Başbakan Yıldırım'dan Bahçeli'ye, yandaş
medya kalemşörlerinden AKP'den kadrolu 'uzman' TV yorumcularına kadar bütün bir
'Evet' bloku yarın 'kandırıldık' diye ayağa kalkarsa sakın şaşırmayın. Çünkü
hepsi 'Başkanlık değil, Cumhurbaşkanlığı sistemi' diyordu. Sonunda Erdoğan
baklayı ağzından çıkardı; 'Başkanlık geliyor'. Ancak AKP'liler referandumda
'Hayır'ların daha yüksek çıkacağı kaygısını yaşıyor. 'Evet' cephesinde kaybetme
paniği giderek artıyor. Başbakan Binali Yıldırım bir uçak dolusu gazeteciyle
Rusya’ya gidiyor; Putin ve mevkidaşı Medvedev’le görüşecek. 2016’nın Aralık
başı. Uçakta gazetecilere açıklama yapıyor Yıldırım: “Sistemin adı Başkanlık
değil, Cumhurbaşkanlığı olacak.” MHP lideri Devlet Bahçeli de daha anayasa
değişikliğine ilişkin taslak ortaya çıktığı ilk günden itibaren çok ısrarlıydı:
“Metinde ‘Başkanlık’ değil, ‘Cumhurbaşkanlığı’ yazıyor.” Zaten getirilmek
istenen ‘Başkanlık’ olsa en küçük bir destek vermeyeceğini açıklamıştı Bahçeli
çok önceden: “Milletin başkanlık gelsin dediğine aklı başında hiç kimse
şahitlik etmemiştir. Başkanlık konusunda vereceğimiz bir destek yoktur.”
Anayasa değişikliğine ilişkin öneri TBMM’den geçtikten sonra da MHP bunun
“Başkanlık” değil, “Cumhurbaşkanlığı” sistemi olduğunda ısrarını sürdürüyordu.
Sadece Bahçeli değil, MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Semih Yalçın da
aynı görüşteydi: “TBMM’de kabul edilen Anayasa Değişikliğiyle İlgili Kanun’un
‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ şeklinde tanımı isabetli ve yerinde
olacaktır. Kaldı ki doğrusu da budur. Başkanlık sistemi tanımı ve
yakıştırmaları ise zorlama yorumlardır.” Sadece AKP’nin ya da “arka bahçesi”
MHP yönetiminin sözcüleri değildi ısrarla “Başkanlık değil, Cumhurbaşkanlığı”
diyen. Yandaş medyanın gazete manşetleri, bir köşe kapmış kalemşörleri de aynı
görüşteydiler; “Başkanlık değil, Cumhurbaşkanlığı.” Yandaş ve yanaşma
televizyon kanallarına çıkan AKP’nin kadrolu “uzman” yorumcuları da halkı ikna
etmeye çalışıyorlardı getirilmek istenen sistemin “Başkanlık değil,
Cumhurbaşkanlığı” olduğuna. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün öyle bir
açıklama yaptı ki; Başbakan Yıldırım’dan MHP yönetimine, yandaş kalemşörlerden
AKP’nin televizyon yorumcularına kadar “Başkanlık değil, Cumhurbaşkanlığı”
diyenlerin tümünü açığa düşürdü. Kızı Sümeyye’nin görev yaptığı Kadın ve
Demokrasi Derneği (KADEM)’i ziyaret eden Erdoğan gençlere bir konuşma yaptı
önceki gün: “Bana bak, başkanlık sistemi başlıyor. Ona göre çok çalışacaksınız.
Tamam mı?” Konuşmasındaki üç sözcük herşeyi ortaya çıkartmıştı; “Başkanlık
sistemi başlıyor.” Bugüne kadar “Başkanlık değil, Cumhurbaşkanlığı” diyenler ya
gerçeği bildikleri halde koro halinde yalan söylemişlerdi ya da tümü birden tek
bir kişi tarafından “kandırılmış”tı. Zaten Erdoğan’ın siyaset yapma pratiği de
göstermişti ki “kandırılmak” bu işin “fıtratında” vardı. PARTİLİ CUMHURBAŞKANI,
PARTİLİ BAŞKOMUTAN Ancak, “Başkanlık değil, Cumhurbaşkanlığı” sistemi getiren
anayasa değişiklikleri TBMM’den Cumhurbaşkanlığı’na kabul edilmesinden yaklaşık
iki hafta sonra gönderilebildi. Değişikliği TBMM’den geçirirken aşırı derecede
acele eden AKP’nin Cumhurbaşkanı’na gönderirken hayli oyalanması çeşitli
spekülasyonlara yol açtı. AKP’nin eski milletvekili, bugünkü muhalifi Fevzi
İşbaşaran’a göre “işin içinde başka iş” vardı. İşbaşaran’a göre sürecin arka planında
kamuoyuna yansımayan büyük bir kavga yaşanıyordu. AKP’li eski vekil peşpeşe
attığı twitlerle AKP ile MHP arasındaki kavgaya ilişkin ciddi iddialarda
bulunuyordu: “Erdoğan’ın ‘Başkanlık yasa paketi’ meclisten geçtikten sonra,
geçen yasanın noktaları, virgülleri ile oynanmış. MHP bunu yakalıyor. “MHP,
TBMM’den geçen yasanın orjinal hali ile CB Erdoğan’ın onayına sunulmak istenen
yasanın farklı olduğunu görünce resti çekiyor. “Bahçeli, ‘Referandum
propagandasında MHP olmayacak’ diye açıklama yapınca TBMM’den geçen yasa CB
Erdoğan’a gönderilemiyor. “Bu gelişmeler üzerine, TBMM Bir açıklama yaptı.
