Çok şey kazandı, çok şey kaybetti kadınlar 2017’de. Tartı hangisini ağır çekti sorusuna cevap vermek ise kolay değil. Çünkü her bir kayıp, aslında o kayba karşı bir mücadele deneyimi de biriktirdiği için haneye yazılan bir kazanım da oldu aynı zamanda… Ama karşı karşıya olduğumuz “yeni düzen”, mücadele deneyimlerimizi de yöntemlerimizi de gözden geçirmemizi gerekli kılıyor. Bakarsın, bu da haneye kazanım yazılır.
Başlayalım…
HİZA ÇİZGİSİ GÜNBEGÜN AŞAĞIYA…
2017; kadınlara “Hayatta kalabilmek için hayattan vazgeçmenin zorunlu kılındığı” bir yıl oldu. Kadına yönelik şiddetin her türlüsü, her türden arttı. Şiddetin en vahşi biçimleri ‘fıtrat, biat, itaat’ üçgeninde normalleştirilmeye çalışıldı.Yaşamanın sınırları her geçen gün daha da geri çekildi kadınlar için. Ev içleri, sokaklar, parklar, hastaneler, okullar, Meclis, belediye binaları, yurtlar, kampüsler, toplu taşıma araçları, işyerleri…
Aklınıza gelebilecek her yer kadınların giyimleri, davranışları, kahkahaları nedeniyle, ama çokça “Bir kadın olarak varolmaları” gibi en temel haklarına göz dikmeye çeşitli gerekçelerle kılıf uydurularak saldırıldığı bir yıl oldu. Dolmuşta tekmeli saldırı, otobüste tecavüz, parkta darp, kampüste taciz, evde kaynar suyla haşlama, mülteci kadınlara dönük akıl almaz muameleler… Sadece bu kadarını söylesek bile aklınıza bin türlü örnek gelebilecek bir saldırı furyası yaşadığımız… “Hayatta kalmak istiyorsan, sana çekilen hizaya boyun eğeceksin.” Ama o hiza da her geçen gün aşağıya, daha aşağıya çekildiği için yaşamaya çalışmak, giderek sürünmeyi kabul etmek anlamına geldi… Baksanıza, bir kadının kapı dışına bıraktığı ayakkabıya hallenen bir erkeği masum gören ve kadına günah yazan sefil akılların “akıl hocalığı”na kadar düştü mevzu!
ZORLAR, ZORBALAR…
2017; kadınların 200 yıllık mücadeleyle kazandıkları haklarının bir bir geri alınması için korkunç bir geriye götürme harekatı yılı oldu. Zaten pek çok yaşamsal hakkın kağıt üstünde olmasının yarattığı gündelik “zor”a, bu haklara kağıt üstünde bile tahammül edemeyişin zorbalığı eklendi. Müftülere nikah yetkisinden, mağdur hakları yasasına, çalışma hayatında eşitlik sağlama yükümlülüğünü hükümete veren genelgenin lağvedilmesinden, kadınların nafaka ve miras hakkına göz dikilmesine, şiddete uğradığımızda karakollara başvurma hakkı ya da şiddeti önleme yasasının kazanımlarına dönük saldırılardan, boşanmalarda Arabuluculuk Kanunu ile kadınları şiddet dolu bir evliliğe mahkum etme operasyonuna kadar onlarca yasal düzenleme söz konusu oldu bu yıl. 200 yıl öncenin temel hakları, bugünün sorgulananları oldular.
TESADÜF DEĞİL, TEK ADAM YÖNETİMİ
Ne artan ve vahşileşen şiddet tesadüftü, ne de her yeni gün yeni bir geriletme hamlesi olarak karşımıza çıkan yasal düzenlemeler…Böylesi bir saldırı ve zorbalık, ancak “tek adam/tek parti yönetimi”nde bu kadar kolay olabilirdi. Böylesi bir saldırı ve zorbalık, “tek adam/tek parti yönetiminin” toplumsalın, siyasalın, kültürelin üzerinde iktidar kurabilmesi için elzemdi…Kadınların her gün karşı karşıya kaldığı bu saldırılar, aslında tek adam/tek parti yönetiminin kurucu unsurlarından. Dayatma ve dikta, kadınlar için “soyut” mefhumlar değil, kadınların canlarıyla, bedenleriyle, ruhlarıyla ödedikleri somut bedeller olarak yaşanıyor.
