Hafta sonunda Türkiye sınırlarında
dolaştık uzun uzun. Rehberlerimiz, eğitimleri, kültürleri ve yaşam
felsefeleriyle birbirinden çok farklı iki yönetmendi. Kullandıkları diller de
birbirine zıttı. Birleştikleri tek nokta, önemli konuları beraberinde getiren
kadın portreleri çizmeleriydi.
Biri, üstelik kadın olanı, geçmişte
kaldığını umduğumuz türden ağdalı ve duygusal, sözümona etkileyici, aslında
manipülatör sinema dilinden vazgeçemezken; diğeri, sıcak ve duyarlı yaklaşımıyla,
incelikli bir derinlik sergiliyordu.
Biri, Suriye ve Irak sınırlarımızın
hemen ötesinde yaşanan savaş gerçeğinin en karanlık yüzünü, kadın ve çocuklara
yönelik cinsel şiddetin dehşet verici boyutlarını Cannes güneşine taşımaya
çabalarken; diğeri, geleneksel yaşamın binlerce yıllık ağırlığından kurtulmak
için silahsız savaş vermeyi sürdüren Azeri kökenli İranlı kadınların farklı
biçimlere bürünen direnişlerini sevecen bir yaklaşımla, şiirsel bir dille, usul
usul anlatıyordu...
Üç yıl önce ilk uzun filmi “Bang Gang”
ile karşıt tepkiler doğuran Eva Husson’un (1977) bu yıl “Güneşin Kızları”yla
(Les Filles du Soleil) sergilediği yüzeysellik, Altın Palmiye yarışının
düzeyini düşürür nitelikte. Genç Fransız kadın yönetmenin savunulacak bir yanı
yok pek. Çok önemli bir konuyu, 2015’te Sincar bölgesinde esir alınan, her
türlü şiddete ve tecavüze maruz kalan kadınların silahlanarak IŞİD’e karşı
direnişlerinin öyküsünü, naif bir duygusallık içinde cömertçe harcamış. Yezidi/
Kürt kadın direnişçilerin kırmızı halı üzerinde boy göstererek savaş suçlarını
bir kez daha lanetlemeye olanak vermesinin ötesinde ne yazık ki pek yararı
olmayan “Güneşin Kızları” basın gösteriminde en çok ıslıklanan film oluyor...
Cezalı bir yönetmen
Sınırlarımızın biraz daha kuzeydoğusuna
yönelince, yasaklı yönetmen Jafar Panahi’nin (1960) rehberliğinde rahat rahat
soluklanarak; çok daha çekici, anlamlı, düşündürücü, güzel bir gezintiye
çıkıyoruz. Film çekmesi bile yasak olan Panahi, gözlemci/ şoför rolünde,
özkimliğiyle çıkıyor karşımıza. Yol filmi türündeki “Üç Çehre” (Se Rokh), erkek
egemen toplumun geleneksel baskısı altında nefes alamayan ama direnen her
yaştan kadın portreleri çiziyor. Çaresizliklerini nasıl aştıklarını, bir nebze
özgürlük için ne gibi ‘dahiyane’ stratejiler geliştirebildiklerini anlatıyor.
Kendisi de Azeri kökenli olan Panahi, bu arada başkentin sinema çevrelerini de
ince ince eleştirmekten geri durmuyor... Azeri Türkçesinin Farsçadan daha fazla
konuşulduğu “Üç Çehre”, duyarlı, içtenlikli bir deneme. Yasaklardan bunalan
cezalı bir yönetmenin, sinemasal başkaldırısının duyarlı ürünü... Filmin basın
toplantısında, başörtüleri yarı açık güzel kadın oyuncular, Panahi’nin sesine
tercüman oluyorlar. Çok hoş bir ses bu...
Beklenmedik başka bir hoş ses, Fransız
kadın yönetmen Vanessa Filho’nun “Belirli Bir Bakış “seçkisinde yer alan ilk
filmi “Gueule d’ange“ın (Melek Yüzlü) sıcak sesi oldu... Alkolik bir anneyi
canlandıran yetenekli oyuncu Marion Cotillard bile, filmde 8 yaşındaki kızını
olağanüstü bir yorumla canlandıran çocuk oyuncu Ayline Aksoy- Etaix’in
gölgesinde kalıyor sanki. Akdeniz mavisi bakışlarında yoğunlaştırmayı başardığı
duygu yüküyle beklenmedik inandırıcılıkta bir oyunculuk sergileyen küçük
Ayline, uzun uzun alkışlanıyor. Babası Türk olan Ayline, “Türkçeyi anlıyorum
ama iyi konuşamıyorum” diyor... Bu yeni yetenekli oyuncuyu keşfeden Vanessa
Filho da, 19 adayı olan “Altın Kamera” ödülü için son listeye kalabilecek
özgünlükte başarılı bir giriş yapıyor sinema dünyasına...
‘Haydi tırmanalım!’
Sinema sektörünün erkek egemen tavrına
itirazla, başta 89 yaşındaki Fransız efsane Agnes Varda olmak üzere Altın
Palmiye jüri başkanı Cate Blanchett, jüri üyeleri Ava DuVernay ve Kristen
Stewart, ayrıca Jane Fonda ve Salma Hayek gibi ünlülerin de yer aldığı 82
sinemacı, meşhur Cannes galalarının yapıldığı Grand Lumiere Tiyatrosu’nun
merdivenlerini sessizce çıkarak protesto eylemi yaptılar. 71 yıllık Cannes
tarihinde ancak 82 kadın sinemacının filmi yarışmada yer bulabilmişti ve buna
karşılık erkekler tarafından yönetilen 1.645 film gösterilmişti. Protesto
bildirisini okuyan Agnes Varda, “Haydi Tırmanalım” sloganıyla sosyal hayatta da
iş hayatında da merdivenleri tırmanmanın güçlüğünden ve bu düzeni değiştirme
gücünden söz etti.