Düşkün diyesiymiş ki “Alevilikte cemevi
yok!”. Düşkün çok, düşkünün cinsi de çok, bu, iktidar düşkünü. Hani, Allah
düşürmesin dedikleri cinsten! Düşkünlükte sınır yok, düşkünde her türlü
yaltaklanma, ucuzluk, onursuzluk, ahlaksızlık, yardakçılık var da, eline, beline,
diline sahip olmak yok! Bunlar olsa zaten düşkün olmazdı! O yüzden aslında
düşkünün sözünün bir hükmü de yok. Düşkün ne yazık ki bahane, vesile ve dahi
meze olmaktan öteye de geçemiyor.
Fakat “düşenin dostu olmaz” sözünü de
geçersiz kılan bir durum var ortada. Düşenin dostu oluyormuş meğer, tabii ona
ne kadar dost denirse! Bunun için Alevinin düşkünü olmak yeterliymiş. Biat
etmek, boyun eğmek, kapıkulu olmak gibi, Aleviliğin doğasına da, meşrebine de,
yola da aykırı olan haller içine girene ne kadar Alevi denir, orası da ayrı
bir…neyse! Bu durumda düşenin dostu da onun bu halini kullanmak, ondan
yararlanmak isteyen oluyor. Şekilde görüldüğü gibi, şekil nerde, her yerde.
Cemevi vardır, olmasa da ne gamdır!
Şimdiye dek varlığını Alevilerin bildiği cemevlerini, artık herkes biliyor.
Kimi ibadethane diyor, kimi cümbüşevi diyor, bazılarını da kolluk kuvvetleri
sık sık basıp insanları gözaltına alıyor. Velhasıl devlet-i alimizin pek de iyi
gözle bakmadığı ve kutsal saymadığı mekanlar cemevleri.
Alicenap iktidarımız her oylamadan önce
olduğu gibi yine Alevileri hatırladı! Aslında bir başka anlamda hiç unutmadığı
da bilinir. Hatırlamanın gayet yakıcı olduğu zamanlar ve olaylar bunlar.
Unutmanın da hafızayı ve kalbi kurutacağı. “Devletin Alevisi” denilen birkaç düşkünle
cemler, anmalar, günler yapılıyor ya, “devletin Ali’si” olamayacağı gibi,
‘devletin Alevisi’ de olamaz devletin cemi de. Hem Ece Ayhan’ın nitelemesiyle
‘bir Sünni şair’in de pek güzel buyurduğu gibi ‘Haçlı artıkları’ olan, yavuz mu
yavuz bir padişahın himmeti ve delaletiyle de ‘kılıç artıkları’ arasına giren
Alevilerin, devlet katında ‘bayramdan bayrama’ hatırlanması ve ağırlanmasının
esbab-ı mucibesi ne ola ki?
Asl’olan can olmak. Alevilik de canların
cem olması, toplanması, bir araya gelmesi, can cana olması. Yoksa cem yolda da
kurulur ağaç dibinde de, dağda da kurulur bahçede de, avluda da evde de. Ama
önce gönülde kurulur, cem gönüldür, gönüller dolusudur. Cemevi dediğin de
canevidir çünkü, canlar evidir. Alevi dediğin de hemen her iktidarın, sistemin
dışına attığı bir kişi. Neşet Ertaş’ın güzel demesiyle, insan olan kadınlar ve
insanoğlu olan erkeklerden oluşan bir garip millet.
Geçenlerde bir mülki amirin de pek veciz
biçimde ifade ettiği üzere, devlette, yönetim kadrolarında pek yer verilmeyen,
yine ‘amirim’in deyişiyle, ‘siyasi iktidara yakın olmadığı için devlet
nimetlerinden uzak tutulan’, tutulması gereken muhalif kişilik Alevilik.
Dolayısıyla karşılıklı olarak bunda bir beis yok, ve vaziyetten ötürü de yeis
içinde olan yok.
Devlet dediğin de bir örgütlenme, bir
sistem. O da ‘millet’i ehlileştirmek, yola getirmek için var haliyle. Doğaya
yakın adlarla anılan, sözgelimi tahtacı, abdal, kuzu, can gibi, Alevilerin
ehlileşmesi de o kadar kolay değil. Yaban hayatı yaşamıyorlar ama; sözleri, deyişleri,
şiirleri, yaşayışları, inanışları, kültürleri, töreleri, kadın-erkek
ilişkileri, laik tutumları, çünkü doğal olan laikliktir, hala büyük ölçüde
doğaya bağlıdır. Diyeceğim, sistemden uzak, doğaya yakın olmak, yaşamak,
eylemek iyi.
Canevi böyle bir sözcük. İnsanı,
yaşamla, doğayla buluşturan güzel bir yolevi gibi. Ruhunu, bedenini, gönlünü,
yüreğini, kafanı, bakışını, duyuşunu, görüşünü, gülüşünü, gamını, neş’eni,
yakınlığını, içini, özünü, küçücük ama insanın yüreği kadar sonsuz bir yere
toplamışsın da, onlar da hemhal olup canevini oluşturmuşlar gibi.
Cemevi de canevi de içimizdedir.
Canların birbirlerini göresi geldiği zaman içlerine bakmaları kafidir. Öyledir
de yine de yüz yüze gelmek için, dost cemalini görmek için cemevlerine de
giderler. İsteyen ibadet desin buna, çünkü dostun dosta sevgisi, aşkıdır bizim
için ibadet. İsteyen cümbüşevi desin, “bugün benim efkarım var gamım var”
diyen, neş’eden de haberlidir zira. İnsanlar canevleriyle giderler cemevlerine.
Yunmuş, arınmış, hesapsız, kitapsız bir kendini bırakış. Can cana emanettir.
Cemevi, canevidir, canevi cemevi. Ne
kimse korkutulur orada ne de boyun eğmesi vaaz edilir. Oraya yalnızca insanlar
girmez, iyilikler, masallar, söylenceler, ekinler, başaklar, yazlar, güzler,
rüzgarlar, ırmaklar, aşklar, mazlumlar, sular, susuzluklar, yetimler, masumlar,
kuşlar, üveyikler, turnalar, sarı çiçekler, lale sümbül, mor dağlar, elmalar,
narlar, dolular, aşk şarabı, dost elinden dolular, yollar, kuzular, deyişler,
türküler, nefesler de girer.
Cemevi yoksa canevi var. Canevi yoksa
cemevi olsa neye yarar?
haydar Ergüven
Birgün