Biz kadınlar bu ülkeniz yarısıyız.
Farklılıklarımız var.
Ama sadece kadın olduğumuz için
yaşadığımız ortak sorunlarımız var.
Şimdi, birimizin alacağı kararın
hepimizi etkileyeceğini bilerek kadın kadını dinler diyerek konuşmamızın tam
zamanı.
Hayatı boyunca sözü kesilenler, sözü
değersizleştirilenler olarak, birbirimizin sözünü kesmeden, birbirimizin sözüne
kulak vererek.
Hepimiz yaşadık, yaşıyoruz.
Babamız veya ağabeyimiz, kocamız veya
sevgilimiz, patronumuz, oylarımızla seçtiklerimiz ve hatta sokakta ya da
otobüste hiç tanımadığımız erkekler hayatımız, bedenimiz ve geleceğimizle
ilgili kararları bizim adımıza alma, kuralları belirleme, bizi yargılama, hükmü
verme hakkını kendilerinde görürler.
Sonuçlarını biz yaşarız.
Hayatımız boyunca birtakım adamların
“Seviyorum”, “Seni ben koruyorum”, “Senin için ben çalışıyorum”, “Sana ekmeğini
ben veriyorum”, “Sen benim sorumluluğumdasın” sözlerinin, aslında bizim adımıza
karar almanın gerekçesi haline getirildiğini ve bu kararın bizim değil onların
çıkarına olduğunu en iyi biz biliriz.
Şimdi bir tek adam tüm ülkeye böyle
sesleniyor, duyuyoruz.
İşte tam da bu nedenle iddiam odur ki
Nisan ayında referandumda oylamamız için önümüze konulacak Anayasa
değişikliğinin ne demek olduğunu da en iyi anlayacak olan bizleriz; biz
kadınlar.
HAYIR İÇİN İKİ SORU YETER…
Kadınlar olarak karar vermeden sadece şu
iki soruyu önce kendi kendimize, sonra etrafımızdaki kadınlara sormamız ne iyi
olur.
Tek bir adamın hayatımız, tüm kadınların
ve kız çocuklarının hayatı hakkında tüm kararları almasını ister miyiz?
Bu Anayasa değişikliği biz kadınların
sorunlarına herhangi bir çözüm getirecek mi?
BU YETKİLER ELİNDE OLSAYDI SADECE SON 4
YILDA NELER OLURDU?
Peki, ilk sorudan başlayalım.
Ne demiştik?
Tek bir adamın hayatımız, tüm kadınların
ve kız çocuklarının hayatı hakkında tüm kararları almasını ister miyiz?
HAYIR demek için sadece son 4 yıla
baksak yeter.
Eğer bugün Anayasa değişikliği ile
verilmek istenen yetkiler Tek Adam’ın elinde olsaydı ve kimse bu kararlara
karşı çıkamasaydı şimdiye kadar neler olurdu?
Kürtaj yasaklanırdı
Yıl 2012 aylardan Mayıs’tı.
Ülkeyi yöneten adam “Kürtaj cinayettir”
dedi, hükümet kürtajı yasaklamak için çalışma başlattı.
Kadınlar bir araya geldi, itiraz etti,
mücadele etti.
Meclis’te itirazlar yükseldi.
Yasa engellendi.
Eğer yetkiler bir tek adamda olsaydı,
onun ağzından çıkan uygulansaydı; kürtaj yasaklanmış, şimdiye kadar binlerce
kadın merdiven altı kliniklerde ölüme yollanmış ya da istemedikleri,
bakamayacakları çocukları doğurmaya zorlanmış olacaktı.
Boşanma, nafaka, miras hakkımızdan
olurduk
Yıl 2016 aylardan Mayıs’tı.
Adı “Boşanmanın önlenmesi komisyonu”
olarak anılan Meclis komisyonu bir rapor açıkladı.
Kadınlar bir araya geldi, itiraz etti,
mücadele etti.
Meclis’te itirazlar yükseldi.
Eğer yetkiler bir tek adamın elinde
olsaydı, bu raporda yazılanlar uygulanacaktı.
Yani;
-Çocuk istismarcıları evlilik şartı ile
affedilecek, çocuk evlilik teşvik edildiği gibi, 15 yaş altı çocukların fiilen
evlendirilmesinin yolu açılacaktı.
