Cezaevinde
CPJ’nin kriterlerine göre en az 84, Türkiye’deki basın meslek örgütlerinin
belirlemesine göre ise toplamda 154 gazeteci tutuklu. Bu rakam 15 Temmuz
öncesinde 41’di. 15 Temmuz’u ‘Allah’ın lütfu’ gören Erdoğan, ilk basına
yöneldi. Tutuklu gazeteci sayısı hergün katlanarak arttı.
Bir tek
tutuklama mı?
Daha 15
Temmuz öncesinde Fehullah Gülen Cemaati’ne yakın gazeteleri, televizyonları
kapatarak başlamıştı işe. Cemaat yanlısı çoğu gazete ve televizyona kayyım
atandı. 15 Temmuz’un ilk ayında Cemaat’e yönelmeler hızlı bir biçimde sürdü. Bu
arada Cemaat’e yakın vakıfların, derneklerin, basın-yayın organlarının tamamı
kapatıldı.
Aslında daha
o zaman herkes Cemaat’ten sonra sıranın başkalarına geleceğini biliyordu.
Fırsat ele geçmişti ve bu fırsat kaçırılmazdı. Nihayet öyle oldu. OHAL
ilanından sonra çıkarılan kararnamalerle A’dan Z’ye tüm AKP’li olmayanlara
yöneldiler. Bir günde 21 televizyon, gazete, dergi kapatıldı. İMC, Hayatın
Sesi, Özgür Gün, Azadi, Jiyan, TV 10 televizyonları bu kapatmalardan ilk
nasibini alanlar oldu. Sonrasında kapatılmadık gazete, televizyon, internet
sitesi, dergi, haber ajansı kalmadı. Devamı da geldi. Aralarında sarı basın
kartı olanların da bulunduğu onlarca gazeteci tutuklandı. Cumhuriyet’in yazar
ve yöneticilerinden DİHA muhabirlerine, Özgür Gündem’in yayın yönetmenlerinden
Cemaat gazetelerinin yazar ve muhabirlerine tutuklanmayan, hakkında soruşturma
açılmayan kimse neredeyse kalmadı. Gün oldu Çağlayan Adliyesi’nde 30-35
gazeteci hakim karşısına çıktı.
İşin gerçeği
bu.
Peki, yalanı
ne?
Katar
gazetesine konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, tutuklu 154 gazeteci için bir kez
daha terörist suçlaması yaptı ve “Türkiye’de basın özgürlüğü, Batı’daki pek çok
ülkeden fazla” dedi. Erdoğan bununla da kalmadı; “Darbecilere destek olanları,
hatta darbecilerle birlikte olanları, terör propagandası yapanları siz nasıl
gazeteci olarak göreceksiniz?” dedi. Erdoğan’a göre “Tutuklananlar gazetecilik
faaliyetlerinden ya da görüşlerinden değil, hukuku çiğnemelerinden, adi
suçlardan tutun da terör örgütlerine mensubiyete kadar uzanan farklı suçlardan
dolayıdır.” Eee! Durum bu ise “Gazetecilik kılıfı altında suç işlenmesine,
hiçbir hukuk devleti seyirci kalmaz demek lazım” Erdoğan’a göre.
İşte günün
yalanı da bu.
Bir tek bu
değil, yalan.
Erdoğan
gazete, televizyon ve dergilerin hukuk kararıyla kapatıldığını iddia ediyor.
Erdoğan’ın dedikleri cümlesi cümlesine şöyle: “Bazı yayın organlarının
kapatılması yargının verdiği kararlar neticesindedir.”
Bu da yalan!
Hem de köklü
bir yalan.
Bırakın 15
Temmuz sonrasını 15 Temmuz öncesinde bile televizyonlar herhangi bir hukuk
kararı, hatta açık bir soruşturma olmadan engellendi.
İMC’nin
başına gelenleri hatırlayalım.
İMC,
TÜRKSAT’ın kararıyla 15 Temmuz öncesinde uydudan çıkarıldı. Bu işlem yapılırken
İMC hakkında açılmış tek bir dava yoktu. Savcı’nın biri tutup TÜRKSAT’a bir
mektup yazıyor ve İMC hakkında inceleme başlatıldığını belirtiyor. TÜRKSAT,
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) herhangi bir kararı olmadan, hatta
bırakın kararı, RTÜK üyelerinin haberi bile olmadan İMC’yi uydudan çıkarıyor.
Bir savcının
verdiği karar hukuk kararı mı kabul ediliyor? Bu mümkün mü?
Hadi bu
‘hukuk kararı!’
Peki, 15
Temmuz sonrasındakilerle ilgili herhangi hukuk kararı var mı?
Hiçbir karar
yok!
Evet evet!
Tek bir hukuk kararı bile yok.
Bakanlar
Kurulu, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında oturdu, KHK’leri yazdı, resmi gazetede yayınladı
ve canlarının istediğini yaptılar. Üstelik bu yaptırımlara karşı hukuk yoluna
gitmek de KHK ile yasaklandı…
İşin gerçeği
şu: Türkiye’de işleyen bir hukuk sistemi yok; daha da önemlisi, bu işlemeyen
hukuk sistemini dillendiren basın da neredeyse yok!
Tabi hala
direnen Cumhuriyet, Evrensel, Birgün, Özgürlükçü Demokrasi ve Rojeva Medya gibi
gazeteleri saymıyoruz. Onlar, tüm zorluklarına rağmen koca bir vahada ince ince
akan bir pınar olmayı sürdürüyorla