25
Aralık 1991, Sosyalizmin Sovyetler Birliği ve onun devrimci
çizgisinin gerçek savunucuları olan sosyalistler açısından
ikinci bir kara gündür. 1956 yılında yapılan SBKP 20.
Kongresinde ihanetin temelleri atıldığında, daha o zaman
sosyalizme ilk darbe vurulmuştu. Bu ilk ihanet adımı, çok önemli
bir sarsıntıya yol açmıştı. 34 yıl sonra Gorbaçov tarafından
ilan edilen teslimiyet açıklaması, Yeltsin tarafından da SSCB’nin
dağıtılarak Rusya Federasyonu’na dönüştürülmesi, modern
revizyonizmin bürokratik diktatörlüğünün yıkıntısının
gecikmiş ilanıydı.
Mart
1985’te, Gorbaçov Genel Sekreterliğe seçildiğinde, ne SBKP işçi
sınıfının partisiydi; ne de SSCB, işçi sınıfının gerçek
sosyalizminin uygulandığı bir ülkeydi. Bir süre sonra Gorbaçov,
resmi olarak “demokratikleşme”, “glasnost”, “kamuoyunda
farklılık ve çoğulculaşma” sloganlarını ortaya atarak; bu
burjuva çizgiyi “reform mekanizmasını kuşatan engellerin aşılma
çabası” olarak değerlendirir. Ardından çok partili sisteme
geçilerek; “parlamenter demokrasi” ve “ideolojik çoğulculuk”,
partinin yönlendirici ilkeleri haline getirilir. Son resmi
açıklamayla, onlarca yıl onur ve zafer ile birlikte anılan “SBKP
ve SSCB” tarih sahnesinden çekilmiş olur.
Çöküşün
resmi ilanı yıllarında; modern revizyonizmin yeni tipte bir
burjuva iktidarı tarafından inim inim inletilen, açlık ve sefalet
koşullarında bir yaşama mahkum edilen Sovyetler Birliği halkı,
“reform” adı altında ortaya atılan şu yukarıdaki
yaldızlanmış sloganların içeriği konusunda kafa yormamış ve
gerçek içeriğini henüz kavramamış durumdadır. Bu elverişli
koşullarda şekillenip güçlenen her türlü anti-komünist
örgütlenme, pek çok yolla SBKP’ye karşı mücadele etmeye
başlar. 2 Şubat 1991’de, tüm birlik düzeyinde 20,
cumhuriyetlerde ise 500 adet parti kurulmuştur artık. Bu partilerin
büyük çoğunluğu SBKP’nin ve SSCB’nin çöküşünü
destekleyen siyasal güçlerdir.
Gorbaçov,
2001’in Mart ayında Rusya’da yayın yapan Mayak isimli bir radyo
kanalına verdiği röportajda şu itirafta bulunmuştur:
“Bizler
SBKP XX. Kongresi’nin çocuklarıyız. 1960’lardaki Sovyetler
Birliği bizi derinden etkilemiştir. Gençken partiye güven ve
bağlılık duygularıyla katılmıştık. Ancak XX. Kongre’den
sonra fikirlerimiz değişmeye başladı.”
1990
yılında Gorbaçov, 1956’larda söylenecekleri, 34 yıl sonra
(2001 yılında) “20. Kongrenin çocukları olduklarını” itiraf
etmekte sadece geç kalmıştı.
Çünkü
daha 1956 yılında yapılan 20. Kongrenin kararlarında, sınıf
mücadelesinin reddedilmesi üzerine oturan çizgi, modern
revizyonizmin en temel adımıdır. Yine aynı kongre kararları
içinde yer alan ikinci temel adım ise; kapitalizmi bir devrimle
yıkmadan, burjuvazi ile uzlaşma anlayışına dayalı “sosyalizme
barışçıl yoldan geçiş” çizgisidir. Devrimi, sınıf
mücadelesini reddeden bu çizgi en başından teslimiyetin ilanıydı.
