OHAL PARLAMENTOSU DEVRE DIŞI BIRAKILDIĞI GİBİ AYNI ZAMANDA HDP DEVRE DIŞI EDİLEREK AKP-MHP
VE CHP İLE İTTİFAKIYLA PARTİLİ MECLİSLE
ADIM ADIM BAŞKANLIĞA YÜRÜNÜYOR..!
Olağanüstü hal rejimi, esasen bir
“yönetememe” durumunun açıktan itirafıdır. İktidarı elinde tutan AKP’nin, son
derece güdükleştirilmiş, tıkanmış burjuva
demokratik kanallara bile tahammül edemediği, göstermelik bir parlamento
sistemini dahi yürürlükten kaldırdığı koşullar, toplumun bir şekilde
yönetilemez ya da iktidarın bir şekilde yönetemez olduğu, yahut bunun her
ikisinin birden geçerli olduğu bir koşula işarettir.
Bizde 15 Temmuz darbe girişiminden 5 gün
sonra ilan edilen OHAL rejimi, esasen, toplumun yönetilemez bir dinamizm içinde
olmasından kaynaklanmıyordu. Meclisteki sayısal çoğunluğuna, tüm devlet
kurumlarında, üniversitelerde, medyada hegemonik örgütlenme ve etkisine rağmen,
Sarayın önderliğindeki AKP iktidarının bir “kriz” içinde olduğu koşulların
ürünüydü. Bu elbette, “Başkanlık” parolasıyla anılan bir tür mutlakiyet
rejimini arzuladığı uzun süredir bilinen tek adam yönetiminin, o krizi “fırsata
çevirme” hamlesiydi de aynı zamanda. Zira 15 Temmuz girişimi sonrasında toplumun
geniş kesimlerinden, özellikle de parlamento içi muhalefetten önemli bir destek
sağlamış olan iktidar için, darbe ya da “Devlet içinde yuvalanmış çeteler” ile
mücadele açısından bir OHAL rejimi elzem değildi. İstedikleri her yasa/kanun,
eğer gerçekten darbecilerin ve devlette yuvalanmış kanalların temizlenmesini
amaçlıyorsa, Meclisten geçirilebilirdi. Ama bununla yetinmediler ve yasamayı
baypas eden bir “kanun gücünde kararname” düzenine geçtiler. Bu sistemin
sağladığı olanakları da en geniş anlamda kullanmaya başladılar.
Aklı
başında hiç kimse, hele ki bir siyasi odak, bu OHAL rejiminin “başka bir gaye
adına” devreye sokulduğunu görmemiş olamaz. O halde Meclisteki siyasi
partilerin de, HDP, CHP ve elbette MHP’nin de; bu OHAL yönetiminin arkasındaki
asıl motivasyonun, başkanlık görünümlü bir mutlakiyet düzeni kurmak olduğu
kanaatine sahip olduğunu söyleyebiliriz. CHP ve HDP sözcüleri bu gerçeği açıkça
ifade eden birçok açıklama da yaptılar zaten. OHAL’in Meclisi ve siyaseti,
dolayısıyla da siyasi partileri “askıya alan” yanına doğal bir refleksle itiraz
ettiler. Burada enteresan olan yakın döneme kadar kanlı bıcaklı görünen MHP’nin
tutumudur. Ancak MHP’ye özel bir parantez açmadan önce, CHP ve HDP’nin OHAL
rejimi karşısındaki etkinliklerine kısaca değinmekte yarar var.
HDP, 7 Haziran seçimlerinde sağladığı
tarihi başarının ardından “eskisiyle-yenisiyle” devletin hedefi haline geldi.
Suruç’ta devrimci gençleri hedef alan IŞİD katliamın ardından PKK ile ateşkesin sona
ermesine varan “kirli savaş dayatması”, bölgede hızla tırmanan şiddet ve esasen
Kürt sorununun barışçıl çözümüne odaklı bir siyasal hatta sahip olan HDP’nin
kanallarını daralttı. Giderek artan bir şekilde maruz kaldığı şiddet, 6-8 Ekim
2015’te eş güdümlü olarak neredeyse tüm batı illerinde parti binalarına yönelen
saldırılar, 10 Ekim’de Ankarada barış savunucularının mitingini hedef alan IŞİD’in
korkunç katliam, üye ve taraftarlarının
sürekli gözaltı ve tutuklama tehdidi altında olması, kışkırtılan faşist Türkçü şoven
milliyetçiliğin sokakta estirdiği terör HDP’nin önüne önemli bir engel olarak
dikildi. Devletin bütün güçlerini seferber ederek “gayrimeşru” ilan etmeye
çalıştığı HDP, aslında Temmuz 2015’ten beri fiilen bir OHAL baskısı altındaydı.
