1 Kasım 2016 Salı

Demirtaş: Faşist bloka mecbur değiliz, demokratik blok oluşturalım..!

Partisinin grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş muhalefete, “Bu faşist bloka mecbur muyuz, neden demokratik bir blok oluşturmayalım” diye seslendi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eş başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın tutuklanmasının bütün toplumu esir alma siyasi projesinin ayaklarından olduğunu belirten Demirtaş, “Bu bir rehin almadır. Kaçırılmadır. Arkadaşlarımız şu anda iktidarda olan bir çete tarafından kaçırılmıştır” dedi.
Belediyelere kayyum atılmasıyla ilgili Binali Yıldırım’a da seslenen Demirtaş, “Havuz medyanızda, lağım medyanızda bu iftiraları kampanyaya dönüştürürken hiç mi utanmıyorsunuz? Başbakan, hiç mi utanmıyorsun, sıkılmıyorsun. Çık açıkça söyle, hırsızlıkla, alıştığımız yöntemle belediyelere el koyuyoruz de” dedi.
IMC TV ve Hayatın Sesi TV’nin Saray iktidarı tarafından kapatılmasıyla grup toplantısı canlı yayınlanmayan HDP, Periscope ve Facebook’tan canlı olarak Demirtaş’ın konuşmasını yayınladı.
Demirtaş’ın konuşmasından satır başları şöyle:
“Erdoğan yıllardır Diyarbakır’da oy çokluğunun hayalini kurmuştur”
Hukuk devletinin askıya alındığı toplumda yaşamak kolay değil. Hak arayıcıları hiç kendileri için değil, ötekileştirilmiş herkes için mücadele ediyor. Saray’ın etrafında beslenen leş kargalarını saymazsanız toplumun tamamı hukuksuzluk altında inliyor. Herkesin bir yakını ya tutuklanmıştır, ya soruşturma altındadır ya da korkuyordur. Böyle bir ortamda hepimizin birleşebileceği temel ilkeler adalet ilkeleridir. İnsan haklarının, hukukun evrensel ilkeleridir.
Size iç karartıcı bir konuşma yapmak istemezdim ama gün geçmiyor ki bir faşizan saldırıya imza atılmasın. Gültan Kışanak, Fırat Anlı, Ayla Ata uzun yıllardır siyasette olan, parlamentoda, yerel yönetimlerde görev yapmış, siyasi şahsiyetler. Başlarına gelenleri görüyorsunuz. Büyük bir komplo, iftira kampanyasıyla, sandık yoluyla kazanamadıkları belediyeyi ele geçirme operasyonunu nasıl pervasızca, aleni gerçekleştirdiklerini gördünüz. Tayyip Erdoğan çok uzun yıllardır, siyasete girdiği günden bu yana Diyarbakır’ın hayalini kurmuştur. Diyarbakır’da oy çoğunluğunun hayalini. Ama Diyarbakır ona hep kabus yaşatıyordu. Hangi yöntemle olursa olsun alınacak talimatını veriyor.
“Tek bir belediyemizin kasasından para gitmemiştir, halkın parasıdır”
Biz seçim bildirisi dağıttık, onlar para dağıttılar. Müşahitlere baskı yaptılar, mitingleri yasakladılar, bildirileri yasakladılar. Gönüllü çalışanların desteğiyle seçimleri kazandık. Şimdi 15 Temmuz darbe girişimi ‘Bu bize Allah’ın lütfudur’ sözünün neden söylendiği anlaşılıyor. Bütün kirli hayallerini gerçekleştirme fırsatını yakaladı. Gücünün yetmediği ne kadar kanunsuzluk, ilkesizlik varsa şimdi aleni bir şekilde yapabiliyor. Diyarbakır Belediyesi’ne yapılan operasyonun nedeni budur. Her belediyede müfettişler yıllık denetim yaparlar ve bir oda tahsis edilir. Yıllardır tek bir hırsızlık, yolsuzluk bulamıyorlar. Sizce 15 yaşında bir çocuğu yaka paça içeri atan bir yargı, belediyelerden 1 lira dağıtılmış olsaydı savcı itiraz etmez miydi? Bunu belgelemiş olsalar o belediye başkanı çoktan tutuklanmış olmaz mı?
