Her fırsatta CHP'nin tek parti
diktatörlüğü dönemini eleştiren Erdoğan ve şürekası 15 temmuz 2016 yılından bu
yana OHAL'le yönettiği Türkiyeyi CHPnin tek parti diktatörlüğünü aratır hale
getirdi.
Nitekim CHP’li Veli Ağbaba, AKP ve
Erdoğan iktidarının Olağanüstü Hal uygulamasının (OHAL) 1 yıllık bilançosu
verileri bu gerçeği yakıcı olarak ortaya koyuyor . Raporda Suruç, Uludere, 10
Ekim katliamlarını anma, grevleri erteleme gibi yasakların yanında “olağandışı”
yasaklar da yer aldı. Aşure ve pilav günü yasağı, türkü söyleme yasağı,
Alevilerin kutsal mekanlarına gitme yasağı, gezi teknelerinin uğradığı koylara
girme yasağı bunlardan sadece birkaçı.
Türkü söyleme, aşure, gezinti tekneleri
tur yasağı, rock festivali yasağı, sandalye yasağı gibi yasak listesi,
1934’lerde Tek Parti döneminde Türkü söylemenin, bağlama çalmanın yasaklandığı
dönemleri eleştirmek için Sinan Çetin’in çektiği ‘Mutlu ol bu bir emirdir!’
filmini çağrıştırdı. Filmde türkü söyleyen bağlama çalan vatandaşların meclisini
askerler basıyor, batılı müziklerin çalınmasının talimatını veriyor. Bağlama
ile Batılı bestekarları çalan vatandaşların özgürlük aşkı simgesel halde
anlatılıyor.
CHP, 15 Temmuz darbe girişiminin
ardından 20 Temmuz 2016’da ilan edilen Olağanüstü Hal yasaklarıyla ilgili
“Olağandışı Yasaklarla 1 Yılın Bilançosu” başlıklı bir rapor hazırladı. CHP
Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’nın hazırladığı raporda, OHAL kapsamında
çıkarılan 25 KHK’ya değinilerek, uygulanan yasaklar sıralandı. Raporda yer verilen
yasaklar arasında, Suruç, 10 Ekim, Soma, Roboski anmalarından, ağıt yakma,
türkü söylemeye kadar örneklere yer verildi; ayrıca KHK’lar ile kış lastiğinden
lazer epilasyonlarına kadar düzenlemeler yapıldığı hatırlatıldı.
CHP’nin “Olağandışı Yasaklarla 1 Yılın
Bilançosu” isimli raporu şöyle:
15 Temmuzda yaşanan hain darbe girişimi
sonrasında 20 Temmuz 2016’dan bu yana Türkiye 1 yıldır OHAL ile
yönetilmektedir. 15 Temmuz’da millete ve devlete karşı başlatılan darbe
kalkışması, Parlamento çatısı altında tüm partilerin demokrasiden yana ortak
tavrı ve halkın büyük direnişi sayesinde bozguna uğratılmıştır. 20 Temmuz
2016’dan itibaren Olağanüstü Hal ilan edilmiş, ülke bir yıldır fiili bir sivil
darbe hükümetinin olağanüstü KHK’larıyla yönetilmektedir. Hatırlanacağı üzere,
Cumhurbaşkanı Erdoğan 20 Temmuz akşamı Bakanlar Kurulu toplantısından sonra
yaptığı açıklamada Anayasa’nın 120. Maddesi’ne göre OHAL ilan edileceğini şu
ifadelerle kamuoyuna açıklamıştır: “Olağanüstü hal ilanının amacı ülkemizde
demokrasiye, hukuk devletine, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerine yönelik
bu tehdidi ortadan kaldırmak için gereken adımları en etkin ve hızlı şekilde
atabilmektir.” Başbakan Yıldırım’da ‘Biz OHAL’i Devlete ilan ettik millete
değil” demiştir. Yaşanan bir yıllık süreçte gerçekleşen uygulamalarsa bu
söylemin tam aksine cereyan etmiştir.
Olağanüstü Hal yurttaşların hak ve
hukukuna karşı tehdidi ortadan kaldırmak bir yana, bizzat OHAL yönetimi,
vatandaşların hak ve hukuku için bir tehdit unsuru haline gelmiştir. Bu süreçte
gerek sivil toplum örgütleri gerekse iş dünyası hükümetin bu kısıtlayıcı
uygulamalarının ciddi sıkıntılara neden olduğunu dile getirmiş, ancak hükümet
bu uyarıları gözardı edip, daha da baskıcı bir tutumla hak gasplarına devam
etmiştir. Devlet içine sistemli bir şekilde yerleşmesine göz yumulan “eski
ortak, şimdiki düşman FETÖ” örgütünü temizleyeceğiz bahanesiyle alakalı
alakasız binlerce insana “dokunulmuş” yüzlerce kurum kapatılmış, ihraçlar,
tutuklamalar ile devletin tüm organları AKP’lileştirilmiş ve yeni bir sistem
inşasına başlanmıştır. Devleti kimi cemaat ve grupların etki alanından
kurtarmak için çıkılan yolda, yol haritası birden değişmiş ve tek adamın
yönettiği bir sivil darbe hükümetinin yol güzergahına girilmiştir.
