“Kürt olmak nedir?” diye sordum.
Boşlukta derin bir sessizlik yankılandı. Sessizlik yankılanır mı? İçinizden
içinize konuşuyorsanız yankılanır. İçinizden bir başkasının içine
dokunuyorsanız duyarsınız yankınızı. Öyle yankılanır ki kendinize verdiğiniz her
cevapta, cevaplarda bulduğunuz her kendinizde, kalbinizin sızısı bütün
bedeninizi ele geçirir.
Kanayan kalp öfkelidir. Kanayan sözler,
kelimeler, cümleler öfkelidir. Sayfalarca yaptığınız analizleri tek cümlede
özetleyecek kadar da güçlüdür öfke.
“Kürt olmak nedir bu ülkede?” diye
sordum. Boşlukta bir çift göz buğulandı. “Yaradır,” dedi kendi kendine. Sesi
çatallaştı, gözleri keskinleşti, kaşları dikleşti, omuzları doğruldu, büyüdü
(ki bizimkiler hep büyüyemeden ölür ve kim öldürürse öldürsün hep kendileri sorumlu
tutulur). Büyüdükçe cümlelerinde çoğaldı. “Yaradır kardeşim Kürt olmak ve ne
kadar kendini inkâr edersen et artık gerçeğini bilmektir.”
“Nedir gerçeğin?” diye sordum.
“Gerçeğim mi? Benim gerçeğim senin,
sizin, hepinizin vahşetidir. Söz bana geldiğinde ‘ama, fakat’ demenizdir. Söz
bana geldiğinde enseme bir kurşun sıkılmasıdır, işkenceye çekilmemdir. Söz bana
geldiğinde kaybedilmemdir. Söz bana geldiğinde çırılçıplak soyulup senin önüne
bırakılmam ve senin gözlerini kaçırıp, yokmuşum gibi yapmandır. Kestikleri
uzvumdur, kendi dilimde ‘Nasılsın?’ diyebilmek için sevdiklerime, bedellerin en
ağırını ödememdir. Benden uzak durmanı salık verenlerin, benimle yan yana
görünmekten köşe bucak kaçıp, camından, balkonundan kahvesini höpürterek
seyretmesidir çoluğumun, çocuğumun katlini. Başıma gelenleri ‘vicdanınıza sakın
kanmayın’ diyerek vicdansızlığa çağırmalarıdır. İlericiliklerini,
vatanperverliklerini, çağdaş, modern oluşlarını, devlete değil, bana kafa
tutarak yapmalarıdır.
“Gerçeğim mi? Kendi dilimde, yazamıyor,
okuyamıyor oluşumdur. Yaşadığım şehrin ismini birileri Kürtçe yazınca, ‘Orası
da neresi?’ diyerek bildiğini, bilmiyormuş gibi yapmanızdır. Benim dilimde
yazılınca, şehirler yok oluyor. Benim dilimde yazılınca içindekiler yok
sayılıyor ve bizim hikâyelerimiz, öykülerimiz, anılarımız hiç yaşanmamış gibi
yapanların kahrolası ırkçılıklarında iç ediliyor.
“Gerçeğim mi? Benim hakkımın benden
çalınıp yine bana lütfederek sunulmasıdır. O kibiri, o kötücül halleri nerede
olsak bilir, algılarım. Tanırım inkârcılığın o üstten üstten kelimeleri
sektirerek, ruhumuzda kaydırma heyecanlarını. O heyecanlarıınn nasıl çılgınlığa
ve oradan linçe dönüşüp peşimize düştüklerini. Gördünüz mü zorla bir büstü
öptürmeye çalışanların gözlerinde ki bilenmiş çılgınlığı? Bilendikleri biziz,
bilendikleri bizim hayatlarımız.
“’Çılgın’ diyorlar kendilerine. ‘Çılgın
Türkler’, ‘Çılgın gençler’… Hep bir çılgınlık hali ile tanımlıyorlar üst ve
üstün olmayı. ‘Bütün dünyaya bedel olmak’ sözünün, olunamayan her şeyin bir
yansıması olduğunu bilenler, ne kadar ‘çılgın’ olduğunuzu yazıp, sizi size
pazarlayıp, diziliyorlar evlerinizin raflarına ve herkes çılgınlığını yaşamak,
yaşatmak için çarpılarla işaretliyor kendisi gibi düşünmeyenin kapısını.
“Öldürülsem de, anama avradıma sövülse
de, dilim, kültürüm ne varsa bana dair yağmalanıp, talan edilse de, susması
gerekenim her koşulda. Had bildirimli seslenişlerini duyuyorum her yerde.
Çaldığım ıslıktan, söylediğim türkülerden korkanlarla, o ıslığı, türküleri
varlık nedeni sayanlar arasındaki bu kavgada, korkaklarca hep falakaya
yatırılanım ben. Manşetlere, kahramanlık hikâyelerine kötü karakterli ‘hainler’
olarak yazılmışlığımızda, vacip kılınıyor yıllardır katlimizin her yolu.
“Tenimizin tenden, dilimizin dilden,
kültürümüzün kültürden ve devrimimizin devrimden sayılmayışına bak, yakından
bak, daha yakından bak. Bakıp da görmediğin ne varsa, benim gerçekliğim odur
işte.
“Dur uzaklaşma hemen. ‘Kardeşiz biz’
diyordun, ‘et ve tırnak gibiyiz’ diyordun ya, bugün bir kez daha anladım ne
demek olduğunu. Uğur Kaymaz’ı bildin mi? Hani şu bedeninden yaşı kadar kurşun
çıkan çocuk vardı ya, yaşını söylemekten utanıyor insan; lakin yaşı kadar
kurşun denilince anlaşılmıyor bizim gerçeğimiz. On üç yaşındaydı Uğur. Resmi
bir törenle, katilinin ismi verildi bir köprüye.
“On üç yaşında Uğur ‘hain’, onun
bedeninde on üç kurşun bırakan ‘demokrasi kahramanı’ bu ülkede. Bilmez misin?
Yoluna, köprüsüne, barajına, binasına, caddesine, sokağına veriyorlar adlarını
katillerin. ‘Onur’larını, katlimizden kazanan bir ülke de, yaşamak ağrısı bize
mi düşer sadece?
“Şimdi çık o köprünün üstüne, ‘kardeşim’
de, ‘etle tırnak gibiyiz’ de ve sor kendine, ‘Nedir benim gerçekliğim?’ diye.
“Sessizlik yankılanmıyorsa içinde,
verecekler yarın senin ismini de bir köprüye.”
Bu metinde yer alan fikirler yazarına
aittir. Gazete Duvar’ın editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.
Akın Olgun
gazeteduvar.org.tr