23 Ekim 2016 Pazar

Ölüler ve yalanlar..!

“Kürt olmak nedir?” diye sordum. Boşlukta derin bir sessizlik yankılandı. Sessizlik yankılanır mı? İçinizden içinize konuşuyorsanız yankılanır. İçinizden bir başkasının içine dokunuyorsanız duyarsınız yankınızı. Öyle yankılanır ki kendinize verdiğiniz her cevapta, cevaplarda bulduğunuz her kendinizde, kalbinizin sızısı bütün bedeninizi ele geçirir.
Kanayan kalp öfkelidir. Kanayan sözler, kelimeler, cümleler öfkelidir. Sayfalarca yaptığınız analizleri tek cümlede özetleyecek kadar da güçlüdür öfke.
“Kürt olmak nedir bu ülkede?” diye sordum. Boşlukta bir çift göz buğulandı. “Yaradır,” dedi kendi kendine. Sesi çatallaştı, gözleri keskinleşti, kaşları dikleşti, omuzları doğruldu, büyüdü (ki bizimkiler hep büyüyemeden ölür ve kim öldürürse öldürsün hep kendileri sorumlu tutulur). Büyüdükçe cümlelerinde çoğaldı. “Yaradır kardeşim Kürt olmak ve ne kadar kendini inkâr edersen et artık gerçeğini bilmektir.”
“Nedir gerçeğin?” diye sordum.
“Gerçeğim mi? Benim gerçeğim senin, sizin, hepinizin vahşetidir. Söz bana geldiğinde ‘ama, fakat’ demenizdir. Söz bana geldiğinde enseme bir kurşun sıkılmasıdır, işkenceye çekilmemdir. Söz bana geldiğinde kaybedilmemdir. Söz bana geldiğinde çırılçıplak soyulup senin önüne bırakılmam ve senin gözlerini kaçırıp, yokmuşum gibi yapmandır. Kestikleri uzvumdur, kendi dilimde ‘Nasılsın?’ diyebilmek için sevdiklerime, bedellerin en ağırını ödememdir. Benden uzak durmanı salık verenlerin, benimle yan yana görünmekten köşe bucak kaçıp, camından, balkonundan kahvesini höpürterek seyretmesidir çoluğumun, çocuğumun katlini. Başıma gelenleri ‘vicdanınıza sakın kanmayın’ diyerek vicdansızlığa çağırmalarıdır. İlericiliklerini, vatanperverliklerini, çağdaş, modern oluşlarını, devlete değil, bana kafa tutarak yapmalarıdır.
“Gerçeğim mi? Kendi dilimde, yazamıyor, okuyamıyor oluşumdur. Yaşadığım şehrin ismini birileri Kürtçe yazınca, ‘Orası da neresi?’ diyerek bildiğini, bilmiyormuş gibi yapmanızdır. Benim dilimde yazılınca, şehirler yok oluyor. Benim dilimde yazılınca içindekiler yok sayılıyor ve bizim hikâyelerimiz, öykülerimiz, anılarımız hiç yaşanmamış gibi yapanların kahrolası ırkçılıklarında iç ediliyor.
“Gerçeğim mi? Benim hakkımın benden çalınıp yine bana lütfederek sunulmasıdır. O kibiri, o kötücül halleri nerede olsak bilir, algılarım. Tanırım inkârcılığın o üstten üstten kelimeleri sektirerek, ruhumuzda kaydırma heyecanlarını. O heyecanlarıınn nasıl çılgınlığa ve oradan linçe dönüşüp peşimize düştüklerini. Gördünüz mü zorla bir büstü öptürmeye çalışanların gözlerinde ki bilenmiş çılgınlığı? Bilendikleri biziz, bilendikleri bizim hayatlarımız.
“’Çılgın’ diyorlar kendilerine. ‘Çılgın Türkler’, ‘Çılgın gençler’… Hep bir çılgınlık hali ile tanımlıyorlar üst ve üstün olmayı. ‘Bütün dünyaya bedel olmak’ sözünün, olunamayan her şeyin bir yansıması olduğunu bilenler, ne kadar ‘çılgın’ olduğunuzu yazıp, sizi size pazarlayıp, diziliyorlar evlerinizin raflarına ve herkes çılgınlığını yaşamak, yaşatmak için çarpılarla işaretliyor kendisi gibi düşünmeyenin kapısını.
“Öldürülsem de, anama avradıma sövülse de, dilim, kültürüm ne varsa bana dair yağmalanıp, talan edilse de, susması gerekenim her koşulda. Had bildirimli seslenişlerini duyuyorum her yerde. Çaldığım ıslıktan, söylediğim türkülerden korkanlarla, o ıslığı, türküleri varlık nedeni sayanlar arasındaki bu kavgada, korkaklarca hep falakaya yatırılanım ben. Manşetlere, kahramanlık hikâyelerine kötü karakterli ‘hainler’ olarak yazılmışlığımızda, vacip kılınıyor yıllardır katlimizin her yolu.
“Tenimizin tenden, dilimizin dilden, kültürümüzün kültürden ve devrimimizin devrimden sayılmayışına bak, yakından bak, daha yakından bak. Bakıp da görmediğin ne varsa, benim gerçekliğim odur işte.
“Dur uzaklaşma hemen. ‘Kardeşiz biz’ diyordun, ‘et ve tırnak gibiyiz’ diyordun ya, bugün bir kez daha anladım ne demek olduğunu. Uğur Kaymaz’ı bildin mi? Hani şu bedeninden yaşı kadar kurşun çıkan çocuk vardı ya, yaşını söylemekten utanıyor insan; lakin yaşı kadar kurşun denilince anlaşılmıyor bizim gerçeğimiz. On üç yaşındaydı Uğur. Resmi bir törenle, katilinin ismi verildi bir köprüye.
“On üç yaşında Uğur ‘hain’, onun bedeninde on üç kurşun bırakan ‘demokrasi kahramanı’ bu ülkede. Bilmez misin? Yoluna, köprüsüne, barajına, binasına, caddesine, sokağına veriyorlar adlarını katillerin. ‘Onur’larını, katlimizden kazanan bir ülke de, yaşamak ağrısı bize mi düşer sadece?
“Şimdi çık o köprünün üstüne, ‘kardeşim’ de, ‘etle tırnak gibiyiz’ de ve sor kendine, ‘Nedir benim gerçekliğim?’ diye.
“Sessizlik yankılanmıyorsa içinde, verecekler yarın senin ismini de bir köprüye.”
Bu metinde yer alan fikirler yazarına aittir. Gazete Duvar’ın editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.
Akın Olgun

 gazeteduvar.org.tr