STAR MATBAACILIK A.Ş.’DEN AÇIKLAMA
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Ahmet Altan’ın bugünkü (30 Mart 2010) tarihli yazısı gerçek dışı ifadelerle müessesemizi hedef almaktadır.
Sayın Ahmet Altan’dan, Star Matbaacılık için beklenen ancak bir teşekkür yazısı olabilirdi.
Esasen aylardan beri en zor ve en gergin günlerde baskı hizmeti verdiğimiz bu gazetenin birdenbire basılmaması için komplo teorilerinden başka mantıklı bir sebep de olamaz. Nitekim müessesemizi hedef alan bu yazının yer aldığı dünkü nüsha da yine Star Matbaacılık tesislerinde basılmıştır.
Taraf gazetesi 13 Mart 2009 tarihinden itibaren kesintisiz olarak Star Matbaacılık’ın İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana tesislerinde basılmaktadır. Dahası bu hizmet, defalarca ısrarla talep etmemize rağmen, Taraf gazetesinin kaçınması nedeniyle sözleşme imzalanmadan tek taraflı güvenle sürdürülmektedir.
Cumartesi günü ne oldu?
Öncelikle belirtelim ki, Taraf’ın okura ulaşabilmesi için anlaşma kapsamımız dışında olmasına rağmen taşra baskılarına ilaveten İstanbul baskısını da gerçekleştirdik.
Taraf’la anlaşmamız, gazete kâğıdının kendileri tarafından gönderilmesi, baskının ise tarafımızdan yapılması şeklindedir. Aylardan beri devam eden kağıt tedariki sorunu o gün de söz verilmesine rağmen çözülemediği için, doğal olarak bazı taşra baskılarında baskı adedinin azaltılacağı Taraf yönetimine bildirilmiştir.
Bu haklı ve zaten stok nedeniyle kaçınılmaz da olan talebimiz karşısında üstü örtülü olarak “bize baskı yapılıyor“ tepkisiyle karşılaştık. Buna rağmen, Taraf’ın sadece taşrada değil, İstanbul’da da herhangi bir matbaa bulamadığı anlaşılınca bütün bölgelerde gazete baskısını gerçekleştirdik.
Cumartesi günü Taraf’ın basılmadığı iddiası tamamen yalandır. Nitekim birçok merkezde gazete okuruna ulaşmıştır. Basılamayan kısmın sorumluğu ise, Taraf yönetiminin bu istikamette verdiği talimatta aranmalıdır.
Hal böyleyken, konunun kamuoyuna çeşitli yollarla ve üstelik çarpıtılarak taşınması iyi niyetle bağdaşmamaktadır.
Problem tamamen ticari ve operasyoneldir.
Müşterimiz Taraf gazetesi uzun bir süreden beri taahhüt ettiği kâğıdın tedarikinde sorunlar yaşamaktaydı. Mesela, bu nedenle gazetenin ekleri müşterimizin de bilgisi dâhilinde basılamamaktadır. Aynı mantık yürütülecek olursa bunda da “gizli el” aramak gerekirdi.
En zor şartlarda dahi, Taraf gazetesi matbaalarımızda basılırken de gizli bir el söz konusu değildi, bu gazete uzun süre yükümlülüklerini yerine getirmemesine rağmen risk alarak gösterdiğimiz ticari tolerans sayesinde basılırken de ortada gizli bir el yoktu. Aksi takdirde Taraf’ın bugüne kadar tesislerimizde basılmasında da o “gizli el”i veya ima edilen o siyasi tesiri aramak gerekir.
Esasen, Taraf Gazetesi baskı tesislerimize mecbur da değildir. Ticari yükümlülüklerini yerine getirdiği müddetçe her gazete istediği her matbaadan baskı hizmeti alabilir. Herhangi bir gazetenin herhangi bir nedenle basılmaması gibi bir durum baskı piyasasındaki büyük rekabet nedeniyle bugün artık imkansızdır.
Bu vesileyle, Sayın Altan’ın aramızdaki ticari ilişki bir yana güven ilişkisini de zedeleyen yazısından sonra, Taraf’ın içinde “gizli el”ler olmayan matbaalar bulacağını düşünmekteyiz.
Ve elbette gerçekleri ortaya çıkarmak konusunda Taraf’ı yalnız bırakmayacağımızı; gizli elleri, baskıları, meslek suçlarını ve mutlaka “hakkaniyet”in teminini ısrarla takip edeceğimizi de kamuoyuna duyururuz.
