15 Şubat 2017 Çarşamba

40 milyon kadınız, hayatlarımızı tek adama teslim mi edeceğiz?

Biz kadınlar bu ülkeniz yarısıyız.
Farklılıklarımız var.
Ama sadece kadın olduğumuz için yaşadığımız ortak sorunlarımız var.
Şimdi, birimizin alacağı kararın hepimizi etkileyeceğini bilerek kadın kadını dinler diyerek konuşmamızın tam zamanı.
Hayatı boyunca sözü kesilenler, sözü değersizleştirilenler olarak, birbirimizin sözünü kesmeden, birbirimizin sözüne kulak vererek.
Hepimiz yaşadık, yaşıyoruz.
Babamız veya ağabeyimiz, kocamız veya sevgilimiz, patronumuz, oylarımızla seçtiklerimiz ve hatta sokakta ya da otobüste hiç tanımadığımız erkekler hayatımız, bedenimiz ve geleceğimizle ilgili kararları bizim adımıza alma, kuralları belirleme, bizi yargılama, hükmü verme hakkını kendilerinde görürler.
Sonuçlarını biz yaşarız.
Hayatımız boyunca birtakım adamların “Seviyorum”, “Seni ben koruyorum”, “Senin için ben çalışıyorum”, “Sana ekmeğini ben veriyorum”, “Sen benim sorumluluğumdasın” sözlerinin, aslında bizim adımıza karar almanın gerekçesi haline getirildiğini ve bu kararın bizim değil onların çıkarına olduğunu en iyi biz biliriz.
Şimdi bir tek adam tüm ülkeye böyle sesleniyor, duyuyoruz.
İşte tam da bu nedenle iddiam odur ki Nisan ayında referandumda oylamamız için önümüze konulacak Anayasa değişikliğinin ne demek olduğunu da en iyi anlayacak olan bizleriz; biz kadınlar.
HAYIR İÇİN İKİ SORU YETER…
Kadınlar olarak karar vermeden sadece şu iki soruyu önce kendi kendimize, sonra etrafımızdaki kadınlara sormamız ne iyi olur.
Tek bir adamın hayatımız, tüm kadınların ve kız çocuklarının hayatı hakkında tüm kararları almasını ister miyiz?
Bu Anayasa değişikliği biz kadınların sorunlarına herhangi bir çözüm getirecek mi?
BU YETKİLER ELİNDE OLSAYDI SADECE SON 4 YILDA NELER OLURDU?
Peki, ilk sorudan başlayalım.
Ne demiştik?
Tek bir adamın hayatımız, tüm kadınların ve kız çocuklarının hayatı hakkında tüm kararları almasını ister miyiz?
HAYIR demek için sadece son 4 yıla baksak yeter.
Eğer bugün Anayasa değişikliği ile verilmek istenen yetkiler Tek Adam’ın elinde olsaydı ve kimse bu kararlara karşı çıkamasaydı şimdiye kadar neler olurdu?
Kürtaj yasaklanırdı
Yıl 2012 aylardan Mayıs’tı.
Ülkeyi yöneten adam “Kürtaj cinayettir” dedi, hükümet kürtajı yasaklamak için çalışma başlattı.
Kadınlar bir araya geldi, itiraz etti, mücadele etti.
Meclis’te itirazlar yükseldi.
Yasa engellendi.
Eğer yetkiler bir tek adamda olsaydı, onun ağzından çıkan uygulansaydı; kürtaj yasaklanmış, şimdiye kadar binlerce kadın merdiven altı kliniklerde ölüme yollanmış ya da istemedikleri, bakamayacakları çocukları doğurmaya zorlanmış olacaktı.
Boşanma, nafaka, miras hakkımızdan olurduk
Yıl 2016 aylardan Mayıs’tı.
Adı “Boşanmanın önlenmesi komisyonu” olarak anılan Meclis komisyonu bir rapor açıkladı.
Kadınlar bir araya geldi, itiraz etti, mücadele etti.
Meclis’te itirazlar yükseldi.
Eğer yetkiler bir tek adamın elinde olsaydı, bu raporda yazılanlar uygulanacaktı.
