Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) ve Türkiye Hapishane Çalışmaları Merkez (TCPS), "Türkiye’de Mahpus Olmak - 2" konulu konferans düzenledi.
Şişli'deki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bomonti Kampüsü'nde gerçekleşen konferansta, Cumhuriyet tarihi boyunca 50 bin civarında seyreden mahpus sayısının özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi'nin ardından Türkiye’deki mahpus sayısının ilk defa 210 binin üzerine çıktığı söylendi. Bazı Avrupa ülkelerinde cezaların infazı alanında 10 yılı aşkın bir süredir hapsetmeye alternatif yöntemlerin tartışıldığı fakat Türkiye’de tersine bir yönelimin söz konusu olduğu belirtildi. İki gün sürmesi planlanan konferansın ilk günü “Hapishaneler ve Kamu”, “Hapishaneler ve Sivil Toplum”, “Hapishaneler ve Akademi” başlıklı konulara ayrıldı.
'HAPİSHANE İŞKENCE VE BASKININ ARACIDIR'
Türkçe, Kürtçe ve İngilizce olmak üzere üç dilde açılışı yapılan konferansta açılış konuşmasını Işık Ergüden yaptı. Hapishanelerde rekor sayıda insanın olduğu bilgisini veren Ergüden, hukuk sisteminin yerine intikam sisteminin geçtiğini söyledi. Hapishanenin insana yönelik her şeyi sınırlandırdığını, hapishanenin varlığının başlı başına bir işkence olduğunu vurgulayan Ergüden, "Faşizmin dışarıyı da hapishaneye çevirdi. Hapishane, kişinin mahreminin yok sayıldığı kişiliği aşağılayan, her an bir tecavüze uğruyor hissi verir. Hapishanede kişi kişiliksizleştirmeye, yok etmeye, benliği yok saymaya neden olur. Yani kişinin özneden çıkıp nesneye döndüğü bir yerdir hapishane" şeklinde konuştu. "Hapishane, propaganda aracı olan 'ıslah alanı' değil, işkencenin ve baskının bir aracıdır" diyen Ergüden, "Bu topraklarda hapishaneler düşünen, yazan, okuyan insanlarla doludur. Ayrıca hapishanenin tarihi bu ülkede direnişinin de tarihidir" dedi.
'HAPİSHANELER CAYDIRICI BİR CEZA YÖNTEMİ DEĞİL'
İzmir İnsan Hakları Derneği üyesi Gurbet Uçar 'Hapishaneler ve Sivil Toplum' ilk oturumunun moderatörlüğünü yaptı. Bu oturumda 'Hapishanelerde Son Durum ve İnsan Hakları' konusunu konuşan THİV İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe, hapishanenin toplumsal bir tecrit olduğunu söyleyerek, itaatkar, boyun eğici bir toplum için egemenlerin hapishanelere ihtiyaç duyduğunu söyledi. Hapishanelerin kişiyi imha etmek üzerine kurulu olduğuna işaret eden Efe, 'daha iyi bir hapishane nasıl olur' tartışmasının yerine 'hapishaneyi nasıl ortadan kaldırmalı' tartışmasını yürütmek gerektiğinin altını çizdi.
'HAPİSHANELER DEVLET EGEMENLİĞİNİN EN KABA GÖRÜNDÜĞÜ YERLER'
MAZLUMDER'den Avukat Kaya Kartal da, avukat kimliklerini kullanarak hapishane ziyaretlerinde bulunduklarını ve kendilerine iletilen ihlal başvurularını raporladıklarını aktardı. Bu ziyaretler sırasında edindiği bazı gözlemleri anlatan Kartal, "Öyle mahpuslarla karşılaştık ki 10 yıldır hiç ziyaretçi gelmediğini söylüyor. Sevk sürgünleri sebebiyle aileler de ziyarete gidemiyor" dedi.
DARBE GİRİŞİMİ SONRASI MAHPUS SAYISI 194 BİNE YÜKSELDİ
CİSST'in kurucularından İnsan Hakları Çalışanı Zafer Kıraç da bütün dünyada genel bakışın hapishaneleri azaltmak yönünde olduğunu belirterek, “15 Temmuz'dan sonra cezaevlerindeki mahpus sayısında 215 bini gördük. Sonra 30 bini tahliye oldu. Derneği kurduğumuz 2006'da bu sayı 56 bindi. Hapishaneler olmasın istiyoruz fakat madem var içeride hayat nasıl yürüyor diye bakmalı, şartları iyileştirmeye çalışmalıyız" diye konuştu. Cezaevlerinde 194 bin 640 mahpus olduğunu söyleyen Kıraç, bu kadar mahpusa 698 öğretmen, 262 sosyal çalışmacı, 280 psikolog, 240 sosyolog, 49 bin infaz koruma memuru, müdür düştüğünü söyleyerek bu sayının 194 bin mahpusa yetmeyeceğini söyledi.
'CEZAEVLERİ AÇILMAYI BEKLEYEN SIRLAR ALEMİ GİBİDİR'
Konferansın "Hapishaneler ve Akademi" oturumunun moderatörlüğünü ise İstanbul Aydın Üniversitesi'nden Prof. Dr. Uğur Tekin yaptı. Oturumun ilk konuşmacısı CİSST ve TCPS'den Mustafa Eren, son yıllarda akademilerin hapishanelere yöneldiğini söyledi. Eren, hapishane ceza ve ceza infaz kurumlarına ilişkin tez çalışmalarının akademilerde yoğunlaştığını ve giderek artan bir ilgi olduğunu kaydetti. Eren, hapishanelerdeki hak ihlallerinin önüne geçebilmek için akademik faaliyetlerin önemine dikkat çekti.