Gorbaçov tarafından atılan adım, bir moral çöküntüsüne yol
açar elbette. 34 yıllık evrimin, Bernstein revizyonizminden modern
revizyonizme varan evrimsel sürecin vardığı bir yenilgidir. Ama
bu yenilgi, çeşitli çevreler tarafından ileri sürüldüğü gibi
sosyalizmin değil, modern revizyonizmin bürokratik diktatörlüğünün
yenilgisidir.
Bu
süreçte; modern revizyonistler, işçi sınıfının burjuvaziye
karşı ideolojik, politik ve ekonomik mücadelesinin önüne her
dönem engel oluşturan ekonomizm, anarşizm, oportünizm ve
revizyonizm gibi sınıfa yabancı fikirlerden beslenmişlerdir.
Modern revizyonizmi diğerlerinden ayıran en temel fark,
söyledikleri her söz ve yaptıkları her işi “sosyalizm” ya da
“komünizm” maskesi altında yapmalarıdır. Amaçlarını ve
varmak istedikleri hedeflerini, “Marksizm-Leninizm” söylemlerinin
perdesi altında gizlemeleridir.
Geriye
dönüşümün mimarlarının en başat saldırılarından ilki
partiye, diğeri ise işçi sınıfının iktidarı olan proletarya
diktatörlüğüne yöneliktir. Sınıf mücadelesinin tarihsel
deneyimlerinden işçi sınıfının edindiği en önemli birikimi,
burjuvaziye karşı mücadelesi, onun kapitalist sistemini ve
iktidarını yıkma mücadelesi olduğudur. Başarısının ise,
mutlaka bir politik öncü örgütü (parti) olmadan olanaklı
olmadığıdır. Devrim sonrasında ise, kendisi ile birlikte bütün
sınıfları da yok ederek, sınıfsız-sömürüsüz bir dünya
(komünizm) kuruluncaya kadar proletarya diktatörlüğünün
varlığının sürmesinin zorunluluğudur.
Stalin
öncülüğünde, sosyalizmin inşası sürecinde, yukarıda
vurgulanan düşüncelere uygun bir parti yaşamına özen
gösterilmiştir. Partinin, işçi sınıfı partisi olması
konusunda azami dikkat gösterildiği yıllarda, Leninizm’e düşman
her türden “düşman akımların ideolojisi” ve girişimleri
bozguna uğratılmıştır. Fakat 2. Dünya Savaşı sürecinde bütün
dikkatlerin “Anayurt Savunmasına” yönelmesi, savaşın
yarattığı yıkım, en ileri parti kadrolarından çok önemli bir
bölümünün savaşta yaşamını yitirmesi, savaş sonrası
sosyalizmin yeniden inşası sürecinde parti ve devlet çok ciddi
tehditlerle yüz yüze kalmıştır.
Sosyalist
üretim ilişkilerinin temel normları revize edilerek sosyalizmin
yıkımı içten içe sürdürülmüştür. 20. Kongre sonrası
süreçte, Parti içindeki çelişkiler ve tartışmalar ileri
boyutlara ulaşmış; 21. ve 22 Kongrelerde, Stalin karşıtlığı
örtüsü altında, temel Marksist-Leninist çizgi daha derinlemesine
revizyona uğratılmıştır. Açıkçası işçi sınıfı ve onun
sınıf mücadelesinin komünizme varıncaya kadar sürdürmesinin
gerekliliği, Leninist Parti tanımı ve çizgisi terk edilmiştir.
Ama bütün bu revizyon, “Marksçı” veya “Leninci” maskeler
takınarak, bu kavramlarla ilişkilendirerek gerçekleştirilmiştir.
