25 Aralık 2017 Pazartesi

Sovyetler’de geriye dönüşün gecikmiş ilanı: 25 Aralık 1991..!


25 Aralık 1991, Sosyalizmin Sovyetler Birliği ve onun devrimci çizgisinin gerçek savunucuları olan sosyalistler açısından ikinci bir kara gündür. 1956 yılında yapılan SBKP 20. Kongresinde ihanetin temelleri atıldığında, daha o zaman sosyalizme ilk darbe vurulmuştu. Bu ilk ihanet adımı, çok önemli bir sarsıntıya yol açmıştı. 34 yıl sonra Gorbaçov tarafından ilan edilen teslimiyet açıklaması, Yeltsin tarafından da SSCB’nin dağıtılarak Rusya Federasyonu’na dönüştürülmesi, modern revizyonizmin bürokratik diktatörlüğünün yıkıntısının gecikmiş ilanıydı.
Mart 1985’te, Gorbaçov Genel Sekreterliğe seçildiğinde, ne SBKP işçi sınıfının partisiydi; ne de SSCB, işçi sınıfının gerçek sosyalizminin uygulandığı bir ülkeydi. Bir süre sonra Gorbaçov, resmi olarak “demokratikleşme”, “glasnost”, “kamuoyunda farklılık ve çoğulculaşma” sloganlarını ortaya atarak; bu burjuva çizgiyi “reform mekanizmasını kuşatan engellerin aşılma çabası” olarak değerlendirir. Ardından çok partili sisteme geçilerek; “parlamenter demokrasi” ve “ideolojik çoğulculuk”, partinin yönlendirici ilkeleri haline getirilir. Son resmi açıklamayla, onlarca yıl onur ve zafer ile birlikte anılan “SBKP ve SSCB” tarih sahnesinden çekilmiş olur.
Çöküşün resmi ilanı yıllarında; modern revizyonizmin yeni tipte bir burjuva iktidarı tarafından inim inim inletilen, açlık ve sefalet koşullarında bir yaşama mahkum edilen Sovyetler Birliği halkı, “reform” adı altında ortaya atılan şu yukarıdaki yaldızlanmış sloganların içeriği konusunda kafa yormamış ve gerçek içeriğini henüz kavramamış durumdadır. Bu elverişli koşullarda şekillenip güçlenen her türlü anti-komünist örgütlenme, pek çok yolla SBKP’ye karşı mücadele etmeye başlar. 2 Şubat 1991’de, tüm birlik düzeyinde 20, cumhuriyetlerde ise 500 adet parti kurulmuştur artık. Bu partilerin büyük çoğunluğu SBKP’nin ve SSCB’nin çöküşünü destekleyen siyasal güçlerdir.
Gorbaçov, 2001’in Mart ayında Rusya’da yayın yapan Mayak isimli bir radyo kanalına verdiği röportajda şu itirafta bulunmuştur:
“Bizler SBKP XX. Kongresi’nin çocuklarıyız. 1960’lardaki Sovyetler Birliği bizi derinden etkilemiştir. Gençken partiye güven ve bağlılık duygularıyla katılmıştık. Ancak XX. Kongre’den sonra fikirlerimiz değişmeye başladı.”
1990 yılında Gorbaçov, 1956’larda söylenecekleri, 34 yıl sonra (2001 yılında) “20. Kongrenin çocukları olduklarını” itiraf etmekte sadece geç kalmıştı.
