21 Mayıs 2018 Pazartesi

Daha ne kadar Filistinliler bir halk değilmiş gibi davranacağız..!


Canavarca. Dehşete düşürücü. Bugün Ortadoğu’da olanlarla ilgili dilimizden kelimeler nasıl da dökülüveriyor, tuhaf. Altmış Filistinli öldü. Bir günde. İki bin dört yüz kişi yaralandı, hem de yarısından fazlasına doğrudan ateş edilerek. Bir günde. Bu rakamlar, herhangi bir ordu için, bir zulüm, ahlakilikten yüz çevirme, bir rezalettir.
Peki bizlerin İsrail ordusunun “ahlaki bir savaş” yürüttüğüne mi inanmamız bekleniyor? Yine bir başka soru daha sormak durumundayız. Eğer bu hafta bir gün içinde 60 Filistinli öldürülmüş ise, ya bu sayı gelecek hafta 600 olursa? Ya da gelecek ay 6 bin olursa? İsrail’in tatsız bahaneleri –ve ABD’nin verdiği çiğ yanıt– bu soruyu ortaya koyuyor. Eğer bu ölçekteki bir katliamı bugün kabul edersek, gelecek günlerde, haftalarda ve aylarda bağışıklık sistemimiz daha ne kadarını kaldıracak kadar ileri gidebilir?
Evet, bütün bahaneleri biliyoruz. Gazze gösterilerinin arkasında –yozlaşmış, sinik, “ahlakilik”ten nasibini almamış– Hamas vardı. Bazı protestocular şiddet eğilimliydi, sınırın ötesine ateşe verilmiş uçurtmalar –uçurtmalar, allah aşkına– yolladılar, taş attılar; taş atmak ne zamandan beri herhangi bir uygarlaşmış ülkede bir asli saldırı kabul edilir oldu? Eğer sekiz aylık bir bebek göz yaşartıcı gaz soluduğu için öldüyse, annesi babası ufacık çocuklarını Gazze sınırına getirmekle ne yapmaya çalışmış diye mi soracağız? Bu sözler böyle sürüp gidiyor. Elimizde uğraşmamız gereken Mısır’daki Sisiler, Suriye’deki Esadlar ve Yemen’deki Suudiler varken, neden ölü Filistinliler hakkında şikayet edip duruyoruz? Fakat hayır, Filistinliler her zaman suçlu olmak zorundadır.
Kurbanların bizzat kendileri suçludurlar. İşte Filistinlilerin 70 yıldan bu yana katlanmak sorunda oldukları şey tam da budur. Filistinlilerin yetmiş yıl önce, İsrail Yahudileri “denize dökülene kadar” evlerinden dışarı çıkmalarını söyleyerek radyo kanallarının talimatlarını takip ettikleri bahanesiyle, aslında zorlandıkları kendi göçleri nedeniyle nasıl suçlandıklarını hatırlayın. Bunu kanıtladıkları için İsrail’in “yeni tarihçilerine” hâlâ müteşekkiriz. Tabii ufak bir ayrıntı; böyle radyo yayınları hiç olmadı. Radyo yayınları bir efsaneydi, İsrail’in –başka insanların evleri üzerine kurulmuş olmaktan ziyade– yeni devletin bir halksız toprakta kurulmuş olduğundan emin olmak için icat edilmiş kurucu ulusal tarihinin bir parçasıydı.
Yine, o eski namertçe muhabirliğin medyanın Gazze’de olup bitenlere dair haber yapma tarzını zehirlemeye başlama biçimini izlemek de ayrıca hayret vericiydi. CNN İsrail’in katliamını bir “sıkı önlem” olarak adlandırdı.
Filistinlilerin trajedisine yönelik pek çok haber kanalında söylenenler, Filistinlilerin –sanki “Nakba” gününde (ki bilindiği üzere “felaket” demektir) tatilde olmaları gerekiyormuş gibi– 70 yıl önceki “yerlerinden edilmeleri”ne ve o toprakların kendi yurtları olmaktan çıkmasına atıfta bulunuyordu. Burada kullanılması gereken kelime tam olarak şudur: gasp. Çünkü o kadar yıl önce Filistinlilere yapılan şey ve –bugün, siz bu satırları okurken– Batı Şeria’da olan şey budur. Donald Trump’ın üvey oğlu, Arap topraklarında ve nesillerdir bu topraklara sahip olmuş ve burada yaşamış Araplardan gasp edilen topraklarda inşa edilen rezil ve yasadışı sömürgeci yerleşimlerin destekçisi Jared Kushner gibi adamlara peşkeş çekilmektedir.
Böylece geçen haftaki bütün uğursuz olayların en iğrencine gelmiş olduk: Gazze’deki rasgele kan banyosu ve Kudüs’te yeni ABD büyükelçiliğinin ihtişamlı açılışı.