“Gecikmenin nedeni imla hataları” diye. İmla hatası falan değil,
dolandırıcılık!” İşbaşaran’a göre ortada bir “aldatmaca” vardı; Erdoğan’ın
seçilmiş Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı olması. İddiaya göre bunu bir
cümle-imla oyunuyla halletmişler. MHP’nin rahatsızlığı Erdoğan’ın hem partili
Cumhurbaşkanı, hem de AKP Genel Başkanı olarak aynı zamanda Başkomutan
olmasından kaynaklanıyormuş ciddi biçimde. Aslında bu “Cumhurbaşkanlığı
görünümlü Başkanlık” sistemine daha TBMM’den geçerken toplumun çok farklı
kesiminden çok ciddi itirazlar yükselmişti. Anayasa değişikliği parlamentodan
geçer geçmez “Hayır”lar tavan yapmaya başladı. Adeta tıpkı Gezi’de olduğu gibi
kendiliğin çok büyük bir muhalefet cephesi oluştu. Değişiklikleri birlikte
yaptıkları MHP’nin tabanının büyük kısmı “Hayır” diyordu. AKP tabanından hiç de
azımsanmayacak “Hayır” sesleri geliyordu fısıltı halinde. CHP, HDP hatta Saadet
Partisi de “Hayır” diyordu. Sosyalist partiler, kadın ve gençlik örgütleri de
sokak sokak, mahalle mahalle, “Hayır”ı örgütlemeye başlamışlardı şarkılı,
türkülü rengarenk kampanyalarla. “Evet” cephesi elindeki eski ve yeni
futbolcuları sürdü ilk önce namlunun ağazına. Toplumsal bir tepki ölçmeye
kalktılar Rıdvan’ından Arda’sına kadar. Ancak bu hamle de geri tepti. Bütün
taraftar tribünleri “Hayır”ı, neredeyse unutulmaya yüz tutmuş “İzmir Marşı”yla
dile getirmeye başladılar. Kamuoyu anketleri de hiç umut verici değildi
“Evet”çilere. Çünkü “Hayır” büyük bir çoğunlukla “Evet”ten fazla çıkıyordu.
Yandaş kalemler, havuz gazetelerindeki köşelerinde “Hayır”ın niye yüzde 45-50
bandının altında kaldığının gerekçelerini aramaya çalışıyordu; “MHP’yle yapılan
işbirliğinin AKP’ye oy veren Kürt tabanı küstürmesi… Giderek aşağıya doğru inen
ekonomik krizin AKP seçmeninde yarattığı kızgınlık… Muhafazakar AKP’lilerin
‘AKP medyası’ olarak bilinen yandaş ve hatta yanaşma gazetelerin,
televizyonların seviyesizliğinden, saldırganlığından, kalitesizliğinden rahatsız
olmaları…” Bazı AKP kalemşörleri daha şimdiden referandumda “Hayır”ların önde
çıkması halinde uygulanması gereken “B planı”nı tartışmaya başladılar. MEDYAYI
SUSTUR, HDP’Yİ DİSKALİFİYE ET! AKP’nin “medyayı susturma” harekatı önemli
ölçüde tamamlandı. Neredeyse AKP’ye muhalif televizyon kanalı kalmadı. 150
dolayında gazeteci tutuklu. Son birkaç gazete ve internet sitesi kaldı muhalif
çizgide yayın yapan. Onlar da ağır baskı altındalar. Daha önce “Gazetecilik
yaptığı için tutuklanan hiç kimse yok” diyen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ daha
sonra “Tutuklu üç gazeteci var” demişti. Ne olduysa, önceki gün cezaevlerinde
30 gazetecinin tutuklu olduğunu açıklamak zorunda kaldı. Her ne kadar verdiği
rakam “tutuklu 150 gazeteci” gerçeğinden çok uzak ama, 30 kişinin
gazetecilikten dolayı tutuklu bulunması Türkiye’de basın özgürlüğünün ve halkın
haber alma hakkının uluslararası standartların ne kadar gerisinde bulunduğunu
göstermeye yeter de artar bile. Zaten bunun verileri de uluslararası ölçekte
ortaya çıkıyor. Freedom House’un raporuna göre Türkiye 2016’da özgürlüklerin en
çok gerilediği ülkeler arasında, Orta Afrika Cumhuriyeti’nin ardından ikinci
sırada yer alıyor. Rapora göre “özgür” kategorisinde dünyada 87 ülke var.
