15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti. Ülke tarihinin çokça tanıklık ettiği askeri ve siyasi darbeler, genelde her ne kadar çıkara dayalı iktidar ve ideolojik çatışmalardan beslense de, sonuçları itibarıyla, ayrışmayı ve kutuplaştırmayı derinleştirip ülke barışını zedelemiş, sermaye çevrelerinin ise istismar alanı haline dönüştürülmüş, işçi sınıfımızın kazanımlarını tırpanlamak için adeta fırsata çevrilmiştir. 15 Temmuz’u ve ardından geçen günleri okuyabilen herkes bunu fark etmiştir.
15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminin nedenlerinden ziyade, bu girişimin sonrası gelişen olgular ve pratikleri ile yaşayıp gördük. Darbe girişimini engellemek için sokağa dökülen yoksul halk kitlelerinin, canları pahasına engellediği darbe girişimi, 250 kişinin ölümü ve binlerin yaralanmasına neden olmuştur. Ancak beş gün sonrası ilan edilen OHAL adeta hükümetin ve sermayenin sopası gibi, yoksul halk kesimleri ve bizlerin sırtına iniverdi.
İktidar sahipleri her ne kadar “Biz OHAL’i darbecilere karşı ilan ettik” deseler de, yaşanan gelişmeler böyle olmadığını ortaya koymaktadır. OHAL emekçilere saldırmanın aracı haline dönüştürüldü.
Bir gece ansızın yayımlanan KHK’ler ile binlerce kamu çalışanı, emekçi sorgusuz sualsiz işinden atıldı. Elbette suçu olanlar hukuk çerçevesi içerisinde yargılanmalı ve suçlu ise hak ettiği ceza verilmelidir. Ancak hukuk ve adaleti askıya alarak, keyfi bir şekilde işinden edilen, binlerce kamu çalışanı, işçi ve emekçi mağdur edildi. Bu koşullarda bizlere yaşam hakkı tanınmıyor… İlan edilen OHAL ile birlikte, işçi sınıfı tarihinin en kapsamlı saldırıları ile yüz yüze gelmiş durumdadır. Kiralık işçilik sistemi yasallaştı, sermayeye kaynak yaratmak için zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) yasallaştı. Kıdem tazminatının fona devredilerek kaldırılması çabaları ise devam etmektedir. İşçilerin anayasal haklarının kullanılmasının önüne geçilerek, grev yasakları ile adeta sermaye sözcülüğüne soyunan hükümet yetkilileri, işçinin anayasal hakkı olan grevleri milli güvenliği tehdit vb. gerekçelerle yasaklamaktadır. Cumhurbaşkanı’nın yabancı yatırımcılar ile buluşma toplasında kendi ifadesi şu şekildedir: “OHAL’i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Biz göreve gelmeden önce bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı, şimdi böyle bir şey var mı? Grev tehdidi olan yere biz OHAL’ den istifade ederek anında müdahale ediyoruz.” İşte her şey Cumhurbaşkanının ifade ettiği gibi bu kadar aleni ve net bir şekilde, patronların çıkarları için yapılmaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara karşı demokratik eylemler terörize edilmektedir. Sokağa çıkan ve demokratik tepkisini ortaya koyan tüm kesimler ise kolluk kuvvetlerinin şiddeti ile bastırmanın yanı sıra, adeta vatan hainiymiş gibi müdahalelere maruz kalmaktadır. Canı pahasına darbeyi engelleyip, iktidarın devamını sağlayan kesimler başta olmak üzere, işçi sınıfı bugün en katmerli şekilde darbelenmeye çalışılmaktadır.
Demokrasi ve adaletin askıya alınarak, korku politikaları ile emekçiler baskı altına alıp OHAL fırsatçılığı yapanlara karşı uyanık olmak zorundayız.
Büyük bedeller ile kazanılmış haklarımızı koruyup geliştirerek, bizden sonraki nesillere devretmek gibi tarihi bir sorumluluğumuz olduğunu unutmamalıyız. Sermaye ve sözcüsü hükümetin, baskı, şiddet ve korku politikalarına boyun eğmeden, bütün sendikalar ve sınıf örgütlerinin ortak zeminde buluşarak, meşru mücadele ve direnme hakkını kullanıp demokratik tepkilerini ortaya koymalıdırlar. Kıdem tazminatımız başta olmak üzere, anayasal haklarımıza sahip çıkarak OHAL, KHK vb. anti demokratik uygulamaların kaldırılması için mücadele edilmelidir. Aksi bir tutum geri dönülmesi zor karanlık günlerin bizi beklediğine işaret etmektedir.
Şivan KIRMIZIÇİÇEK
Petrol-İş Sendikası Gebze Şube Başkan Yardımcısı
Evrensel