Üçüncü Reich’la birlikte plebisitler ve
seçimler, rejimin elindeki tüm araçları kullanarak seçmenleri seferber ettiği
propaganda uygulamalarına dönüştü.
Gözdağı, Hitler’in özellikle dış
politika alanındaki eylemlerine meşruluk görüntüsü sağlamak için zaman zaman
yaptığı milli plebisitler ve seçimlerde ayyuka çıkıyordu. Rejimin daha baskıcı
hale geldiği, bu türden propaganda etkinliklerinde giderek daha fazla oy
almasından da anlaşılabilir. Bu durum, Almanya’nın tek parti devletine
dönüşmesine denk gelen 14 Temmuz 1933 yasasıyla meşruluk kazanmıştı. Yeni
kanun, hükümetin kendi inisiyatifiyle belli bazı politikalar konusunda “halka
danışmasına” imkan veriyordu…
Üçüncü Reich’la birlikte plebisitler ve
seçimler, rejimin elindeki tüm araçları kullanarak seçmenleri seferber ettiği
propaganda uygulamalarına dönüştü. Amaç rejimin aldığı tartışmalı önlemlere
halk eliyle bir meşruluk görüntüsü sağlamaktı.
Bu türden yöntemlerin kullanılması için
ilk fırsat, 12 Kasım 1933 yılındaki Reichstag seçimleriyle geldi. Parlamentonun
feshedilmesine ilişkin kararnameyle birlikte, aynı zamanda eyalet
parlamentoları da daimi olarak ilga ediliyordu. Bunların toplu meclisi sayılan
ve milli yasama senatosu olan Reichsrat da 1934 yılında feshedildi.
Reichstag seçimlerinde, oy verecek olan
halka yalnızca “evet” ya da “hayır” diyebilecekleri bir tek parti listesi
sunuldu. Orta sınıfa mensup seçmenleri de memnun etmek için, listeye Papen ve
Hugenberg gibi Nazi olmayan muhafazakarlar, hatta Merkez Parti’nin ve Halk
Partisi’nin kimi eski temsilcileri de katılmıştı.
Hindenburg’un radyo yayınlarını da
içeren kitlesel bir propaganda kampanyası, Reich İçişleri Bakanlığı’nın gizli talimatlarıyla
desteklendi: Sandık memurlarına geçersiz oyları da “evet” oyu sayabilmeleri
için büyük bir müsamaha gösterilecekti. Bazı eleştirel kişiler bunun
gerçekleşeceğinden zaten şüpheleniyordu. Örneğin, 23 Ekim’de günlüğüne not
düşen Victor Klemperer, “Kimse oy vermemeye cesaret edemeyecek ve kimse
güvenoyunda hayır diyemeyecek. Çünkü: 1) Kimse oyların gizliliğine inanmıyor ve
2) Hayır her koşulda Evet sayılacak,” diyordu.
1938 referandumu propaganda posteri:
Büyük Almanya için 10 Nisan'da "Evet".1938 referandumu propaganda
posteri: Büyük Almanya için 10 Nisan’da “Evet”.
Sonuçlarla oynandığını pek az insan dile
getirmeye cesaret edebildi. Ama bu cesarete sahip olanlar, oy pusulalarının
numaralandırılarak gizliliğin ihlal edildiğini, sandık memurlarının boş
pusulaları doldurduğunu, rejim muhaliflerinin seçmen kayıtlarından silindiğini
ve pek çok benzer istismarı ortaya çıkardı.
Açıktan oy vermeyi reddedenler
tutuklandı. Oy kullanma yerindeki Nazilerin ve kahverengi gömleklilerin
varlığı, insanları kabinlerde gizli oy kullanmak yerine, alenen oy kullanarak
rejime yönelik bağlılıklarını göstermeye zorluyordu. Böyle yöntemlerin
yardımıyla, üç buçuk milyon geçersiz oya rağmen rejim %88 “evet” oyu aldı. Buna
ek olarak yapılan plebisitte seçmenlerin yaklaşık %5’i “hayır”ı işaretlemişti.
Bu türden sonuçlar elde etmek için
kullanılan yöntemler 19 Ağustos 1934 yılında yapılan plebisitte daha da
netleşti. Bu plebisitte amaç, Hindenburg’un ölümünün ardından Hitler’in kendini
Devlet Başkanı olarak atamasına bir halk onayı mührünü vurmaktı. Sosyal
Demokrat Parti’nin görevlilerinin partinin sürgündeki merkezine gönderdiği
gizli raporlarda, kahverengi gömleklilerin oy kullanma yerlerinin etrafını
kuşattığı, bunun “doğrudan terör uygulanmasa bile, yine de bir terör atmosferi
yaratmakta başarılı olduğu” söyleniyordu.
Pek çok yerde oy kabinleri kaldırılmış
ya da bu kabinlere giriş kahverengi gömleklilerce engellenmişti. Ya da
üzerlerine “buraya yalnızca hainler girer” yazısı konulmuştu. [Nazi] kulüpleri
ve toplulukları, oy verme yerlerinin etrafında Alman askerleriyle birlikte
gruplar halinde kitlesel yürüyüşler yapıyor ve insanları oylarını açık olarak
vermeye zorluyordu.
Bazı oy verme yerlerinde oy pusulaları
önceden “evet” diye işaretlenmiş, diğer yerlerde geçersiz pusulalar “evet” oyu
olarak sayılmıştı. O kadar çok “hayır” oyunun yerine bir ya da birden fazla
“evet” oyu yerleştirilmişti ki, sonuçta bazı seçim bölgelerinde kullanılan oy
sayısı seçmen sayısından fazla çıktı.
