Ölülerimiz bizden yalnızca anma değil, öç ve adalet bekler.
Çocuklara oyuncak götüren yoldaşlarımızın Suruç’ta katledildiğini gördük.
Yeryüzünün en saf arzusu, yeryüzünün en vahşi katil şebekelerinden biri
tarafından katledilmişti.
Örgütlü toplumsal kötülüğü gördük. Tabutta taşınan her kardeşimiz için
içimiz parçalanırken, Konya’da aşağılık bir sürünün kardeşlerimizi
ıslıkladığını, tekbir getirdiğini gördük. Acımız onların kutlaması ve sevinci
olmuştu. ”Ölünün arkasından konuşulmaz” diyenler gencecik çocukların arkasından
tüm ilkelliklerini kusuyordu.
Yine de sıktık dişlerimizi “bu günler de geçer” dedik. Hayat aktı geçti.
Düştük bu sefer Ankara yollarına. Yumruklarımız havada, dillerimizde özgürlüğe
ve güzel günlere içilmiş antlar, bayraklarımızla, güzel gülüşlerimizle, umutla,
türkülerle doldurduk Ankara Garı’nı. Sonrası mı? ”Bu meydan kanlı meydan!”
Tarihimiz hesap sormanın tarihi
Unutma!
“Bir devrimci kardeşimiz polis kurşunu ile kahpece öldürülmüştür. Devrimci
şehitlerin matemini tutacak zamanımız yoktur. Devrimcilerin postunu ucuza
satmayacağız.” diyen Sinan’ı ve onun mavzerini kuşanıp yoldaşlarıyla beraber
faşizme karşı dövüşürken Nurhak dağlarında ölümsüzleşmesini.
Unutma!
”THKP ve THKC’nin bir savaşçısıyım. THKC ve savaşçıları emperyalizme karşı
bağımsızlık için silaha sarılma hakkını kullandılar. Savaşçılarının son teki de
ölene kadar bu hakkı kullanmaya devam edeceklerdir.” diyen Ulaş’ı ve onun
Arnavutköy’de nefesinin sonuna kadar tükenmeyen yenilmez cüretiyle ”Bize ölüm
yok!” haykırışını.
Unutma!
”Yoldaş kanı akıtanlardan yoldaşları hesap sorar” deyip Sinan’ın, Kadir’in,
Alparslan’ın kanını yerde bırakmayan İbrahim’i.
Unutma!
Denizler için kuşanıp inançlarını işgalci ABD ajanlarını rehin alan,
Kızıldere’de ”biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik!” diyen kararlılıklarıyla
asla son bulmayan bir öyküyü yaratan Mahirleri ve onların kardeşliğini.
Unutma!
Fatsa’yı, Tariş’i, 1 Mayıslarda yüz binlerin sokağa akışını, ”kurtarılmış
bölgeleri”.
Unutma!
12 Eylül faşizmine direnişleriyle geride asla kirlenmeyecek bir öykü
bırakan Osman Yaşar Yoldaşcan’ı, Mine Bademci’yi, Mazlum’u, 84 ölüm orucu
direnişçilerini, Haydar Başbağ’ı ve tüm direnenleri.
Unutma!
İstanbul şafaklarında dövüşenleri, Sabahat’ı, mitralyözü, Ayçe İdil’i, Gazi
ayaklanmasını, Hasan Ocak’ı, 96 1 Mayısını.
Unutma!
İktidarın bedenleri üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküme karşılık
bedenlerini savaş alanına çevirerek direnen, tarihin en büyük direniş
öykülerinden birini yaratan 122 canı.
Unutma!
Haziran’a akan yerde yeşeren isyanımızı, kurulan barikatları, barikatların
inşa ettiği düşleri ve o düşlerin zulmün kalelerini nasıl titrettiğini.
Unutma!
”3 günde sadece 5 saat uyudum. Sayısız biber gazı yedim, 3 defa ölüm
tehlikesi atlattım. Ve insanlar ne diyor biliyor musunuz? “Boş ver ülkeyi sen
mi kurtaracaksın” Evet kurtaramasak da bu yolda öleceğiz.” diyen Abdocan’ı,
Ethem’i, 14’ünde elde sapan direnen Berkin’i, Berkin’in katilinin açıklanması
için yola düşen Şafak ve Bahtiyar’ı.
Unutma!
Senin bir tarihin var. Muktedirlerin tarihimizi yeniden yazmak için
harcadığı tüm çabalara rağmen hafızalara kazınmış, asla silinemeyen direniş
anlatımlarımız var. Güç toplamak, kendimize inanmak için dönüp ve dönüp tekrar
bakalım o tarihe ve bu sefer daha büyük bir direnişin gerçekliğini, daha büyük
bir düş öyküsünü yaratmak için yeniden sokağa, barikatlara dönelim.
Evet çok canımız yandı Suruç’ta, Ankara Garı’nda ama, kardeşlerimiz bizden
sadece anma değil zulmün kalelerini yeniden titretmemizi, IŞİD ile suç ortağı
bir iktidardan öçlerini almamızı bekler. O yüzden zamanı değil daha
depresyonların, içe kapanmaların, yılmaların.
Kendinizi güçsüz hissettiğiniz anda kocası Ali Kitapçı’yı uğurlarken sıkılı
yumruğu ve dimdik duruşuyla Emel Kitapçı’yı hatırlayın. Dilan’ın babasının
kızına “yoldaşım yoldaşlara selam söyle” deyişini hatırlayın. Cüretleri ve
iradeleriyle bize bir yol gösteren direniş tarihimize bakın ve toparlanın.
Hesap sormadan hiçbir yere gitmeyeceğiz
BEKİR SAMİ PAYDAK
Gezite