AKP, Kürt sorununda “T.C.”nin fabrika ayarlarına dönüş sürecini tümüyle
tamamlamış bulunuyor.
Roboski katliamının altıncı yıldönümüydü dün.
Aileler toprağa verdikleri 34 canın katillerini bulmak için yıllardır
yürüyor, ağıtlar yakıyor, her hafta mezarlığa gidip dualar okuyorlar.
Sanki başka bir ülkenin hava kuvvetlerine ait uçaklar gelip vurmuş o
insanları.
İktidardan, Genelkurmay’dan, yargıdan yıllardır ses yok.
Kendi sivil yurttaşlarını bombardıman uçaklarıyla öldüren ve bunun üstünü
örtmeye kalkan bir devlet anlayışı var karşımızda.
Bu da yetmezmiş gibi, Uludere Kaymakamı birkaç gün önce Roboskili aileleri
çağırıyor makamına. OHAL’i hatırlıyor, “kamu düzeninin bozulmaması için” her
aileden ancak bir kişinin yıldönümü anmasına gidebileceğini söylüyor.
Ne “kamu düzeni”ymiş ama, sen kalk 34 sivil yurttaşını bombala, “kamu
düzeni” bozulmasın; ama aileler öldürdüğün yakınlarının mezarına gidince hemen
bozuluversin sizin o “kamu düzeni”niz.
Herhalde Roboskili ailelerin şükretmesini bekliyor AKP devleti, hiç değilse
aileden bir kişi ile sınırlansa da gidebilecekleri bir mezarlıkları var.
Çünkü çocuklarının mezarlarını yerinde bulamayan, kemiklerinin toplanıp
nereye götürüldüğünü bilmeyen aileler de var.
Son gelinen durum budur.
Roboskili aileler dün mezarlıkta bir katliamın anmasını yaparken aynı
saatlerde çocuklarının yıkılan mezarlarından çıkartılan kemikleri bilinmeyen
bir yere götürülen ailelerin basın toplantısı vardı İHD İstanbul Şubesi’nde.
Bitlis’in Tatvan İlçesinde bulunan Garzan Mezarlığı’nda çeşitli tarihlerde
öldürülen 267 PKK’linin mezarı vardı.
Birkaç gün önce mezarlık iş makineleriyle tümüyle yıkılmış, mezarlardaki
kemikler de bilinmeyen bir yere götürülmüştü.
Ailelerden bazıları savcılığa yaptıkları başvuruda “Mezarlar bombardıman
altında katlı. Mezardaki cenazelerin kimliklerini tekrar tespit etmek için Adli
Tıp Kurumu’na götürüldü” yanıtını almışlardı sözlü olarak.
Aileler Garzan Mezarlığı’nda yatan çocuklarının kemiklerinin peşine
düşmüştü.
Roboskili aileler bütün engellemelere rağmen katledilen canlarının mezarına
gitmişlerdi; çocukları Garzan Mezarlığı’nda yatan aileler de ölülerinin
kemikleri peşindeydi dün.
Bir de yeni bir dava başlayacaktı dün Çağlayan Adliyesi’nde.
“Bakur/Kuzey” belgeselinin yönetmeni Çayan Demirel ile gazeteci Ertuğrul
Mavioğlu hakkında filmin gösterime girmesinden iki yıl sonra “örgüt
propagandası yapmak” suçlamasıyla açılan davanın ilk duruşması yapılacaktı.
Çoğunluğu sinemacılardan oluşan bir grup “Sinema Yargılanamaz” pankartı
açmışlardı adliye binası önünde.
Türkiye’de ilk kez bir sinema eseri Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanacaktı.
Çünkü belgeselin yönetmenleri “Bakur/Kuzey”de kameralarını PKK’ye katılan Kürt
gençlerine çevirmişlerdi…
Tüm bunlar yaşanırken yine dün Mezopotamya Ajansı’ndan Yasin Kobulan imzalı
bir haber düştü gündeme.
Emra Asyılı isimli genç, İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından sosyal
medyada yaptığı paylaşımlar gerekçe gösterilerek “örgüt propagandası yapmak” suçundan
1 yıl 6 ay hapse mahkum edilmişti.
Mahkemenin bu cezayla ilgili yazdığı gerekçeli karar evlere şenlikti.
Mahkemeye göre “Kürtlerin ayrı bir ırk olduğu, Kürdistan’ın ayrı bir
coğrafya olduğu, Kürdistan coğrafyasının dört parçaya bölündüğü, Kürtlerin
asimilasyona tabi tutulduğu” propaganda malzemesi olarak kullanılıyormuş.
Gerekçeli karar resmen 1900’lü yılların Türkiye’sinden ses veriyordu:
“Özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki yerleşim birimlerinde, sosyo-ekonomik
seviyesi düşük, iyi bir eğitim alamamış olan kesimde Kürtlük bilincinin
yaratılması için, 1. Kürt olduğu iddia edilen vatandaşlarımızın ayrı bir ırk
olduğu, 2. Ayrı bir dillerinin bulunduğu, 3. Binlerce yıllık bir tarihe sahip
oldukları, 4. Yaşadıkları toprakların en eski zamanlardan beri kendilerine ait
olduğu ve Kürdistan olarak anıldığı, 5. Nevruz’un Kürtlerin ulusal kurtuluş
bayramı olduğu, 6. Kürdistan tabir edilen bölgenin sürekli sömürgeciler
tarafından istilaya tabi tutulduğu gibi fikirler enjekte edilmekte, yani
propaganda malzemesi olarak kullanılmaktadır.
Öyle bir gerekçe ki; tarihi, coğrafyayı, sosyolojiyi ve bilumum bilimleri
hüngür hüngür ağlatır valla.
Ama yine de hakkını yemeyelim. Hiç değilse dil bilgisi kurallarını doğru
uygulamış ve “Kürtçe”, “Kürdistan” gibi sözcükleri büyük harfle yazmış.
Malumunuz, TBMM’nin 24. ve 25. dönem tutanaklarında Kürdistan ve Kürt
sözcükleri büyük harfle başlıyordu.
Ancak bu dönem “Kürt”le ilgili bütün sözcükler küçük harfle başlatılıyor
tutanaklarda. Yani özel isim muamelesi yapılmıyor.
Geçenlerde HDP Milletvekili Lezgin Botan bu uygulamaya isyan ediyordu:
“Meclis tutanaklarında ‘Kürdistan’ ismi büyük harflerle, Türk Dil Kurumunun
kurallarına göre yazılırdı. Ancak bu değişti. Bu konuda verdiğimiz önergeye
İsmail Kahraman akıllara ziyan bir cevap verdi. ‘Kürdistan diye bir şey yokmuş’
dedi.”
Anladık, Kürt de yok, Kürtçe de yok, Kürdistan da yok!
Eğer Kürt yoksa, bir güne, örneğin düne, yani 28 Aralık 2017’ye onca zulmü
ne ara sığdırdınız.
Eğer Kürt yoksa bunca zulmü kime yapıyorsunuz!
Celal Başlangıç
artı-gerçek