Bu süre zarfında tek bir belediyemizin kasasından ne dağa, ne bayıra tek kuruş para gitmemiştir. Resmi bütçeler var. Ankara’dan para gelir, nereye harcanacağı bellidir. Böyle saçmalık mı olur? İkincisi bizim hiçbir görevlimiz dağa, oraya, buraya para göndermekle görevli değildir. Halkın parasıdır. Savcının değil, bizim en sert şekilde eleştirimize maruz kalırlar. Her açıdan asla kabul edeceğimiz bir şey değil. Peki, bunlar utanmadan, sıkılmadan yalanlar sallarken savcılar bu iddiaya bakıyor mu? Yok. Belediye eş başkanlarımıza sorduğu sorulara bakıyorsunuz, böyle bir iddia da yok. Havuz medyanızda, lağım medyanızda bu iftiraları kampanyaya dönüştürürken hiç mi utanmıyorsunuz? Başbakan, hiç mi utanmıyorsun, sıkılmıyorsun. Çık açıkça söyle, hırsızlıkla, alıştığımız yöntemle belediyelere el koyuyoruz de.
“Teröre yardımdan yerine kayyum atanacak Gökçek ve Topbaş’tır”
Belediyeler terör örgütüne yardım ettiğinde kayyım atama gerektiğinde iki örnek vereyim size. Kadir Topbaş ve Melih Gökçek. Cemaat’e neler verdiklerini övünerek anlattılar. Parsel parsel Ankara’yı satmış olan adama kayyım atayın. Kandıra Cezaevi’ne göndermeniz gereken Gültan Kışanak ve Fırat Anlı değil; Melih Gökçek’tir, Kadir Topbaş’tır. Diyeceksiniz ki bunların elebaşı sarayda, doğru. ‘Ne istedilerse verdik’ demedi mi? Fakat sihirli bir cümle bulmuş, ‘Allah bizi affetsin.’ Allah sizin belanızı versin be. Bunların hepsi kandırılmış; memur, işçi, polis ‘Kandırıldık’ bile diyemez.
Bu görevden aldığınız halk çok zeki. Onları kandıramamışlar, siz saf, keriz olduğunuz için sizi kandırmışlar. Ülkenin bu kadar saf tarafından yönetilmesi yanlış bir şey, istifa edin. Yıllarca sizi rahat kandıranlara karşı bir kez daha kandırılamayacağınızın garantisini verebiliyor musunuz?
“Adil yargılama olsa arkadaşlarımız tutuklanmazdı”
Malına el koyuyorsunuz, mülküne el koyuyorsunuz, maaşına, yetmiyor, annesini babasını rehin alıyorsunuz. Biz bunları normal karşılayabilir miyiz? Bu kadar huzursuzluk yaşanırken darbeciler darbe yapmaya çalıştı diye toplumun tamamına zulüm yapılmasına sessiz kalabilir miyiz? Gültan Kışanak – Fırat Anlı meselesi sıradan bir yargı operasyonu değil. Bütün toplumu esir almak siyasi projesinin ayaklarından biridir. Tutuklanmış bütün siyasetçi arkadaşlarımızın ‘tutuklandı’ şeklinde hukuki kavramla açıklanmasını doğru bulmuyorum. Bu bir rehin almadır. Kaçırılmadır. Arkadaşlarımız şu anda iktidarda olan bir çete tarafından kaçırılmış, Kandıra denilen bir yerde rehin tutuluyorlar. Adil bir yargılama olsa, zaten arkadaşlarımızın tutuklanmasına gerek kalmayacaktı. Yargılanmalarına belki gerek kalmayacaktı.
Ortada bir çete var. Hükümet yok, çeteye bağlı faaliyetler var. Mafya raconu diye bir şey vardır. Bunlarda o da yok. Onun da alt seviyesindeler. Ülkeyi ele geçiren zat çıkıp ‘Ne mağduriyeti ya’ diyor. Ülkenin yarısı doğrudan mağdur, yarısı bundan dolayı mağdur.
