3 Ekim 2016 Pazartesi

Hayat, akacak bir mecra illa ki bulur ..!

Uğuldaya uğuldaya geldi. Uğultudan nemalandı. Uğuldaya uğuldaya yaptı. Uğuldaya uğuldaya bildiğini okumaya devam etmek istiyor...
Eline geçirdiği OHAL sopasıyla uğultuyu bağırtıya dönüştürüyor...
Hayatın bütün seslerini susturmak, insanlığın duyup duyabildiği tek sesin kendi bağırtısı olmasını sağlamak için...
Ama unuttuğu bir şey var: Hayat, uğursuz bir uğultuya pabuç bırakmayacak kadar çok sesli oysa ki.
Artvin Cerattepe'nin deresinin çağıltısını duymak istiyor bu kulaklar. Zorla açılan madene giden yolları biçen iş makinelerinin sesini değil.
Cizre'de Kürtçe söylenen bir ninninin sesini, bir çocuk şarkısına eşlik eden çocukların neşesini duymak istiyor bu kulaklar. Sokağa çıkma yasakları altında canından edilen bebelerin analarının ağıtlarını değil.
Beyoğlu'nda aşkla dans edilen bir şarkıyı duymak istiyor bu kulaklar. Caddeye çıkan sokakların başında uzun namlularla bekleyen polislerin telsiz sesini değil.
Tuzla'da bir fabrikada makinenin tıkırtısına uydurulan türkünün sesini duymak istiyor bu kulaklar. O makinenin insanlık dışı hızda dönen çarklarına kaptırılan elin sahibinin ah sesini değil.
Gezi'nin ulu ağaçlarının hışırtısını duymak istiyoruz. Kışlaya çevrilen memleketin minyatürünü parka dikmek için homurdanan dozerlerin sesini değil.
Soma'da madene mahkum edilmeden önce tarlasında tütün ekenin toprağa bereketiyle vurduğu çapanın sesini duymak istiyor bu kulaklar. Maden ocaklarında yaşanan insan kıyımının ardından yükselen çığlıkları değil.
Okul bahçelerinin neşeli oyunlarının sesini duymak istiyor bu kulaklar; çocukların ölümle, tankla, tüfekle, darbeyle süslenmiş tek adam cümlelerini okul açılışı törenlerinde tekrarlamak zorunda bırakılmalarını değil.
Hastane koridorlarından mutlu doğum müjdeleri, umut dolu onanma haberleri duymak istiyor bu kulaklar; gelmeyen sıra numaralarının, iyileşmeyen bedeni zor taşımanın, öfkeyle saldırılan hemşirenin çığlığını değil.
Kadınların gelecek güzel günlere atılan kahkahasını duymak istiyor bu kulaklar. Tekmecinin ve tekme destekçilerinin mırıltılarını değil.
Duymak istediklerimiz hayatın sesi. Bağırtılarıyla, homurtularıyla, mırıltılarıyla bastırmak istedikleri hayatın sesi.
Eğer bu uğultu karşısında yapabileceğimiz tek şey ellerimizle kulaklarımızı kapatmak zannediyorsak, sağır oluruz. Eğer bu uğultudan kaçmanın tek yolunun kulakların alışmasını beklemek zannediyorsak, yine sağır oluruz.
Umar, bu uğultunun bastırdığı sesin bir başkasının sesi değil, bizim, tek tek her birimizin sesi olduğunu bilmekte, görmekte, söylemekte.
Kendilerinden başka her kesimin sesini kısarak yapmak istedikleri şu; Birbirimizden haberimiz olmasın, karanlıktan aydınlık umudunu çekip çıkarmanın kavgasını verenlerin sesi duyulmasın, kendinden ve memleketinden umut duymamanın yıkıcı ve yalnızlaştırıcı kırılganlığı sarsın dört bir yanı, kendinden değil elinde sopa tutandan medet ummanın korkusu yönetsin ülkeyi...
Kadınlar, hayatın sesinin bu uğultuda kaybolup gitmesine izin vermeyecek. Hayat, her fırsatta kendine akacak mecra nasıl buluyorsa, öyle bulacak mecrasını da. Siz yeter ki hayatı ürettiğiniz her yerde, evde, işte, sokakta, okulda, çarşıda, pazarda, dernekte, parkta sözü paylaşmaya "ben de varım" deyin.
Ekmek ve Gül