-Şiddete karşı korunma hakkımız
sınırlanacaktı. Korunma istediğimizde bizden delil istenecek, mesai saatlerinde
karakolun kapısını çalamayacaktık.
-Kadınların boşanması zorlaştırılacak,
erkeğinki kolaylaştırılacaktı.
-Nafakamıza süre sınırı getirilecekti.
-Eşimizin ölümü durumunda, mirasta mal
rejiminden kaynaklı %50 olan pay hakkımız ortadan kaldırılacaktı.
Kız çocuklarına tecavüze af gelirdi
Yıl 2016 aylardan Kasım’dı.
Meclise bir gece yarısı bir önerge
getirildi.
Kadınlar ayağa kalktı, Meclis’te
itirazlar yükseldi.
Yasalaşmadı.
Eğer yetkiler bir tek adamın elinde
olsaydı kız çocuklarına tecavüz edenlere, evlendiklerinde af gelecek, çocuk
evlilik meşrulaşacaktı.
Kadınlar için hak, hukuk biterdi
Yıl 2014 aylardan Mayıs’tı.
Ülkeyi yöneten adam “Kadın erkek eşit
değildir” dedi.
Eğer bugün verilmek istenen yetkiler
bunu söyleyen bir tek adamın elinde olsaydı istediği an OHAL ilan edip
kararnamelerle ülkeyi yönetme yetkisine sahipken “Kadınlar ve erkekler eşit
haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür”,
“Aile eşler arasında eşitlik ilkesine dayanır” yazılı Anayasa’yı fiilen askıya
alacaktı.
Yasalar önünde bizi erkeklerle eşit
kılan miras, ailede eşitlik, mal paylaşımı, siyasal haklar gibi tüm haklarımız
tehlikeye girecekti.
Yargı tek adama bağlı olacağı için hak
arama yollarımız tıkanacak, kadınlara ve çocuklara karşı suçlarda cezasızlık
artacaktı.
Yaşamın içinde yurttaşlar olarak ve
erkekler karşısında kadınlar olarak her hak arayışımız, bağımsız karar alma
isteğimiz “eşit değilsiniz” sözü ve anlayışı ile karşılanacaktı.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Ama bu kadarı bile Hayır demek için
yetmez mi?
BAŞKANLIK KADINLARIN HANGİ SORUNUNU
ÇÖZER?
İkinci sorumuza gelelim.
Bu Anayasa değişikliği biz kadınların sorunlarına
herhangi bir çözüm getirecek mi?
HAYIR, demek için bugün daha fazla yetki
isteyenlerin 15 yıldır iktidarda olduğunu hatırlamak ve kadınların temel
sorunları için söylediklerine, yaptıklarına bakmak yeterlidir.
Kadına yönelik şiddet mi durdu?
Hayır, kadın cinayetleri katlandı.
Nice kadın başvuruda bulunup korunmadığı
için öldürüldü.
“Haksız tahrik” denerek kadınları
öldüren erkeklerin cezaları indirildi.
Ülkemizde her dört kadından biri
fiziksel şiddet mağduru ama kadınların güvenlik ve korunma ihtiyaçları yok
sayıldı.
80 milyonluk Türkiye’de toplamda sadece
137 sığınma evi var.
Bunların toplam kapasitesi 4 bini
geçmiyor.
Kendi yasalarına dahi uymadılar.
Türkiye’de nüfusu 100 bin ve üstünde
olan kentlerde, 6360 ve 5393 sayılı kanunlar gereğince kadın sığınma evi açmak
zorunluluğuna tabi olan toplam 143 belediyeden sadece 32’sinde sığınma evi
bulunuyor.
Sığınma evi açmayan belediyelerin çoğu
ise 15 yıldır ülkede iktidar olan ve elinde her tür gücü toplayan partiye ait.
Hatırlayalım, ilçedeki tek sığınma evini
kapatma kararı veren 600 bin nüfuslu Ankara Mamak belediyesi de.
Kadınlara iş mi sağlandı?
Hayır, kadın işsizlik oranı arttı.
Bir yılda kadın işsizlik oranı yüzde
13,2’den yüzde 16’ya zıpladı.