Bu koşullarda HDP’nin bir yıl sonra Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL rejimine
karşı bir direnci örgütlemesini beklemek gerçekçi olmazdı.
CHP ise, OHAL’e, ilan edildiği andan
itibaren karşı çıkarak bir siyasi parti olmanın temel gereğini yerine getirdi.
Ancak aynı günlerde, topluma “Yenikapı ruhu” olarak dayatılan ve bir askeri
darbeye karşı demokratik kanalların savunulmasından öte, pratikte bizzat
iktidarın ve şahsında bu iktidarın odaklandığı Cumhurbaşkanının savunulması
zeminini temsil eden “mutabakatı” benimseyerek iktidarın manevra alanını
genişletti. Kısa sürede bu “mutabakat” söyleminin iktidarın bildik faşist yöntemlerine “muhalefeti” ortak etmesi hiç
değilse etkisizleştirmesi olduğunu anlayarak o çemberin dışına çıkmaya
çalışsalar da amiyane tabirle “İş işten geçmişti” ve bu kez “Toplumsal
mutabakatı bozmak” ile suçlanan taraf haline geldiler. Bu koşullarda CHP de
OHAL rejimi ve uygulamalarına her karşı çıkışında neredeyse “FETÖ’cülük” ile
suçlanan bir pozisyona sıkıştırıldı.
OHAL’in ve aslında tüm bu sürecin en
“özgün” tutumunu ise kuşkusuz 7 Haziran seçimlerinden başlayan devrim ve Kürt
düşmanı tutumu ve AKPyi kendi hattında buluşturmayla MHP gösterdi. Bir siyasal
partinin, kendi temsilinin en anlamlı ve etkin zemini olan parlamentonun devre
dışı bırakılmasına “razı”, razıdan da öte “taraftar” olması aslında MHP’nin
devleti koruyup kollamada siyasal intihara bile düşünmeden geri durmadı. . Ama
MHP’nin tarihsel faşist şovenist devrim ve Kürt düşmanı pozisyonu göz önünde bulundurulduğunda bu hiçte
şaşırtıcı bir tutum değildi. Türkiye’de burjuva siyasetin faşist Türkçü şoven-milliyetçi
kesimlerinin siyasal örgütlenmesi olan MHP, sadece bir siyasi parti olmanın
ötesinde bir devlet aparatıdır ve “Kendisine ihtiyaç duyulan” her anda devletin
yanında hizalanmıştır. Üstelik hiç gocunmadan, gönüllü ve imanlı olarak.
Parti içi muhalefetin genel başkanı çok
zorladığı ve MHP’de bir yönetim değişiminin gündemde olduğu bir dönemde
gerçekleşen 15 Temmuz girişimi, mevcut MHP yönetiminin iç muhalefeti tasfiye
etmesi için de bir fırsattı. MHP yönetimi bu fırsatı derhal kullandı ve hem
“devletin yanında” yer alarak, hem iktidarı özellikle Kürt sorununda “şahin”
politikalara teşvik edip tabanını oyalayarak, hem de iç muhalefetini
temizleyerek OHAL rejiminden yararlandı.
Bir devlet aparatı olarak faşist MHP’nin her koşulda büyük Meclis gruplarına,
baraj aşan oy oranlarına sahip olması beklenmez. MHP “küçük ama vurucu” bir güç
olarak da yıllarca devlet hizmetinde yer almış bir parti. Bu haliyle “MHP
ideolojisi”nin bir tutarsızlık içinde olmadığı da söylenebilir. Ancak partiyi
bir AKP uzantısı haline getiren, genel başkanlık koltuğunu iktidar partisinin
bir il başkanlığı koltuğuna dönüştüren ve elbette MHP’yi fiziken de küçülten bu
siyasi tutum, parti içindeki bazı geleneksel siyasi odakların çok uzakta
olmayan bir hayal kırıklığı yaşayarak uzaklaşacağı bir süreç yaratacaktır.
Şimdiki haliyle bir büyük kitle partisi olarak “MHP’den çok MHP’li olan”
AKP’nin varlığında büyük bir MHP’ye ihtiyaç olmayacağı açık. AKP içinde çözünerek
Meclisi “üç partili” bir Meclise dönüştüren MHP, günü kurtarırken yarını
kaybeden bir parti görünümündedir. Ve ironik şekilde, bizzat desteklediği
OHAL’in en çok zarar verdiği siyasal kurum olacaktır.