27 Mart 2017 Pazartesi

CANEVİ..!

Düşkün diyesiymiş ki “Alevilikte cemevi yok!”. Düşkün çok, düşkünün cinsi de çok, bu, iktidar düşkünü. Hani, Allah düşürmesin dedikleri cinsten! Düşkünlükte sınır yok, düşkünde her türlü yaltaklanma, ucuzluk, onursuzluk, ahlaksızlık, yardakçılık var da, eline, beline, diline sahip olmak yok! Bunlar olsa zaten düşkün olmazdı! O yüzden aslında düşkünün sözünün bir hükmü de yok. Düşkün ne yazık ki bahane, vesile ve dahi meze olmaktan öteye de geçemiyor.
Fakat “düşenin dostu olmaz” sözünü de geçersiz kılan bir durum var ortada. Düşenin dostu oluyormuş meğer, tabii ona ne kadar dost denirse! Bunun için Alevinin düşkünü olmak yeterliymiş. Biat etmek, boyun eğmek, kapıkulu olmak gibi, Aleviliğin doğasına da, meşrebine de, yola da aykırı olan haller içine girene ne kadar Alevi denir, orası da ayrı bir…neyse! Bu durumda düşenin dostu da onun bu halini kullanmak, ondan yararlanmak isteyen oluyor. Şekilde görüldüğü gibi, şekil nerde, her yerde.
Cemevi vardır, olmasa da ne gamdır! Şimdiye dek varlığını Alevilerin bildiği cemevlerini, artık herkes biliyor. Kimi ibadethane diyor, kimi cümbüşevi diyor, bazılarını da kolluk kuvvetleri sık sık basıp insanları gözaltına alıyor. Velhasıl devlet-i alimizin pek de iyi gözle bakmadığı ve kutsal saymadığı mekanlar cemevleri.
Alicenap iktidarımız her oylamadan önce olduğu gibi yine Alevileri hatırladı! Aslında bir başka anlamda hiç unutmadığı da bilinir. Hatırlamanın gayet yakıcı olduğu zamanlar ve olaylar bunlar. Unutmanın da hafızayı ve kalbi kurutacağı. “Devletin Alevisi” denilen birkaç düşkünle cemler, anmalar, günler yapılıyor ya, “devletin Ali’si” olamayacağı gibi, ‘devletin Alevisi’ de olamaz devletin cemi de. Hem Ece Ayhan’ın nitelemesiyle ‘bir Sünni şair’in de pek güzel buyurduğu gibi ‘Haçlı artıkları’ olan, yavuz mu yavuz bir padişahın himmeti ve delaletiyle de ‘kılıç artıkları’ arasına giren Alevilerin, devlet katında ‘bayramdan bayrama’ hatırlanması ve ağırlanmasının esbab-ı mucibesi ne ola ki?
Asl’olan can olmak. Alevilik de canların cem olması, toplanması, bir araya gelmesi, can cana olması. Yoksa cem yolda da kurulur ağaç dibinde de, dağda da kurulur bahçede de, avluda da evde de. Ama önce gönülde kurulur, cem gönüldür, gönüller dolusudur. Cemevi dediğin de canevidir çünkü, canlar evidir. Alevi dediğin de hemen her iktidarın, sistemin dışına attığı bir kişi. Neşet Ertaş’ın güzel demesiyle, insan olan kadınlar ve insanoğlu olan erkeklerden oluşan bir garip millet.
Geçenlerde bir mülki amirin de pek veciz biçimde ifade ettiği üzere, devlette, yönetim kadrolarında pek yer verilmeyen, yine ‘amirim’in deyişiyle, ‘siyasi iktidara yakın olmadığı için devlet nimetlerinden uzak tutulan’, tutulması gereken muhalif kişilik Alevilik. Dolayısıyla karşılıklı olarak bunda bir beis yok, ve vaziyetten ötürü de yeis içinde olan yok.
Devlet dediğin de bir örgütlenme, bir sistem. O da ‘millet’i ehlileştirmek, yola getirmek için var haliyle. Doğaya yakın adlarla anılan, sözgelimi tahtacı, abdal, kuzu, can gibi, Alevilerin ehlileşmesi de o kadar kolay değil. Yaban hayatı yaşamıyorlar ama; sözleri, deyişleri, şiirleri, yaşayışları, inanışları, kültürleri, töreleri, kadın-erkek ilişkileri, laik tutumları, çünkü doğal olan laikliktir, hala büyük ölçüde doğaya bağlıdır. Diyeceğim, sistemden uzak, doğaya yakın olmak, yaşamak, eylemek iyi.
Canevi böyle bir sözcük. İnsanı, yaşamla, doğayla buluşturan güzel bir yolevi gibi. Ruhunu, bedenini, gönlünü, yüreğini, kafanı, bakışını, duyuşunu, görüşünü, gülüşünü, gamını, neş’eni, yakınlığını, içini, özünü, küçücük ama insanın yüreği kadar sonsuz bir yere toplamışsın da, onlar da hemhal olup canevini oluşturmuşlar gibi.
Cemevi de canevi de içimizdedir. Canların birbirlerini göresi geldiği zaman içlerine bakmaları kafidir. Öyledir de yine de yüz yüze gelmek için, dost cemalini görmek için cemevlerine de giderler. İsteyen ibadet desin buna, çünkü dostun dosta sevgisi, aşkıdır bizim için ibadet. İsteyen cümbüşevi desin, “bugün benim efkarım var gamım var” diyen, neş’eden de haberlidir zira. İnsanlar canevleriyle giderler cemevlerine. Yunmuş, arınmış, hesapsız, kitapsız bir kendini bırakış. Can cana emanettir.
Cemevi, canevidir, canevi cemevi. Ne kimse korkutulur orada ne de boyun eğmesi vaaz edilir. Oraya yalnızca insanlar girmez, iyilikler, masallar, söylenceler, ekinler, başaklar, yazlar, güzler, rüzgarlar, ırmaklar, aşklar, mazlumlar, sular, susuzluklar, yetimler, masumlar, kuşlar, üveyikler, turnalar, sarı çiçekler, lale sümbül, mor dağlar, elmalar, narlar, dolular, aşk şarabı, dost elinden dolular, yollar, kuzular, deyişler, türküler, nefesler de girer.
Cemevi yoksa canevi var. Canevi yoksa cemevi olsa neye yarar?
haydar Ergüven
Birgün