Kadın istihdamı yalnızca yüzde 28.
Kadınların yüzde 52’si kayıt dışı,
güvencesiz çalışır durumda.
Bin bir zorluğu aşıp eğitimini
tamamlayanlarımızda durum farklı mı?
Hayır.
Eğitimli kadınlarda işsizlik oranı
erkeklerinkinin iki katı.
Üniversite mezunu her 5 kadından biri
işsiz.
“Kriz” var denildi mi kapının önüne en
kolay konulan biz kadınlarız.
İktidarları boyunca “Kadın istihdamını
arttıracağız” deyip durdular.
Sonuç ne?
Kadınlara “esnek- kısmi zamanlı
çalışma”nın yani güvencesizliğin dayatılması oldu.
Yetmedi, OHAL döneminde çıkan yasa ile
kadın işçiler özel istihdam büroları aracılığı ile kiralanır hale geldiler.
Ev içi köleliğimiz arttı, ücretler
düştü, çalışsak da emekli olmak hayal oldu.
Ekonomi bakanları, kadınları iş arayarak
işsizlik oranını yükselttikleri için suçladı.
Geçim derdi mi bitti?
Hayır, zam üstüne zam geldi, dolar
fırladı, borçlar arttı.
Birileri zenginleşirken önce biz
kadınlar yoksullaştık.
Babaya, kocaya bağımlılığımız, eldeki
para ile evi idare etmek üstümüze kaldığı için iş yükümüz, stresimiz arttı.
Çocuklarımızı bırakacağımız güvenli
parasız kreşler, bakımevleri, etüt merkezleri mi sağlandı?
Hayır, ne ellerindeki belediyeler
harekete geçti, ne yönettikleri kamu kurumları.
Patronları kreş açmaya zorlayan
düzenlemeler ortadan kaldırıldı, kimi kamu kurumlarındaki kreşler kapatıldı.
Kadınlara sürekli “annelik, çocuk bakmak
birinci vazifen” denildi.
Devlet böyle böyle bakım sorununu
tamamen kadınların üzerine yıktı.
Şimdi referandum öncesi göz boyamak için
süresi ve parası sınırlı bir proje ortaya atıldı.
Torun bakan büyükannelere aylık maaş
vaat edildi.
Adı üzerinde kalıcı bir çözüm değil
“proje” süresi 1 yıl.
Para nereden mi?
Elbette yine büyük bölümü işçinin
cebinden, yani işsizlik sigortası fonundan.
Tüm büyükannelere mi?
Hayır yalnızca 10 ilden 6 bin aile için.
Kadınların eğitim sorunu mu çözüldü?
Hayır.
4 milyonumuz okuma yazma dahi bilmiyor,
yaklaşık 7 milyonumuz okuyup yazıyor ama hiçbir okulu bitirmemiş, yaklaşık 10
milyonumuz sadece ilkokul yüzü görmüş.
Yani sevgili kadınlar, bu ülkenin kadın
nüfusunun yarısı ortaokul yüzü bile görmemiş durumda.
Kız öğrencilerin yüzde 40’ı eğitimi
erken bırakıyor.
Peki, 15 yılda bu konuda önlem alındı
mı.
Hayır, Tek Adam’ın ısrarla savunduğu ve
uygulamaya geçirdiği 4+4+4 sisteminden sonra sadece 2014 yılında 36 bin kız
çocuğu okuldan alındı.
Okula “açıktan devam hakkı” propagandası
ve genel liselerin ortadan kaldırılması sonucu açık lise öğrenci sayısı yüzde
63 arttı.
Çok sayıda kız çocuğu okul çağında eve,
ev işlerine, tarlaya, çocuk bakımına mahkum edildi.
Peki kız çocuklarını okutmak isteyen
ailelerin durumu mu?
Hatırlamamız yeter.
Köylerinde okul bırakılmadığı, parasız
barınma imkanı yaratılmadığı için cemaat yurtlarında kalan kız çocukları
Aladağ’da yanarak can verdi
Çocuk evlilik sorunu mu çözüldü?
Çocuk istismarı azaldı mı, çocuklarımız
daha güvende mi?
Hayır, her gün yeni bir istismar haberi
duyar olduk.