Çünkü daha 1956 yılında yapılan 20. Kongrenin kararlarında, sınıf mücadelesinin reddedilmesi üzerine oturan çizgi, modern revizyonizmin en temel adımıdır. Yine aynı kongre kararları içinde yer alan ikinci temel adım ise; kapitalizmi bir devrimle yıkmadan, burjuvazi ile uzlaşma anlayışına dayalı “sosyalizme barışçıl yoldan geçiş” çizgisidir. Devrimi, sınıf mücadelesini reddeden bu çizgi en başından teslimiyetin ilanıydı. Gorbaçov tarafından atılan adım, bir moral çöküntüsüne yol açar elbette. 34 yıllık evrimin, Bernstein revizyonizminden modern revizyonizme varan evrimsel sürecin vardığı bir yenilgidir. Ama bu yenilgi, çeşitli çevreler tarafından ileri sürüldüğü gibi sosyalizmin değil, modern revizyonizmin bürokratik diktatörlüğünün yenilgisidir.
Bu süreçte; modern revizyonistler, işçi sınıfının burjuvaziye karşı ideolojik, politik ve ekonomik mücadelesinin önüne her dönem engel oluşturan ekonomizm, anarşizm, oportünizm ve revizyonizm gibi sınıfa yabancı fikirlerden beslenmişlerdir. Modern revizyonizmi diğerlerinden ayıran en temel fark, söyledikleri her söz ve yaptıkları her işi “sosyalizm” ya da “komünizm” maskesi altında yapmalarıdır. Amaçlarını ve varmak istedikleri hedeflerini, “Marksizm-Leninizm” söylemlerinin perdesi altında gizlemeleridir.
Geriye dönüşümün mimarlarının en başat saldırılarından ilki partiye, diğeri ise işçi sınıfının iktidarı olan proletarya diktatörlüğüne yöneliktir. Sınıf mücadelesinin tarihsel deneyimlerinden işçi sınıfının edindiği en önemli birikimi, burjuvaziye karşı mücadelesi, onun kapitalist sistemini ve iktidarını yıkma mücadelesi olduğudur. Başarısının ise, mutlaka bir politik öncü örgütü (parti) olmadan olanaklı olmadığıdır. Devrim sonrasında ise, kendisi ile birlikte bütün sınıfları da yok ederek, sınıfsız-sömürüsüz bir dünya (komünizm) kuruluncaya kadar proletarya diktatörlüğünün varlığının sürmesinin zorunluluğudur.
Stalin öncülüğünde, sosyalizmin inşası sürecinde, yukarıda vurgulanan düşüncelere uygun bir parti yaşamına özen gösterilmiştir. Partinin, işçi sınıfı partisi olması konusunda azami dikkat gösterildiği yıllarda, Leninizm’e düşman her türden “düşman akımların ideolojisi” ve girişimleri bozguna uğratılmıştır. Fakat 2. Dünya Savaşı sürecinde bütün dikkatlerin “Anayurt Savunmasına” yönelmesi, savaşın yarattığı yıkım, en ileri parti kadrolarından çok önemli bir bölümünün savaşta yaşamını yitirmesi, savaş sonrası sosyalizmin yeniden inşası sürecinde parti ve devlet çok ciddi tehditlerle yüz yüze kalmıştır.
Sosyalist üretim ilişkilerinin temel normları revize edilerek sosyalizmin yıkımı içten içe sürdürülmüştür. 20. Kongre sonrası süreçte, Parti içindeki çelişkiler ve tartışmalar ileri boyutlara ulaşmış; 21. ve 22 Kongrelerde, Stalin karşıtlığı örtüsü altında, temel Marksist-Leninist çizgi daha derinlemesine revizyona uğratılmıştır. Açıkçası işçi sınıfı ve onun sınıf mücadelesinin komünizme varıncaya kadar sürdürmesinin gerekliliği, Leninist Parti tanımı ve çizgisi terk edilmiştir. Ama bütün bu revizyon, “Marksçı” veya “Leninci” maskeler takınarak, bu kavramlarla ilişkilendirerek gerçekleştirilmiştir.