Terörün şiddeti bölgeden bölgeye
değişiyordu. Öyle ki Sosyal Demokrat görevlilerin gözdağı ve manipülasyonun
rekor düzeylere ulaştığını bildirdikleri Palatinate bölgesinde, “evet” oyları
ortalamanın çok üstünde, %94.8’deydi. Tersine, daha az polisin bulunduğu Ren
seçim bölgesinde oyların yarısından fazlası “hayır” oyu ya da geçersiz oy
olarak kaydedilmişti. Hamburg’da seçmenlerin yalnızca %73’ü, Berlin’de %74 evet
derken, Wilmersdorf ve Charlottenburg gibi komünistlerin güçlü olduğu yerlerde
evet %70’in altındaydı.
Bu koşullar altında bile, rejimin
seçmenlerin oyunun yalnızca %85’ini alması dikkate değerdir. 5 milyon seçmen ya
“hayır” diyerek ya da oy pusulalarını geçersiz hale getirerek bu yasaya destek
vermeyi reddetmişti. “Evet” oyu verdirmeye yönelik bu kitlesel baskıya rağmen,
pek çok Alman yine de bunun serbest bir seçim olduğunu düşünmüştü. Luise
Solmitz seçim günü bunu “kimsenin sonucunu öngöremeyeceği bir plebisit, en
azından benim için öyle” demişti. Victor Klemperer daha az emindi: “Üçte bir
korkudan evet dedi,” diye yazıyordu, “üçte bir zehirlendiği için, üçte bir de
korktuğu ve zehirlendiği için.”
Dört yıl sonra, rejim seçim terörü ve
hilesi tekniklerini o kadar mükemmelleştirmişti ki, 1938 Nisan’ında yapılan
plebisitte %99’luk bir “evet” oyunu yakalamıştı. Plebisitin konusu Avusturya
ile birleşmek ve Hitler’in o zamana kadarki eylemlerine ilişkin kişisel bir
güvenoyu almaktı.
1938 yılındaki referandumda kullanılan
oy pusulası.1938 yılındaki referandumda kullanılan oy pusulası.
Bu iki meselenin bir araya getirilmesi
suları o kadar bulandırmıştı ki, birliğe karşı çıkanlar aynı zamanda Hitler’e
de karşı çıkmış olacaklar ve böylelikle vatana ihanet yasasının hükmü altına
gireceklerdi. Seçimler sırasında kahverengi gömleklilerden oluşan çeteler
düzenli aralıklarla her sokakta turluyor, insanları evlerinden zorla çıkararak
oy verme yerlerine doğru yönlendiriyordu. Hastalar ve yatalaklar evlerine kadar
gelen gezici oy sandıklarıyla oylarını kullandı. Oy vermeyi reddeden ya da
“hayır” oyu vermekle tehdit edenler dövüldü, boyunlarına “ben halka ihanet etmiş
bir hainim” yazılı kartonlar asılarak sokaklarda dolaştırıldı, meyhanelerin
önüne sürüklenip kendilerine bağırılması ve üzerlerine tükürülmesi sağlandı.
Akıl hastanelerine yatırıldılar.
Pek çok yerde, rejimin bilindik
muhalifleri önceden tutuklandı ve seçim günü geçinceye kadar gözaltında
tutuldular. Diğer yerlerde, bu insanlara özel olarak işaretlenmiş oy pusulaları
verildi. Bunların üzerinde, seçmen listelerindeki numaraların şeritsiz
daktiloyla gizli olarak yazıldığı sayılar bulunuyordu. 7 Mayıs 1938’de SS
Emniyet Müdürlüğü bu sayede ‘“hayır” oyu kullanmış ya da pusulalarını geçersiz
hale getirmiş insanları tespit edebildiklerini’ söylüyor, bilgiç ve ayrıntıcı
bir kurulukla ‘sayıları görünür kılmak için yağsız süt” kullandıklarını
belirtiyordu.
Pek çok kasabada seçmenlerin büyük bir
çoğunluğu, oylarını kahverengi gömleklilerin bulunduğu uzun masalarda, herkesin
önünde vermeye zorlanmıştı. Bazı kasabalarda kahverengi gömleklilerin
nezaretinde üzerinde “evet” işaretli bulunan pusulalar ellerine verildi. Görünüşte
gizli oya bağlı kalınmışsa da, pusulaların işaretli olduğu, dolayısıyla gerekli
olursa sayım sırasında tüm seçmenlerin kimliğinin belirlenebileceği
söylentileri kasıtlı olarak yayılmıştı. Gerçekten de bazı yerlerde bu yapıldı.
Tüm bu önlemlere rağmen, sayım sırasında
kayda değer sayıda geçersiz oy pusulası ya da “hayır” çıkarsa bunlar yok
sayıldı. Bir seçmen oy vermeyeceğini açıktan söylemek gibi sıradışı bir adım
atarsa (ki Katolik Piskopos Joannes Sproll Nazi Partisi’nin listesine Alfred
Rosenberg ve Robert Ley’in dahil edilmesini protesto etmek için böyle yapmıştı)
o zaman çok sert tepki gösteriliyordu. Piskopos Sproll’un bu hareketi,
kahverengi gömleklilerin kilisesinin önünde gürültülü bir gösteri yapmasına yol
açmış ve rejim onu tutuklamışsa da görev bölgesinden uzaklaştırmıştı.
Bu türden olaylara rağmen, böyle
plebisitlerde Nazileri destekleyen pek çok Alman sonuçlardan gurur duyuyordu.
“Liderimize yüzde 99” diye yazıyordu Luise Solmitz muzafferane bir şekilde,
“bunun yabancı ülkeler üzerinde çok kuvvetli bir tesiri olmalı.
Richard J. Evans