Karaman’da çocuklar istismar edildi.
Aile Bakanı “Bir kereden bir şey olmaz”
dedi, çocuklar değil Ensar Vakfı korundu.
Adıyaman Gerger’de imam hatipte 18 çocuk
istismara uğradı.
Yine üzeri örtülmeye çalışıldı.
Gizli kalanları bilmiyoruz, ama açığa
çıkanlara bakarsak sadece 2016 yılında 368 kız çocuğu cinsel istismara uğradı.
Üstelik istismar vakalarının yüzde 59’u
okullarda yaşandı.
Hatırlayalım, İzmir’de kendisine cinsel
istismarda bulunan erkek tutuksuz yargılanırken henüz 9 yaşındaki bir kız
çocuğu kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.
Birçok istismar davasında “rıza” var
denilerek saldırganlar tutuksuz yargılandı, beraat etti.
Çocuk istismarcılarına af çıkarılmak,
kız çocukları tecavüzcülerle evlendirilmek istendi.
Sadece 2015 yılında Türkiye’de silahlı
çatışmalarda, iş cinayetlerinde, cezaevlerinde ya da savaştan kaçarken ölen
mültecilerle birlikte 617 çocuk yaşamını yitirdi.
Buna 2016 yılındaki savaş ve
patlamalarla ölen çocuklarımız dahil değil.
Kadınlar olarak daha güvenli ve huzurlu
mu hissediyoruz?
Hayır, patlayan bombalardan sokağa
çıkmaya çekinir, can güvenliğimiz ve sevdiklerimiz için endişe, korku içinde
yaşar olduk. Çocukların ölümlerini seyreder olduk.
Toplumda şiddet arttıkça, tank, top,
silah, cop ortaya çıktıkça evlerin içinde, işyerinde, sokaklarda da şiddet
arttı, bizi vurdu.
Kimin için, ne için bittiğini,
başladığını anlayamadığımız savaşlarda çocuklarımız, sevdiklerimiz öldü.
Kimse bize fikrimizi sormadı, yalnız
övünmemizi istediler.
Toplumda kamplaşma arttı, herkes bize
düşman olarak gösterilir oldu.
Bölündük, bölününce önce biz kadınlar
yalnızlaştık.
Mahallemizde komşumuzla, işte, okulda
arkadaşımızla rahat konuşamaz, yardım isteyemez olduk.
Birer kararname ile kadınların sesini
duyuran gazeteler, televizyonlar kapatıldı, haklarımız için mücadele eden,
şiddet gördüğümüzde mahkemelerde yanımızda duran kadın dernekleri, örgütleri
kapatıldı.
Ne giydiğimiz için otobüste, sadece
“kadın başımıza” yürüdüğümüz için parkta dayak yer olduk.
Sokaklar bizim için güvensizdi, daha
güvensiz oldu.
Yaşadıklarımızdan hep yeniden öğrendik,
ellerindeki gücü, bizim için, bizim yararımıza kullanmadılar.
“Güçlü Türkiye” derken kastettiklerinin
içinde güçlenen kadınlar yoktu.
Hayatlarımızın seyircisi, yaşadığımız
ülkenin misafiri değiliz
Bizler dünyaya farklı gözlerle bakmış,
farklı şeylere inanmış, farklı hayatları olmuş kadınlar… bu ülkeyi ve bu yaşamı
ve sadece kadın olduğumuz için ortak sorunları paylaşıyoruz.
Şimdi elimizde bir güç var, bu ülkenin
yarısı olmanın gücü.
Karar vermenin ve sonucu etkilemenin
gücü.
Haklarımız ve hak ettiğimiz yaşam için,
16 Nisan’da elimizdeki bu gücü, kadınlar için, kız çocukları için ve
hayatlarımız hakkında karar verme özgürlüğümüz için kullanalım.
Biz kadınlar hayatımızın seyircisi,
yaşadığımız ülkenin misafiri değiliz.
Ülkemizi, haklarımızı, hayatlarımızı Tek
Adam’ın kararına, adamların ağzından çıkacak söze terk etmeyelim.
Ailemizde de toplumda da devlette de,
başımızda reis istemiyoruz.
HAYIR diyelim.
Özge Ozan-sendika14.org