24 Mayıs 2018 Perşembe

Doların Ateşi Emekçileri Yakıyor..!


Türkiye de gündem çok hızlı değişiyor. Arkasında yetişmek güçleşiyor. Bugünün gündemi AHP-MHP’nin ittifak içinde dayattığı baskın seçim. Hemen herkes seçimleri konuşuyor. Herkes seçimlere ilişkin hesap-kitap yapıyor. Öte yandan alttan alta gittikçe kötüleşen çok önemli bir konu var: Ekonomi. Ülke ekonomisinin kötüye gittiği konusunda mevcut siyasi iktidar dışında genel bir uzlaşma var. Hatta mevcut siyasi iktidar içerisinde yer yer sesini yüksekçe çıkarmaya çalışanlar bile oluyor. Bu seslerin hemen bastırılmaya çalışılması, seslerin varlığı gerçeğini değiştirmiyor. Onlar da işlerin kötü olduğunu ve daha da kötüleşeceğini biliyorlar.
Ekonominin kötüye gitmesini su üzerine çıkaran önemli göstergelerden biri dolar kurundaki artış. 2002 yılında 1 dolar 1,4 lirayken şu an itibariyle 4,5 lirayı geçmiş durumda. Maalesef tablo hiç iç açıcı değil.
Türkiye’de özel sektörün ve devletin toplam dış borcu 438 milyar dolar ve bu yıl ödenmesi gereken dış borç toplamı 102 milyar dolar. Söylemesi ve yazması kolay olsa da 102 milyar dolar çok büyük para. Bunun yanı sıra Türkiye’nin bu yıl dışarıya yaptığı satış ile dışarıdan aldıkları arasında yaklaşık 50 milyar dolarlık bir farkın oluşacağı öngörülüyor. İsteyen bu rakamları Merkez Bankası internet adresinden kontrol edebilir. Anlayacağınız üzere Türkiye’deki mevcut sistemin çarklarının dönebilmesi için çok muazzam miktarda dolara ihtiyaç var ve bütün dünya da bu gerçeği biliyor. Burada bir duralım ve alınan borçlarla ülkede neler yapıldı buna bir bakalım.
Türkiye’de son on beş yılda çok sayıda duble yol, köprü, tünel, havaalanı, hızlı tren hatları yapıldı. Bunlar belki kulağınıza olumlu şeyler olarak geliyor ama bitmedi. Şehirlerde muazzam bir yapılaşmaya gidildi. Devasa gökdelenler, alışveriş merkezleri, rezidanslar ve yüz binlerce konut üretildi. Yaygın söylem ile para betona gömüldü ve artık konutlar satılmıyor. Ülkenin en büyük ekonomik faaliyeti olan inşaat sektörü durdu. Son kredi indirimleri felâket öncesi son çırpınışlar niteliğinde. Bedeli ağır olacak, ödenecek fatura giderek kabarmaktadır.
Şimdi bu yıl ödenmesi gereken 102 milyar dolar nasıl ödenecek buna bakalım. İlk olarak Merkez Bankasının 80 milyar dolarlık toplam döviz rezervi var. Bunun yanında turizm ve çeşitli ürünlerin dış satımları da ülkeye döviz getirecek. Öte yandan mevcut merkez bankası rezervi, turizm ve ihracat toplamı dış borcu karşılamaya yetmiyor. Bu tabloya yaklaşık 50 milyar dolarlık cari açığı da eklemek lazım. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve özel sektörün çok fazla dolara ihtiyacı var.
Peki, bu işin içinden nasıl çıkılacak? Sistemin izin verdiği tek çözüm: yeniden borçlanılacak. Peki, hangi koşullar altında? Başka ülkelerde risksiz para kazanmak varken sermaye neden kendini Türkiye’de riske atsın? Elbette daha büyük kazanç ve lehte daha büyük tavizlerle mümkün olacak bu çözüm. Bu da borcun yüksek faizle verilmesi demek. Yani dış borcumuz giderek artacak. Peki, devlet bu durumda neye abanacak? Tabii ki vergilere... Özel sektör de işçiye…
Bütün bunlardan bana ne diyorsan kardeşim, çok ciddi yanılıyorsun demektir. Bir şekilde ülkemizdeki tüm dış borçlar devlet garantisindedir. Özel sektörün borçlandığı bankaların garantörü devlettir. Böylece ülkemizdeki mevcut ekonomik sistem gereği devlet bu borçlara kefildir. Seçim geçtikten sonra ekonomi daha da kötüye gidecek. Bunun anlamı pek çok zammın, artan enflasyonun, pek çok iflasın, belki de toplu işten çıkarmaların bizleri beklediğidir. Yaşam koşullarımız daha da kötüleşecek, belki işsiz kalacağız. Belki 2019’da krizi gerekçe göstererek ücretlerimize hiç zam yapmayacaklar. Pek çok sosyal hak tırpanlanacak. İstemesek de borç faturasına ortak edileceğiz. Kapitalist sistem ve onun savunucularının çözümü budur.
Bu kötü durumun karşısında durabilecek tek güç örgütlü işçi sınıfıdır. Bizler milyonlarız, yaşamı var ediyoruz.
İşçi ve emekçiler çok çalışıyor, az kazanıyorlar. Haliyle bu ekonomik krizin sebebi işçi ve emekçiler değil. AKP iktidarı ve sermaye, krizin faturasını Faturayı emekçilerin sırtına yüklemek istiyor. Ama işçiler ve emekçiler krizin faturasını kabullenmemelidir. Kuşku yok ki, bunun yolu da örgütlenmekten ve mücadele etmekten geçer. Başka bir yol ve çıkış emekçiler için yoktur.