“Cesaret bulaşmasın diye medyada sansür var”
Medyada ağır bir sansür. Çünkü korku nasıl bulaşıcıysa, cesaret de bulaşıcı. Bir kişinin cesaretinden toplum da cesaretlenir. Muhalefetin sesi hiçbir yere ulaşmasın diye basına yönelik darbe süreci devam ediyor. Dün Cumhuriyet’in başına gelenleri biliyorsunuz. Neredeyse bütün köşe yazarlarını yaşına bakmaksızın, ki bazıları ağır hasta. Gözaltına alıp hücrelere doluşturdular. Şimdi Cumhuriyet’e nasıl kayyım atayabiliriz diye hesap yapıyorlar. Keza Kürtçe yayın yapan tek gazete Azadiya Welat kapatıldı, DİHA, Jinha kapatıldı. Şu ana kadar KHK’lerle 116 yayın organı kapatılmış. En korktukları şey ne biliyor musunuz? Biz teslim olmayacağız dememiz.
Kendi yayın anlayışıyla özgürce yayın yapan bütün merkezler kapatılmazsa bundan bile büyük bir korku içine düşüyor. Teslim alınmamış tek bir odak bile onun için tehdittir. Kendisinden beklenen budur. Bunun dışında herhangi bir beklentiniz yok herhalde bu zattan. Bu gibi durumlarda dayanışma tabii ki çok önemli. Teslim olmamak çok önemli ama hep savunmada kalmanın bir anlamı yok. Bizim bunları yenmemiz, alt etmemiz, tepetaklak etmemiz lazım. Türküyle, Kürdüyle, Alevisiyle, Sünnisiyle büyük bir korku yaşayan herkesin karşı hamle yapması gereken bir dönemden geçiyoruz. Devirmemiz lazım.
“İlk sandık kurulduğunda alternatif bir demokratik iktidar seçeneği sunmalıyız”
İlk sandık önümüze kurulduğunda güçlü bir muhalefet olarak Türkiye’ye alternatif bir demokratik iktidar seçeneği sunmamız lazım. Biz şu faşist bloka mecbur muyuz ya? Eşitlikten, kardeşlikten yana olanlar neden yüzde 60 oy alamayacakmışız, neden bir araya gelip demokratik bir blok oluşturmayacağız?
AKP’ye şans veren, prim veren ana muhalefetin hataları, yanlışları oldu. Bundan ders çıkardılar mı, emare de yok. Ülkenin geleceği bu kadar tehlike altındayken temel ilkeler altında mücadele etmemiz gerekiyor. Yenikapı’da sahneye çıkan ana muhalefetin sayın lideri, partinden tek bir kişi kalabalığın içinde var mıydı? CHP Genel Başkanı oradayken tek bir CHP’li var mıydı? Yoktu.
Artık önyargılarınızı bir kenara bırakmanız lazım. 1 Kasım Dünya Kobane günü. IŞİD barbarlarına karşı Türkiye’deki bu dayatmacı, ırkçı anlayışa karşı rengarenk çiçek bahçesi gibi HDP’nin yanında olmayacaksınız da nerede olacaksınız? Saray’dan hayır yok. En yakın arkadaşlarını sata sata oraya çıktı, siz kimsiniz ya? Gözünüzün yaşına bakmadan sizi idam sehpasına gönderir.
“Diktatörlüğü anayasal hale getirmeye çalışıyor”
Adına fiili başkanlık diyorlar da başkanlık bilmesek yutturacak. Biraz net ol, ‘Diktatör olmak istiyorum. Hayalim buydu, diktatör olacağım’ de. Ortada bir başkanlık sistemi tartışması yok. Fiilen ele geçirdiği devletteki diktatör yetkilerini anayasal hale getirmeye çalışıyor.