“Barış açısından büyük bir gün” diye ilan etti İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu. Ben bu sözleri duyduğumda, kulağımda bir sorun falan olduğunu zannettim. Gerçekten bu sözleri mi söyledi? Ne yazık ki, söyledi. Bu türden zamanlarda, İsrailli günlük gazete Haaretz gibi yayınların haysiyet duygusunu sürdürdüklerini görmek büyük bir rahatlama sağlıyor. Yine, en kayda değer haberler, Michelle Goldberg’in hem Gazze’deki dehşeti hem de Kudüs’teki büyükelçilik açılışını mükemmel biçimde yakaladığı New York Times’ta çıktı.
New York Times’ta Goldberg şunları yazdı: “grotesk, gülünesi… şahin Yahudiler ile Yahudilerin İsrail’e geri dönmelerinin kıyametin ve İsa’nın dönüşünün habercisi olacağına ve dinlerini değiştirmeyen Yahudilerin ateşlerde yanacağına inanan Siyonist evanjelikler arasındaki sinik ittifakın bir izdivacı.” Goldberg, büyükelçilikteki törenin açılış duasının Dallaslı protestan papaz Robert Jeffress tarafından yapıldığına işaret ediyordu.
Yine Jeffress, daha önceki zamanlarda “Mormonculuk, İslam, Yahudilik, Hinduizm” gibi dinlerin insanları “cehennemde Tanrı’dan sonsuza dek ayrılmaya” ittiğini söyleyen kişiydi. Goldberg, kapanış kutsama duasının ise, zamanında Hitler’in Yahudileri ata topraklarına sürmek üzere Tanrı tarafından yollandığını söyleyen miadı çoktan dolmuş vaiz John Hagee tarafından yapıldığını hatırlattı.
Goldberg Gazze’ye dair şu sözleri ekliyordu: “Filistinlilerin geri dönüş hakkını tamamen görmezden gelseniz bile –ki ben, İsrail’in bir Filistin devleti olasılığını bugün daha da zor hale getirdiğine inanıyorum– bu durum İsrail ordusunun orantısız şiddetine bahane olamaz.” Bense, Goldberg’in düşündüğü gibi, Demokratların İsrail işgalini tartışmak konusunda daha cesaretli hale geldikleri konusunda pek emin değilim. Fakat bana göre Goldberg, Trump başkan olduğu sürece “İsrail Filistinlileri öldürebilirler, evlerini yıkabilirler ve hiçbir yaptırıma uğramaksızın topraklarını gasp edebilirler” sözlerinde haklıdır.
Modern zamanlarda bütün bir halkın –Filistinlilerin– bir halk-olmayan yığın olarak muamele görmesiyle nadiren karşılaşıyoruz. Lübnan’daki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında –bu ikisi de halen daha uğursuz isimlerdir– çöplerin ve farelerin arasında, 1940’ların sonlarının ilk mültecileri tarafından Celile’den Lübnan’a getirilmiş olan eşyaların bulunduğu bir baraka müze mevcut: kahve fincanları ve uzun zaman önce yok edilmiş evlerinin anahtarları. Bu insanların pek çoğu, birkaç gün içinde geri dönmeyi planlayarak evlerinin kapılarını kilitleyip çıkmışlardı.
Fakat bu insanlar, bu nesil, aynen İkinci Dünya Savaşı nesli gibi hızla ölüp gitti. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde bir araya getirilmiş olan Filistinlilerin zorla sürgününe (hayatta kalan en az 800 kişi kayıtlı) ilişkin sözlü arşivlerde bile, pek çok sesin bu insanların çoktan ölmüş oldukları 1990’lı yıllarda kaydedildiği ortaya çıkarıldı.
Peki, Filistinliler eve gidecekler mi? “Geri dönecekler” mi? Benim düşüncem, bunun, sadece “geri dönülecek” evlerin olması nedeniyle değil, aynı zamanda –BM kararları çerçevesinde– kendi haklarını talep eden ve bir dahaki sefere Gazze’deki sınırdaki tel örgülere on binler olarak geri dönebilecek olan milyonlarca Filistinlinin var olması nedeniyle, İsrail’in en büyük korkusudur.
Böyle bir durumda İsrail kaç tane keskin nişancıya ihtiyaç duyacak? Kuşkusuz burada yine acınası ve gülünç ironiler söz konusu. Gazze’de büyükbabaları ve büyükanneleri Gazze’ye bir adım mesafesindeki evlerinden, bugün İsrail’in Sderot kasabasının bulunduğu iki Filistinli köyünden sürülmüş aileler olması nedeniyle, Hamas da buralara bu kadar sık roket atıyor. Kendi toprakları halen daha gözlerinin önünde. Ve kendi toprağınız gözlerinizin önünde olduğunda, eve gitmek istersiniz.