Özgürlükler açısından Türkiye bu ilk 87’ye girmiyor. İkinci ligde yani “kısmen
özgür” 49 ülke arasında yer alıyor. Böyle giderse üçüncü lige düşüp 49 ülkenin
bulunduğu “özgür değil” kategorisine düşecek 50. ülke olarak. AKP sözcülerine
göre Olağanüstü Hal koşullarında “demokratik anayasa” referandumu yapacak
Türkiye. Kendilerinin bile bu söylediklerine inanmaları zor. AKP iktidarının
“medyayı susturma” harekatı referandum öncesi “HDP’yi diskalifiye etme”
operasyonuyla birlikte yürütülüyor. Son üç ayda 27 HDP milletvekili gözaltına
alındı. Şu anda 12’si tutuklu. Aynı süre içersinde il, ilçe başkanları, yönetim
kurulu üyeleri, belediye başkanları, meclis üyeleri başta olmak üzere
tutuklanan HDP’li sayısı 1500’ü buldu. HDP’lilerden sonra, referandum tarihi
yaklaştıkça sıra CHP’lilere geliyor. Hala basın açıklamasının, yürüyüş ve
mitinglerin OHAL’den dolayı bir ay yasaklandığı kentler var. “Hayır” diyenler
gözaltına alınıyor, “Hayır” pankartı asan partilerin binaları basılıyor, etkin
“Hayır” kampanyası yürüten CHP’liler bile uyduruk gerekçelerle gözaltına alınıyor.
Referandum için yapılan araştırmalarda “Hayır” oyları “Evet”lerden yüksek
çıktıkça panik artıyor AKP cephesinde. 7 Haziran seçimlerinde aleyhlerinde
çıkan tabloyu hangi yöntemlerle 1 Kasım seçimlerinde lehlerine çevirdilerse,
şimdi de aynı oyunu sahneye koyacaklarının ciddi işaretleri var. Üç olguyu art
arda sıralayınca ortaya çok vahim bir tablo çıkıyor. Birincisi; 1 Kasım
seçimlerinden önce çok büyük bir katliam yaşandı Ankara’da. HDP’lilerin ve
bileşenlerinin üzerine IŞİD canlı bombayla saldırdı. Yüzden fazla insan öldü.
Bütün olgular IŞİD’i işaret etmesine rağmen göz göre yalan söyledi AKP
sözcüleri, ortaya uydurma bir “kokteyl örgüt” attılar. PKK’dan DHKP-C’ye,
FETÖ’den Esad’ın El Muhaberatı’na kadar bütün birbirine benzemez örgütleri
katliamın sorumlusu olarak gösterdiler. Kendi gazeteleriyle, televizyonlarıyla
bu yalanın üzerine abandılar. Halkın büyük bölümü gerçeğin ne olduğunu
öğrenemeden 1 Kasım seçimlerinde oy vermeye gitti. İkincisi; Başbakan
Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş çok farklı yorumlanabilecek bir
açıklama yaptı bir iki hafta önce: “Bundan sonra da suikastlar, canlı bombalar,
vesaireler devam edebilir. Referandumda büyük ölçüde ‘Evet’ çıktıktan sonra da
bu terör örgütleri, hiçbir şekilde sesi soluğu çıkmayacak noktaya gelirler.” Bu
açıklama tıpkı 1 Kasım seçimleri öncesinde olduğu gibi, AKP iktidarının
referandum öncesindeki “yol haritası”nın sinyalleri olarak değerlendirildi.
Gelelim üçüncüsüne; RTÜK yönetimi haber kanallarının temsilcileriyle bir
toplantı yaptı önceki gün ve OHAL’in KHK’larına dayanarak birçok “yayın yasağı”
getirdi. Her terör eylemi ve cinayetten sonra teker teker getirilen yayın
yasakları şimdi önceden ve toplu halde konuluyordu. Buna göre muhabirlerin
anlatımından olay yeri görüntülerine, ambulans sesinden olayla ilgili yapılan
yorum ve eleştirilere kadar haberciliğin olmazsa olmazları arasında yer alan
pek çok konu yasaklanıyordu. Özellikle terör olaylarında sadece Cumhurbaşkanı
ve Başbakan gibi resmi yetkililerin açıklamaları yasak kapsamı dışında
tutulacaktı. Muhalefet partileri, liderleri de bu karara göre yasak kapsamına
giriyordu. Yani tıpkı Ankara’daki Gar katliamında olduğu gibi bir terör olayı
meydana gelse, iktidar sözcüleri olayla ilgili istedikleri açıklamayı
yapacaklar, kamuoyunu istedikleri gibi yönlendirecekler. Bu üç olguyu bir araya
getirince insanın düşünmek bile istemediği kanlı senaryolar geliyor akla. Bütün
bu yaşadıklarımız bir telaşın ifadesi. Referandumda “Hayır” çıkma olasılığının
korkusu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ilginç süreçlerinden birine daha
tanık oluyoruz. Ama aynı zamanda kaybedeceğini anlayan zorbaların da telaşına
tanık olacağız. Yeter ki zorbalığa karşı olanlar kazanacaklarına inansınlar!
Celal Başlangıç:
Kaynak: gazeteduvar.com.tr