"Çocuk Ceza İnfaz Kurumlarında Akademik Çalışma için Öneriler" başlığında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Yard. Doç. Dr. Eylem Ümit Atılgan konuştu. "Cezaevleri saha araştırmacıları için açılmayı bekleyen bir sırlar alemi gibidir" diyen Atılgan, cezaevinde mahkumlarla derin bir mülakat yapan araştırmacıların değişip, dönüştüğünü söyledi. Atılgan, çocuk cezaevlerinde 1 seneye yakın saha araştırması yaptığını söyledi. Atılgan, " Kapatılmayı kanıksamıştı çocuklar. Günün 8 saatini parmaklıklar ardında geçirdikten sonra çocuklar ve çalışanların ruh hallerini tahayyül edemiyorum" diye konuştu.
'İNFAZ KORUMA MEMURLARI YÖNETİM ANLAYIŞININ UZANTISI DEĞİL'
Dr. Yonca Güneş Yücel ise, "Bir Saha Anlatısı: Kildin Bir Tarafında Biz, Ardında Hükümlüler" araştırmasını anlattı. 20 infaz koruma memuru ve 1 cezaevi müdürü ile yaptığı çalışmada elde ettiği verileri aktaran Yücel, "İnfaz koruma memurları yönetim anlayışının doğrudan uzantısı değil. Memurlar, cezaevi müdürünün mizacının çalışma koşullarını değiştirdiğini söylüyordu. Karar alıcı mekanizmanın içinde olamadıkları için çaresiz hissediyorlardı. Cezaevi dışında hapishanedeki arkadaşlarıyla görüşmediklerini öğrendim. Mesleklerinin özel yaşamlarına nasıl yansıdığını, ailelerinin korku ve kaygı duyduğunu... 'İşimizi sosyal yaşantımıza karıştırmıyoruz' diyorlar. Mesleklerini kariyer süreci olarak görmüyorlardı. Gardiyan denmesini başlı başına aşağılayıcı buluyorlardı. 'Cezaevlerinin kötü olmasına toplum rıza gösteriyor' dediler mesela. Tutuklu ve hükümlülerin daha zor koşullarda yaşamasını toplumun istediğini söylediler" dedi.
'HAKİM VE SAVCI KENDİ GELECEĞİNİ GARANTİLER'
Bugün düzenlenen son oturumun konusu ise "Hapishaneler ve Kamu" başlığıydı. Oturumun moderatörlüğünü Hakim Muzaffer Şakar yaptı. Hapishanelerin toplumun dışında tutulmaya çalışıldığını söyleyen Şakar, dünya üzerinde 10 milyona yakın mahpus nüfusu olduğunu ifade etti. Son 10 yılda 118 ceza infaz kurumu açıldığını kaydeden Şakar, Türkiye'de yargı ve hapishanenin birbirini takip eden süreçler değil iç içe geçmiş süreçler olduğunu belirtti.
"Yargı ve Yargıçlardaki Ceza ve Hapishane" başlığında konuşan Hakim Faruk Özsu, "Türkiye'de yargı olağan bir akla sahipmiş gibi tartışma dışı bırakılıyor. Türkiye'de yargı, makro iktidar alanı da dahil hayatımızın bütün alanında. Rutin davalar, yargının en çıplak yakalandığı alandır bu yüzden rutine bakmak lazım. Örneğin şahit olduğum bir olayı anlatmak isterim. Sanığın 'beni de dinle' demesine sinirlenen hakim 1 yıl 4 ay vereceği cezayı 2 yıl 6 aya çıkardı" dedi. "Türkiye'deki yargının ana damarını besleyen taşradır" diyen Özsu, taşradan gelen hakim ve savcıların 20 küsür yaşlarında herhangi bir sosyal çevreleri olmadan hakim savcı olduklarını, sonrasında da lojmanda sosyallikten uzak yaşamlarını sürdürürdüklerini söyledi. Özsu, "Böyle bir yargı kesiminden adalet beklemek saflıktır. Çünkü bu şartlarda yaşayan hakimler-savcılar belli kalıpların dışına çıkmazlar. Vatandaşın mağduriyetini önemsenmez hakim - savcı; kendi geleceğini garantiler o nedenle vatandaşın hakkı yeterince savunulmaz" dedi.
'CEZAEVLERİNDE BİN 200 KİŞİYE 1 PAİKOLOG DÜŞÜYOR'
Uzman Psikolog Özgün Ergin ise 2007 yılında başlayan cezaevi psikoloğu olma sürecini anlattı. Cezaevi psikoloğundan beklenen tek şeyin, 'mahkumlar intihar etmesin ve kendine zarar vermesin' şeklinde olduğunu aktaran Ergin, cezaevinde bin 200 kişiye 1 psikolog düştüğünü söyledi.
Hapishanelerin Tarihsel Gelişimi Işığında Kamu Politikaları konusunda Yaşar Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ali Timur Demirbaş konuştu. Cezaevi sürecinin 1595 yılında Amsterdam Cezaevi'nin kurulmasıyla başladığını anlatan Demirbaş, "Cezaevlerinin bozulması kitle halinde ölümlere de neden oluyor. Tutuklu ve hükümlü aynı yerde tutulamaz kanuna göre ancak şu anda cezaevlerinin aşırı yoğun olması sebebiyle buna riayet edilmiyor" şeklinde konuştu.