Devrimin ve sosyalizmin kazanımları tahrip edilir. Sovyetler Birliğinde sosyalizmin inşası sürecinde, devrime ve sosyalizmin değerlerine düşman olmuş tüm karşı devrimcilerin olmayan itibarları iade edilir ve bütün bunlar, Stalin şahsında Marks, Engels, Lenin ve onların Marksist-Leninist çizgisine yönelik politik ve pratik saldırılar altında yapılır. Bu tahribat, uluslar arası alanda da sürdürülerek, halk demokrasisi iktidarlarına sahip devletlerin art arda dağılmalarına neden olur. Dünyadaki diğer komünist partilerin önemli bir bölümü, modern revizyonistlerin “üstün becerileri” sonucunda birer birer liberal-parlamenterist partilere dönüşerek eriyip yok olma süreci yaşarlar.
Sonuçta, komünist parti normlarının yerini sosyal reformizm, parlamenterizm ve revizyonizm aldı. Bireycilik, yabancılaşma, değerlerde bozuşma ve tahribatlar, inançlarda sarsıntı, kuşkuculuk, işçi sınıfına ve önderliğine güvensizlik, onun partisi ve devlet anlayışına karşı tereddütlü yaklaşma, geleceğin sınıfsız ve sömürüsüz dünyasının kurulması fikrine karşı sapkın eğilimler hızla arttı. Kapitalizm, “Yeni dünya düzeni” gibi güzellemeler yapılarak, işçi sınıfı ve emekçi halklara bir kez daha umut olarak sunulmaya çalışıldı.
Burjuvazi ve onun kapitalist-emperyalist sisteminin bu zaferi geçicidir. Sadece, kapitalizmin bir süre daha nefes almasına yol açmıştır. Kapitalist-emperyalist üretim ilişkileri, bağrında taşıdığı kriz ve bunalımlı yapısıyla yıkılmaya mahkumdur:
Çünkü; emperyalist-kapitalist sistem, bütün gericiliklerin en önemli dayanağı haline gelmiştir.
Çünkü; savaşların, açlık ve yoksulluğun, ayrıştırıcı-kışkırtıcı politikaların sonucunda dünyanın her coğrafyasına yayılan göçmenlik ve mültecilik gittikçe artıyor.
Çünkü; kadınlar, kapitalist-emperyalist gericiliğin ayrımcı politikalarının baskısı altında inim inim inliyor.
Çünkü; gençlere geleceksizlik dayatılıyor, işsizlik dayatılıyor, savaşlarda ölüm dayatılıyor.
Çünkü; kapitalizm, çevreyi ve doğayı tahrip ediyor. Azami kar ve rant hırsı uğruna doğa yağmalanıyor ve bu yağma ve talan, yaşam alanlarını tahrip ediyor.
Çünkü; emek-sermaye çelişkisi var oldukça, işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki çatışma ve mücadeleler ve dünya halklarıyla emperyalizm arasındaki mücadele sürdükçe kapitalizm uzun süre yaşayamayacaktır.
Kapitalizmin ve onun her renkten politik-ideolojik gericiliği, işçi sınıfına ve dünya halklarına düşmandır. Kadın-erkek, çocuk-yaşlı işçi sınıfının her ferdinin yaşamına, geleceğine, kültürüne, değerlerine düşmandır. Emperyalist-kapitalizmin bu karanlığından çıkışın tek bir yolu vardır; burjuvazinin iktidarların bir devrimle yıkılması, işçi sınıfının sosyalist demokrasisi ile sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın kurulmasıdır.
Kim ne derse desin; kapitalizmin çıkış yolu kalmamıştır. Çöküşe doğru gidiyor. Ama yok olmaya doğru giderken, dünyayı ve insanlık değerlerini de yok ediyor. İşçi sınıfı ve dünya halklarının tek bir kurtuluş yolu kalmıştır; sosyalizm... Modern revizyonizmin ihanetine, kapitalizme ve onun kehanetçilerine rağmen sosyalizm bir ütopya değildir, yaşayan bir gerçektir. Sosyalizm geçmişte kalmadı; insanlığın bugünü ve geleceğidir.
Fevzi AYBER
Evrensel