümeye mahkûm olduğunu haber vermektedir. Tıpkı İskoç soyluları gibi…
Yusuf Karataş
Evrensel