Devrimin
ve sosyalizmin kazanımları tahrip edilir. Sovyetler Birliğinde
sosyalizmin inşası sürecinde, devrime ve sosyalizmin değerlerine
düşman olmuş tüm karşı devrimcilerin olmayan itibarları iade
edilir ve bütün bunlar, Stalin şahsında Marks, Engels, Lenin ve
onların Marksist-Leninist çizgisine yönelik politik ve pratik
saldırılar altında yapılır. Bu tahribat, uluslar arası alanda
da sürdürülerek, halk demokrasisi iktidarlarına sahip devletlerin
art arda dağılmalarına neden olur. Dünyadaki diğer komünist
partilerin önemli bir bölümü, modern revizyonistlerin “üstün
becerileri” sonucunda birer birer liberal-parlamenterist partilere
dönüşerek eriyip yok olma süreci yaşarlar.
Sonuçta,
komünist parti normlarının yerini sosyal reformizm, parlamenterizm
ve revizyonizm aldı. Bireycilik, yabancılaşma, değerlerde bozuşma
ve tahribatlar, inançlarda sarsıntı, kuşkuculuk, işçi sınıfına
ve önderliğine güvensizlik, onun partisi ve devlet anlayışına
karşı tereddütlü yaklaşma, geleceğin sınıfsız ve sömürüsüz
dünyasının kurulması fikrine karşı sapkın eğilimler hızla
arttı. Kapitalizm, “Yeni dünya düzeni” gibi güzellemeler
yapılarak, işçi sınıfı ve emekçi halklara bir kez daha umut
olarak sunulmaya çalışıldı.
Burjuvazi
ve onun kapitalist-emperyalist sisteminin bu zaferi geçicidir.
Sadece, kapitalizmin bir süre daha nefes almasına yol açmıştır.
Kapitalist-emperyalist üretim ilişkileri, bağrında taşıdığı
kriz ve bunalımlı yapısıyla yıkılmaya mahkumdur:
Çünkü;
emperyalist-kapitalist sistem, bütün gericiliklerin en önemli
dayanağı haline gelmiştir.
Çünkü;
savaşların, açlık ve yoksulluğun, ayrıştırıcı-kışkırtıcı
politikaların sonucunda dünyanın her coğrafyasına yayılan
göçmenlik ve mültecilik gittikçe artıyor.
Çünkü;
kadınlar, kapitalist-emperyalist gericiliğin ayrımcı
politikalarının baskısı altında inim inim inliyor.
Çünkü;
gençlere geleceksizlik dayatılıyor, işsizlik dayatılıyor,
savaşlarda ölüm dayatılıyor.
Çünkü;
kapitalizm, çevreyi ve doğayı tahrip ediyor. Azami kar ve rant
hırsı uğruna doğa yağmalanıyor ve bu yağma ve talan, yaşam
alanlarını tahrip ediyor.
Çünkü;
emek-sermaye çelişkisi var oldukça, işçi sınıfıyla burjuvazi
arasındaki çatışma ve mücadeleler ve dünya halklarıyla
emperyalizm arasındaki mücadele sürdükçe kapitalizm uzun süre
yaşayamayacaktır.
Kapitalizmin
ve onun her renkten politik-ideolojik gericiliği, işçi sınıfına
ve dünya halklarına düşmandır. Kadın-erkek, çocuk-yaşlı işçi
sınıfının her ferdinin yaşamına, geleceğine, kültürüne,
değerlerine düşmandır. Emperyalist-kapitalizmin bu karanlığından
çıkışın tek bir yolu vardır; burjuvazinin iktidarların bir
devrimle yıkılması, işçi sınıfının sosyalist demokrasisi ile
sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın kurulmasıdır.
Kim
ne derse desin; kapitalizmin çıkış yolu kalmamıştır. Çöküşe
doğru gidiyor. Ama yok olmaya doğru giderken, dünyayı ve insanlık
değerlerini de yok ediyor. İşçi sınıfı ve dünya halklarının
tek bir kurtuluş yolu kalmıştır; sosyalizm... Modern
revizyonizmin ihanetine, kapitalizme ve onun kehanetçilerine rağmen
sosyalizm bir ütopya değildir, yaşayan bir gerçektir. Sosyalizm
geçmişte kalmadı; insanlığın bugünü ve geleceğidir.
Fevzi
AYBER
Evrensel