29 Aralık 2017 Cuma

Kürt yoksa bunca zulmü kime yapıyorsunuz!

AKP, Kürt sorununda “T.C.”nin fabrika ayarlarına dönüş sürecini tümüyle tamamlamış bulunuyor.
Roboski katliamının altıncı yıldönümüydü dün.
Aileler toprağa verdikleri 34 canın katillerini bulmak için yıllardır yürüyor, ağıtlar yakıyor, her hafta mezarlığa gidip dualar okuyorlar.
Sanki başka bir ülkenin hava kuvvetlerine ait uçaklar gelip vurmuş o insanları.
İktidardan, Genelkurmay’dan, yargıdan yıllardır ses yok.
Kendi sivil yurttaşlarını bombardıman uçaklarıyla öldüren ve bunun üstünü örtmeye kalkan bir devlet anlayışı var karşımızda.
Bu da yetmezmiş gibi, Uludere Kaymakamı birkaç gün önce Roboskili aileleri çağırıyor makamına. OHAL’i hatırlıyor, “kamu düzeninin bozulmaması için” her aileden ancak bir kişinin yıldönümü anmasına gidebileceğini söylüyor.
Ne “kamu düzeni”ymiş ama, sen kalk 34 sivil yurttaşını bombala, “kamu düzeni” bozulmasın; ama aileler öldürdüğün yakınlarının mezarına gidince hemen bozuluversin sizin o “kamu düzeni”niz.
Herhalde Roboskili ailelerin şükretmesini bekliyor AKP devleti, hiç değilse aileden bir kişi ile sınırlansa da gidebilecekleri bir mezarlıkları var.
Çünkü çocuklarının mezarlarını yerinde bulamayan, kemiklerinin toplanıp nereye götürüldüğünü bilmeyen aileler de var.
Son gelinen durum budur.
Roboskili aileler dün mezarlıkta bir katliamın anmasını yaparken aynı saatlerde çocuklarının yıkılan mezarlarından çıkartılan kemikleri bilinmeyen bir yere götürülen ailelerin basın toplantısı vardı İHD İstanbul Şubesi’nde.
Bitlis’in Tatvan İlçesinde bulunan Garzan Mezarlığı’nda çeşitli tarihlerde öldürülen 267 PKK’linin mezarı vardı.
Birkaç gün önce mezarlık iş makineleriyle tümüyle yıkılmış, mezarlardaki kemikler de bilinmeyen bir yere götürülmüştü.
Ailelerden bazıları savcılığa yaptıkları başvuruda “Mezarlar bombardıman altında katlı. Mezardaki cenazelerin kimliklerini tekrar tespit etmek için Adli Tıp Kurumu’na götürüldü” yanıtını almışlardı sözlü olarak.
Aileler Garzan Mezarlığı’nda yatan çocuklarının kemiklerinin peşine düşmüştü.
Roboskili aileler bütün engellemelere rağmen katledilen canlarının mezarına gitmişlerdi; çocukları Garzan Mezarlığı’nda yatan aileler de ölülerinin kemikleri peşindeydi dün.
Bir de yeni bir dava başlayacaktı dün Çağlayan Adliyesi’nde.
“Bakur/Kuzey” belgeselinin yönetmeni Çayan Demirel ile gazeteci Ertuğrul Mavioğlu hakkında filmin gösterime girmesinden iki yıl sonra “örgüt propagandası yapmak” suçlamasıyla açılan davanın ilk duruşması yapılacaktı.
Çoğunluğu sinemacılardan oluşan bir grup “Sinema Yargılanamaz” pankartı açmışlardı adliye binası önünde.
Türkiye’de ilk kez bir sinema eseri Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanacaktı. Çünkü belgeselin yönetmenleri “Bakur/Kuzey”de kameralarını PKK’ye katılan Kürt gençlerine çevirmişlerdi…
Tüm bunlar yaşanırken yine dün Mezopotamya Ajansı’ndan Yasin Kobulan imzalı bir haber düştü gündeme.
Emra Asyılı isimli genç, İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından sosyal medyada yaptığı paylaşımlar gerekçe gösterilerek “örgüt propagandası yapmak” suçundan 1 yıl 6 ay hapse mahkum edilmişti.
Mahkemenin bu cezayla ilgili yazdığı gerekçeli karar evlere şenlikti.
Mahkemeye göre “Kürtlerin ayrı bir ırk olduğu, Kürdistan’ın ayrı bir coğrafya olduğu, Kürdistan coğrafyasının dört parçaya bölündüğü, Kürtlerin asimilasyona tabi tutulduğu” propaganda malzemesi olarak kullanılıyormuş.
Gerekçeli karar resmen 1900’lü yılların Türkiye’sinden ses veriyordu:
“Özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki yerleşim birimlerinde, sosyo-ekonomik seviyesi düşük, iyi bir eğitim alamamış olan kesimde Kürtlük bilincinin yaratılması için, 1. Kürt olduğu iddia edilen vatandaşlarımızın ayrı bir ırk olduğu, 2. Ayrı bir dillerinin bulunduğu, 3. Binlerce yıllık bir tarihe sahip oldukları, 4. Yaşadıkları toprakların en eski zamanlardan beri kendilerine ait olduğu ve Kürdistan olarak anıldığı, 5. Nevruz’un Kürtlerin ulusal kurtuluş bayramı olduğu, 6. Kürdistan tabir edilen bölgenin sürekli sömürgeciler tarafından istilaya tabi tutulduğu gibi fikirler enjekte edilmekte, yani propaganda malzemesi olarak kullanılmaktadır.
Öyle bir gerekçe ki; tarihi, coğrafyayı, sosyolojiyi ve bilumum bilimleri hüngür hüngür ağlatır valla.
Ama yine de hakkını yemeyelim. Hiç değilse dil bilgisi kurallarını doğru uygulamış ve “Kürtçe”, “Kürdistan” gibi sözcükleri büyük harfle yazmış.
Malumunuz, TBMM’nin 24. ve 25. dönem tutanaklarında Kürdistan ve Kürt sözcükleri büyük harfle başlıyordu.
Ancak bu dönem “Kürt”le ilgili bütün sözcükler küçük harfle başlatılıyor tutanaklarda. Yani özel isim muamelesi yapılmıyor.
Geçenlerde HDP Milletvekili Lezgin Botan bu uygulamaya isyan ediyordu:
“Meclis tutanaklarında ‘Kürdistan’ ismi büyük harflerle, Türk Dil Kurumunun kurallarına göre yazılırdı. Ancak bu değişti. Bu konuda verdiğimiz önergeye İsmail Kahraman akıllara ziyan bir cevap verdi. ‘Kürdistan diye bir şey yokmuş’ dedi.”
Anladık, Kürt de yok, Kürtçe de yok, Kürdistan da yok!
Eğer Kürt yoksa, bir güne, örneğin düne, yani 28 Aralık 2017’ye onca zulmü ne ara sığdırdınız.
Eğer Kürt yoksa bunca zulmü kime yapıyorsunuz!
Celal Başlangıç

artı-gerçek