Demokrasiye çıkacaksa her model tartışılır ama toplumun yüzde 60’ı başkanlık sisteminin diktatörlük olduğunu biliyor ve korkuyor. Sen buna rağmen kendini başkan ilan edersen halkın başkanı olmazsın. Olsan olsan cop cumhuriyetinin başkanı olursun. Senin için o defter kapandı. Sen artık toplumun tamamının başkanı olamazsın, bitti. Sen Alevi bir anneyi yuhalattığında Alevilerin başkanları olma şansını kaybetti. ‘Kobane düştü düşecek’ derken Kürtlerin başkanı olma şansını kaybettin. Sokakta sadece onurlu bir yaşam için yürüyen emekçiyi gazla, copla ezmeye çalıştığından bu yana emekçinin başkanı olma şansını yitirdin. Kadına hakaret ettin, kadınların başkanı olma şansını kaybettin. Sen ancak çakallar sürüsü gibi toplanmışların başkanı olabilirsin.
“İçinizdeki Cemaatçileri temizleseniz 3-5 kişi kalırdınız”
Bu ülkenin bir diktatöre teslim edilmemesi gerek. Biz diktatörlüğe hayır diyeceğiz. Genel Kurul’daki tavrı, milletvekilleri ne diyecek merak ediyoruz. Teklifinize bakalım, neymiş. 14 yıldır hayalini görüyor, bir tasarı hazırlayamadınız mı? Daha elinizde bir tasarı yok mu? Parlamentoda darbeden kaç haberi olan AKP’li var, bilmiyoruz. Belki senin siyasi kurmayların var? Belki bakan var? Kaç AKP’li yönetici var, haberdar olan. Hiç mi yok? Zavallı erleri linç ettiniz, boğazlarını kestiniz be. Kendi içinde kaç tane var söylemiyorlar. Ne diyor atanmış başbakan, ‘Biz cemaatçileri temizledik.’ Temizlemiş olsanız 3-5 kişi kalmış olmanız gerekirdi.
Sen bana dokunma, ben sana dokunma pazarlığı yapıldıysa kim ne aldı, ne verdi onu da bilelim. Genelkurmay Başkanı darbeden haberi yok sözde, ayakta uyumuş, yaveri teslim almış. Onuru olan bir asker rütbesini söker, istifa eder ya.
Aman bana dokunmasınlar diye AKP’den daha AKP’ci, Erdoğan’dan daha Erdoğancı davranıyorlar. Hiç yapılmaması zulümleri katmerli bir şekilde yapıyorlar. Bu vur dediğinde aşağıdakiler öldürüyor. İşkence yaşanmayan cezaevi yok. Bekir Bey, beraber gezelim cezaevlerini. Silivri’de yüksek yargı mensubu “Ağır işkence altındayım. İntihar noktasına geldim” diyor. İşkencecileri cesaretlendiriyorlar, hak aranmasını zorlaştırıyorlar. Bunların hepsini göğsünü gere gere başbakan yürütüyor. Çevik kuvvetler gözaltına alınmış, hepsine işkence yapılmış. ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ dediğinizde sizi döven polisler var ya, işkence altındalar. Asla kimseye işkence yapamazsınız. İşkence yaptığınız polisin, danıştay hakiminin, devrimcinin yanındayız.
“Sadece kendisinin kazanabileceği bir sistem getirecek”
Cezaevinde avukat ve müvekkili görüşürken görüşme kayıt alınacak. Gerektiğinde de bir görevli bulunacak. Avukat savunma hazırlayacak ya müvekkiliyle. Ya da hiçbir şey olmayacak, özel konuşacak ya. Sana ne?
Bu sürece yargı süreci derseniz, yanılırsınız. Siyasi linç faaliyetleri. Her gün her cezaevinde hukukun katledildiğini avukat arkadaşlarımız daha iyi biliyor. Biri gözaltına alındığında özellikle muhalefetten, ‘Acaba ben bunu tutuklamazsam, bir arkadaşım beni tutuklar mı?’ diyor. Bunların hepsi bir gün gelip geçecek. Ne kadar hızlı mücadele eder, karşı hamle yaparsak o kadar çabuk bitiririz. Seçim deyince adamın aklına sadece kendisinin seçileceği bir mekanizma geliyor. Rektörlük seçimi, genel seçim, yerel seçim… Yerel seçimde de düzenleme yapacaktır. Sadece kendisinin kazanabileceği bir sistem getirecek.