Elbetteki kadınlar sadece OHAL’de cisimleşen bu yönetim anlayışının adım adım tesis edildiği dönemde değil, her dönemde benzer sorunları ağır biçimlerde yaşıyorlardı. Ama, OHAL’le değişenler var. Kadınlar karakol kapılarından “Biz burada devletin bekası için uğraşıyoruz, yediğin iki tokadın ne önemi var” diye geri gönderiliyor, kadınların hayatlarını kolaylaştıran ve değiştiren kadın kurumları bir gecede kapatılıyor, basit bir boşanma davası bile seneye atılabiliyor. OHAL düzeninin yerleşik hale getirilmeye çalışıldığı son 6 aydır kadın cinayetlerinde gözle görülen değişimler de yaşandı; kadınlara dönük her türlü işkenceyi normalleştirme girişimleri, kadınların bu şiddete dur deme çabasının önünde duran devlet zoru, kadınların yaşamsal haklarına sahip çıkışının bizzat devlet kurumları tarafından engellenmesi… Yeni doğum yapmış kadınların alelacele gözaltına alınmaları “terör” bahanesiyle olağanlaştırılıyor. Kadın vekiller, yerel yöneticiler, kadın kurumu temsilcileri, kadın hareketinin bileşenleri mesnetsizce tutuklanıyor. Parlamentonun “ağırlaştırılmış” gündeminde kadınların yaşadığı ağır sorunlar iyice görünmez duruma geliyor.
BİR TEK KADIN BİLE ‘ADALET’ GÖRMEDİ
Bugün, Türkiye’de bir tek kadın bile hakkın haklıya teslim edilmesinin güvence altında olduğunu düşünmüyor. (Referandum sürecinde AKP Kadın Kollarının yaptırdığı anketi hatırlayalım; kadınların en çok şikayet ettiği konuların başında “Kadınların karşı karşıya kaldığı haksızlıklar” geliyordu. Başkanlık sistemine ilişkin ‘kadınlara ve çocuklara dönük şiddetin azalması için hızlı adımlar atılacak mı, aile geçimi rahatlayacak mı?’soruları ilk iki sırayı alıyordu.) AKP’ye oy verdiğini saklamayan ve AKP savunusu da yapan kadınlar söz konusu kadınların yaşadıkları ve adalet mekanizmalarında yaşananlar olunca, adaletsiz yargı kararlarının en acımasızlarını bizzat yaşayanlar olarak, kız kardeşleri, akrabaları, komşuları, arkadaşları, bir tanıdıkları bu “adaletsizlikle” yaşam boyu şiddete mahkum edilenler olarak çok ciddi bir “haksızlık” duygusu ile yaşıyor. Ve “tek adam tek parti yönetimi”, bu duygunun bir bilince ve hesap sormaya dönüşmesinin de önündeki en önemli engel olarak çıkıyor.
BUNLAR, HİKAYENİN ‘KAYIP’ KISMI… KAZANIM NEREDE?
Derseniz… Bütün bu saldırı furyası, bir yanıyla yükseltilmeye çalışılan bölünmenin ve kutuplaşmanın kadınlar arasında “işletilememesinin” de en önemli nedeni. Çünkü giderek daha geriye çekilen haklar, kadınları şu ya da bu parti, inanç, düşüncenin tarafı olmakta değil, “ayakta kalabilmekte”, “yaşayabilmekte” ortaklaştırıyor. Kadın mücadelesinin zemini genişliyor. Kadın hareketinin de sorumlulukları ve alanı da öyle…
Bu yazıyı yazmadan evvel sordum çevremdeki kadınlara, 2017’yi tanımlasanız ne derdiniz diye… Sanki sözleşmişler gibi hepsi ayrı ayrı “Ne çektik kıııızzzz…” nidasıyla yanıt verdi… Ne çektik be sevgili okur…
Bugünler geçecek. Geriye kadınların bu derece
olağanüstü koşullarda bile sokağı bırakmamaktaki, “hayır” demekteki,
mahallelerin ötesine geçerek bağlar kurmaktaki, dayanışmayla ayakta kalma
zorunluluğunu bir güce çevirme çabasındaki dirençleri kalacak.
Sevda Karaca
Evrensel
Sevda Karaca
Evrensel