Yani;
-Çocuk istismarcıları evlilik şartı ile affedilecek, çocuk evlilik teşvik edildiği gibi, 15 yaş altı çocukların fiilen evlendirilmesinin yolu açılacaktı.
-Şiddete karşı korunma hakkımız sınırlanacaktı. Korunma istediğimizde bizden delil istenecek, mesai saatlerinde karakolun kapısını çalamayacaktık.
-Kadınların boşanması zorlaştırılacak, erkeğinki kolaylaştırılacaktı.
-Nafakamıza süre sınırı getirilecekti.
-Eşimizin ölümü durumunda, mirasta mal rejiminden kaynaklı %50 olan pay hakkımız ortadan kaldırılacaktı.
Kız çocuklarına tecavüze af gelirdi
Yıl 2016 aylardan Kasım’dı.
Meclise bir gece yarısı bir önerge getirildi.
Kadınlar ayağa kalktı, Meclis’te itirazlar yükseldi.
Yasalaşmadı.
Eğer yetkiler bir tek adamın elinde olsaydı kız çocuklarına tecavüz edenlere, evlendiklerinde af gelecek, çocuk evlilik meşrulaşacaktı.
Kadınlar için hak, hukuk biterdi
Yıl 2014 aylardan Mayıs’tı.
Ülkeyi yöneten adam “Kadın erkek eşit değildir” dedi.
Eğer bugün verilmek istenen yetkiler bunu söyleyen bir tek adamın elinde olsaydı istediği an OHAL ilan edip kararnamelerle ülkeyi yönetme yetkisine sahipken “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür”, “Aile eşler arasında eşitlik ilkesine dayanır” yazılı Anayasa’yı fiilen askıya alacaktı.
Yasalar önünde bizi erkeklerle eşit kılan miras, ailede eşitlik, mal paylaşımı, siyasal haklar gibi tüm haklarımız tehlikeye girecekti.
Yargı tek adama bağlı olacağı için hak arama yollarımız tıkanacak, kadınlara ve çocuklara karşı suçlarda cezasızlık artacaktı.
Yaşamın içinde yurttaşlar olarak ve erkekler karşısında kadınlar olarak her hak arayışımız, bağımsız karar alma isteğimiz “eşit değilsiniz” sözü ve anlayışı ile karşılanacaktı.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Ama bu kadarı bile Hayır demek için yetmez mi?
BAŞKANLIK KADINLARIN HANGİ SORUNUNU ÇÖZER?
İkinci sorumuza gelelim.
Bu Anayasa değişikliği biz kadınların sorunlarına herhangi bir çözüm getirecek mi?
HAYIR, demek için bugün daha fazla yetki isteyenlerin 15 yıldır iktidarda olduğunu hatırlamak ve kadınların temel sorunları için söylediklerine, yaptıklarına bakmak yeterlidir.
Kadına yönelik şiddet mi durdu?
Hayır, kadın cinayetleri katlandı.
Nice kadın başvuruda bulunup korunmadığı için öldürüldü.
“Haksız tahrik” denerek kadınları öldüren erkeklerin cezaları indirildi.
Ülkemizde her dört kadından biri fiziksel şiddet mağduru ama kadınların güvenlik ve korunma ihtiyaçları yok sayıldı.
80 milyonluk Türkiye’de toplamda sadece 137 sığınma evi var.
Bunların toplam kapasitesi 4 bini geçmiyor.
Kendi yasalarına dahi uymadılar.
Türkiye’de nüfusu 100 bin ve üstünde olan kentlerde, 6360 ve 5393 sayılı kanunlar gereğince kadın sığınma evi açmak zorunluluğuna tabi olan toplam 143 belediyeden sadece 32’sinde sığınma evi bulunuyor.
Sığınma evi açmayan belediyelerin çoğu ise 15 yıldır ülkede iktidar olan ve elinde her tür gücü toplayan partiye ait.
Hatırlayalım, ilçedeki tek sığınma evini kapatma kararı veren 600 bin nüfuslu Ankara Mamak belediyesi de.
Kadınlara iş mi sağlandı?
Hayır, kadın işsizlik oranı arttı.