Bu süre zarfında 25 KHK yayınlanmış ve
ülke tek adam rejimi ve onun belirlediği olağanüstü KHK’larla yönetilmeye devam
edilmektedir. Bir yıllık bu süreçte tüm yaşananların yanında hepimizin,
ülkedeki tüm yurttaşların yaşamını doğrudan etkileyecek sınırlamalar ve
yasaklarla karşı karşıya kalınmıştır. Olağanüstü Hal yönetimlerinin yasadan
kaynağını alan hak ve özgürlükleri sınırlama yetkisi, yasada tanımlanan
ölçülerin çok dışına çıkılarak kullanılmıştır. OHAL, Anayasa’da tanımlanan
ölçülülük, gereklilik, yerindelik gibi ilkelerin hiçbirine uyulmaksızın
hürriyeti kısıtlayıcı bir hal almıştır. Bir yıldır yaşananlar göstermektedir
ki, vatandaşların yaşamsal hakları, iş yaşamı, kültürel ve sosyal hayatı ipotek
altına alınmıştır. Akla ve mantığa sığmayan yasaklar gündelik yaşamımızın bir
parçası olmuş, sokakta türkü söylemekten, Zeytinli Rock festivaline, semah
dönmekten, açık alandaki düğünlere, lise pilav gününe varana kadar çok çeşitli
yasaklarla her gün karşılaşılır hale gelinmiştir. Hatta öyle ironik bir hal
almıştır ki, bir Üniversitemizin Hukuk Fakültesinde düzenlenen “OHAL Hukuku”
konulu panel OHAL’den dolayı yasaklanmıştır.
OHAL yasakları akıl dışı olduğu gibi
vicdanları da yaralayan bir hale gelmiştir. Suruç anmasından 10 Ekim anmasına,
Soma anmasından, Roboski’ye insanların kaybettiği yakınlarını anmasına ve ağıt
yakmasına dahi izin verilmemiştir. Tüm bunların yanında KHK’lar ile kış
lastiğinden lazer epilasyonlara kadar yaşamın her alanına da müdahil
olunmuştur.
OHAL ile kurumsallaşan faşizm ile
hükümete biat etmeyen gazeteci, akademisyen ve hukukçular fikirlerini çok
kısıtlı alanlarda dile getirebilir hale gelmiştir. Ulusal basın birkaç istisna
dışında tek sesli hale getirilmiş, tutuklamalar ve gözaltılarla yaratılan baskı
ve korkularla düşünceyi ifade özgürlüğü ortadan kaldırılmıştır.
Hak ve özgürlüklere konulan yasaklar ve
operasyonların terör örgütü üyesi olmadığı çok açık isimlere ulaşması,
ülkemizin dünyadaki itibarını sarsmış, Avrupa Parlamentosu’ndan Türkiye
aleyhine kararlar çıkmasına neden olmuştur. Hak ve özgürlüklerin korunmasına
dair imzalamış olduğumuz uluslararası sözleşme ve anlaşmalar ihlal edilmiş,
demokratik ülkeler kûlvarında geri sıralara düşmemize sebep olunmuştur.
Ülkemizde daha önce ilan edilen OHAL
yönetimlerinin kararları zaman zaman Anayasa Mahkemesi’ne götürülmüş ve bozma
kararları alınmıştır. Anayasa Mahkemesinin 1991 yılında aldığı kararda;
“Olağanüstü yönetim usulleri yürütme organına önemli yetkiler vermesine, hak ve
özgürlükleri de önemli ölçüde sınırlandırmasına karşın, demokrasiler sonuçta
bir hukuk rejimidir ve hukukun dışına çıkılamaz.” denilmiştir. Ayrıca kararda
“Olağanüstü Hal KHK’larıyla getirilen düzenlemeler, Olağanüstü Hal’in amacını
ve sınırlarını aşmamalıdır.” uyarısında bulunulmuştur.
Anayasa Mahkemesinin kararında dile
getirdiği hukuki ölçütler açısından OHAL süreci değerlendirildiğinde, 21
Temmuz’dan bu güne kadar çıkarılan KHK’larla anayasasının askıya alındığı
apaçık ortadadır.
Basına yönelik baskılar, muhalif
gazetecilerin tutuklanması, muhalif binlerce akademisyenin işinden edilmesi,
işinden olanların yargı yoluyla hak aramalarının engellenmesi ile kamu
düzeninin sermayenin lehine yararlanmasının sağlanması arasında bağlantı kurmak
mümkün değildir. OHAL nedenleri ve amacı açısından Anayasa’da belirlenen ve
ilan edilen sınırları aşmış, keyfiliğe dönüşmüştür. Kapsamındaki yasaklara
bakınca amacın terörle mücadele değil, ülke genelinde iktidara muhalif tüm
kesimlerin sesini kısmaya yönelik yasal düzenlemeler olduğu anlaşılmaktadır.
Keyfiliğin hukuk kuralı olduğu bir
ülkede hiç kimsenin güvencesi yoktur. Hukukun üstünlüğünün değil, üstünlerin
hukukunun geçerli olduğu noktada demokrasiden söz etmek mümkün değildir. 1
Yıllık OHAL rejimiyle AKP faşist diktatörlüğü pekiştirmiş, şeflik rejimiyle MHP
ittifakıyla devleti yeniden inşaya girişmiştir.