Bir yılda kadın işsizlik oranı yüzde 13,2’den yüzde 16’ya zıpladı.
Kadın istihdamı yalnızca yüzde 28.
Kadınların yüzde 52’si kayıt dışı, güvencesiz çalışır durumda.
Bin bir zorluğu aşıp eğitimini tamamlayanlarımızda durum farklı mı?
Hayır.
Eğitimli kadınlarda işsizlik oranı erkeklerinkinin iki katı.
Üniversite mezunu her 5 kadından biri işsiz.
“Kriz” var denildi mi kapının önüne en kolay konulan biz kadınlarız.
İktidarları boyunca “Kadın istihdamını arttıracağız” deyip durdular.
Sonuç ne?
Kadınlara “esnek- kısmi zamanlı çalışma”nın yani güvencesizliğin dayatılması oldu.
Yetmedi, OHAL döneminde çıkan yasa ile kadın işçiler özel istihdam büroları aracılığı ile kiralanır hale geldiler.
Ev içi köleliğimiz arttı, ücretler düştü, çalışsak da emekli olmak hayal oldu.
Ekonomi bakanları, kadınları iş arayarak işsizlik oranını yükselttikleri için suçladı.
Geçim derdi mi bitti?
Hayır, zam üstüne zam geldi, dolar fırladı, borçlar arttı.
Birileri zenginleşirken önce biz kadınlar yoksullaştık.
Babaya, kocaya bağımlılığımız, eldeki para ile evi idare etmek üstümüze kaldığı için iş yükümüz, stresimiz arttı.
Çocuklarımızı bırakacağımız güvenli parasız kreşler, bakımevleri, etüt merkezleri mi sağlandı?
Hayır, ne ellerindeki belediyeler harekete geçti, ne yönettikleri kamu kurumları.
Patronları kreş açmaya zorlayan düzenlemeler ortadan kaldırıldı, kimi kamu kurumlarındaki kreşler kapatıldı.
Kadınlara sürekli “annelik, çocuk bakmak birinci vazifen” denildi.
Devlet böyle böyle bakım sorununu tamamen kadınların üzerine yıktı.
Şimdi referandum öncesi göz boyamak için süresi ve parası sınırlı bir proje ortaya atıldı.
Torun bakan büyükannelere aylık maaş vaat edildi.
Adı üzerinde kalıcı bir çözüm değil “proje” süresi 1 yıl.
Para nereden mi?
Elbette yine büyük bölümü işçinin cebinden, yani işsizlik sigortası fonundan.
Tüm büyükannelere mi?
Hayır yalnızca 10 ilden 6 bin aile için.
Kadınların eğitim sorunu mu çözüldü?
Hayır.
4 milyonumuz okuma yazma dahi bilmiyor, yaklaşık 7 milyonumuz okuyup yazıyor ama hiçbir okulu bitirmemiş, yaklaşık 10 milyonumuz sadece ilkokul yüzü görmüş.
Yani sevgili kadınlar, bu ülkenin kadın nüfusunun yarısı ortaokul yüzü bile görmemiş durumda.
Kız öğrencilerin yüzde 40’ı eğitimi erken bırakıyor.
Peki, 15 yılda bu konuda önlem alındı mı.
Hayır, Tek Adam’ın ısrarla savunduğu ve uygulamaya geçirdiği 4+4+4 sisteminden sonra sadece 2014 yılında 36 bin kız çocuğu okuldan alındı.
Okula “açıktan devam hakkı” propagandası ve genel liselerin ortadan kaldırılması sonucu açık lise öğrenci sayısı yüzde 63 arttı.
Çok sayıda kız çocuğu okul çağında eve, ev işlerine, tarlaya, çocuk bakımına mahkum edildi.
Peki kız çocuklarını okutmak isteyen ailelerin durumu mu?
Hatırlamamız yeter.
Köylerinde okul bırakılmadığı, parasız barınma imkanı yaratılmadığı için cemaat yurtlarında kalan kız çocukları Aladağ’da yanarak can verdi
Çocuk evlilik sorunu mu çözüldü?
Çocuk istismarı azaldı mı, çocuklarımız daha güvende mi?
Hayır, her gün yeni bir istismar haberi duyar olduk.
Karaman’da çocuklar istismar edildi.
Aile Bakanı “Bir kereden bir şey olmaz” dedi, çocuklar değil Ensar Vakfı korundu.
Adıyaman Gerger’de imam hatipte 18 çocuk istismara uğradı.
Yine üzeri örtülmeye çalışıldı.
Gizli kalanları bilmiyoruz, ama açığa çıkanlara bakarsak sadece 2016 yılında 368 kız çocuğu cinsel istismara uğradı.
Üstelik istismar vakalarının yüzde 59’u okullarda yaşandı.
Hatırlayalım, İzmir’de kendisine cinsel istismarda bulunan erkek tutuksuz yargılanırken henüz 9 yaşındaki bir kız çocuğu kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.
Birçok istismar davasında “rıza” var denilerek saldırganlar tutuksuz yargılandı, beraat etti.
Çocuk istismarcılarına af çıkarılmak, kız çocukları tecavüzcülerle evlendirilmek istendi.
Sadece 2015 yılında Türkiye’de silahlı çatışmalarda, iş cinayetlerinde, cezaevlerinde ya da savaştan kaçarken ölen mültecilerle birlikte 617 çocuk yaşamını yitirdi.
Buna 2016 yılındaki savaş ve patlamalarla ölen çocuklarımız dahil değil.
Kadınlar olarak daha güvenli ve huzurlu mu hissediyoruz?
Hayır, patlayan bombalardan sokağa çıkmaya çekinir, can güvenliğimiz ve sevdiklerimiz için endişe, korku içinde yaşar olduk. Çocukların ölümlerini seyreder olduk.
Toplumda şiddet arttıkça, tank, top, silah, cop ortaya çıktıkça evlerin içinde, işyerinde, sokaklarda da şiddet arttı, bizi vurdu.
Kimin için, ne için bittiğini, başladığını anlayamadığımız savaşlarda çocuklarımız, sevdiklerimiz öldü.
Kimse bize fikrimizi sormadı, yalnız övünmemizi istediler.
Toplumda kamplaşma arttı, herkes bize düşman olarak gösterilir oldu.
Bölündük, bölününce önce biz kadınlar yalnızlaştık.
Mahallemizde komşumuzla, işte, okulda arkadaşımızla rahat konuşamaz, yardım isteyemez olduk.
Birer kararname ile kadınların sesini duyuran gazeteler, televizyonlar kapatıldı, haklarımız için mücadele eden, şiddet gördüğümüzde mahkemelerde yanımızda duran kadın dernekleri, örgütleri kapatıldı.
Ne giydiğimiz için otobüste, sadece “kadın başımıza” yürüdüğümüz için parkta dayak yer olduk.
Sokaklar bizim için güvensizdi, daha güvensiz oldu.
Yaşadıklarımızdan hep yeniden öğrendik, ellerindeki gücü, bizim için, bizim yararımıza kullanmadılar.
“Güçlü Türkiye” derken kastettiklerinin içinde güçlenen kadınlar yoktu.
Hayatlarımızın seyircisi, yaşadığımız ülkenin misafiri değiliz
Bizler dünyaya farklı gözlerle bakmış, farklı şeylere inanmış, farklı hayatları olmuş kadınlar… bu ülkeyi ve bu yaşamı ve sadece kadın olduğumuz için ortak sorunları paylaşıyoruz.
Şimdi elimizde bir güç var, bu ülkenin yarısı olmanın gücü.
Karar vermenin ve sonucu etkilemenin gücü.
Haklarımız ve hak ettiğimiz yaşam için, 16 Nisan’da elimizdeki bu gücü, kadınlar için, kız çocukları için ve hayatlarımız hakkında karar verme özgürlüğümüz için kullanalım.
Biz kadınlar hayatımızın seyircisi, yaşadığımız ülkenin misafiri değiliz.
Ülkemizi, haklarımızı, hayatlarımızı Tek Adam’ın kararına, adamların ağzından çıkacak söze terk etmeyelim.
Ailemizde de toplumda da devlette de, başımızda reis istemiyoruz.
HAYIR diyelim.

Özge Ozan-sendika14.org