Star Matbaacılık A.Ş.
Ahmet Altan Taraf'ın Star Gazetesi yönetimi tarafından niçin basılmadığını bugünkü köşesinde aşağıdaki yazıyla okurlarına duyurmuştu.
Gazete nasıl basılmadı;
Cumartesi gecesi saat dokuz civarında benim odada Yasemin Çongar, Mustafa Cesur, Yıldıray Oğur gazetenin Anadolu baskısını göndermenin rahatlığıyla yemek yemeye hazırlanıp laflıyoruz.
O sırada, sayfa editörlerimizden biri, matbaanın “biz sizi bugün basmıyoruz, niye sayfalarınızı gönderdiniz” dediğini söyledi.
Başar Arslan’ı arayıp, “Star Gazetesi bizi basmıyormuş, bir sorun mu var” dedim, “hayır, hiç bir sorun yok, daha iki gün önce çeklerini verdik, herhalde size yanlış haber geldi” dedi.
Mustafa Cesur matbaayı aradı. Haber doğruydu. Gazeteyi basmıyorlardı.
“Kâğıt yok, basmayacağız” dediler.
Yeniden Başar’ı aradım. Hayır, kâğıt sorunu da yoktu. Sadece iki günlük kâğıt eksiğimiz vardı. Bizim bir aylık kâğıt giderimizin Zaman ya da Hürriyet Gazetesi’nin bir günlük giderine tekabül ettiği düşünülürse “bizim iki günlük kâğıt eksiğimiz” çok cüzi bir miktardı.
Ne olduğunu anlayabilmek için Mustafa yeniden matbaayı aradı. Devreye bizim genel müdür Hilmi Bey girdi. O da matbaayı aradı.
Defalarca konuşuldu. Cevap netti. Basmıyorlardı. Sonra, matbaadan bir yetkili, “sadece dört bin gazete basarız, nerede istediğinizi söyleyin orada dört bin gazete basalım” dedi.
Biz ortalama 85 bin gazete basıyoruz günde, dört bin gazete basmanın bir anlamı yoktu, Mustafa, eski arkadaşı olan matbaa yöneticisine “böyle vicdansızlık yapmayın, dört bin gazete basmanın ne anlamı var” dedi.
Defalarca telefondan sonra gazetenin basılmayacağı ortaya çıktı.
Saat o sırada artık on bir olmuştu. Başka matbaa aradık. Onu da bulamadık.
Gazete çıkmayacaktı.
Saat ikiye doğru matbaadan yeniden aradılar, “talimat geldi gazeteyi basacağız” dediler. “Kâğıt yok onun için basmıyoruz” lafının doğru olmadığını anladık.
O saatte basılan gazetenin Anadolu’ya gitme ihtimali kalmamıştı, sabaha karşı ikide basılacak bir gazete Anadolu şehirlerine ancak ertesi akşam varabilirdi.
“Sadece şehirlerde basın” dedik.
Epeyce üzgün bir şekilde dağıldık.
Sabahleyin ben gazeteye geldim. Yasemin Çongar aradı:
“Şimdi Star’ın Genel Yayın Müdürü Mustafa Karaalioğlu bana telefon etti, ‘Ahmet Bey matbaa müdürlerine bağırmış, oraya gelirsem matbaayı yakarım demiş, matbaa müdürleri de onun için kızıp gazeteyi basmamışlar, gazetenin basılmamasının, sizin attığınız AKP manşetiyle bir ilgisi yok, ben öyle bir şey yapmam,’ dedi. Ben de kendisine, ‘biz hep birlikteydik Ahmet Bey matbaadan kimseyle konuşmadı,’ dedim.”
Bunun üzerine ben Karaalioğlu’nu aradım.
Başbakan’la birlikte gittiği Libya’dan yeni dönmüştü.
Ona, “ben sizin matbaadan kimseyle konuşmadım, bu yalan” dedim.
“Onu yanlış söylemişim. Siz bağırmamışsınız, sizin adınıza arayan biri bağırmış,” dedi.
“Benim adıma arayan Mustafa Cesur bütün telefon konuşmalarını benim yanımdan yaptı, kimseye bağırmadı. Bu da yalan.”
“Ben bir daha araştırayım, tekrar konuşalım” dedi.
Biraz sonra gene aradı.
“Gazetenin basılmamasını siz istemişsiniz” dedi. “Matbaadakiler, İstanbul şehri basmayacaklarını söylemişler, siz de hiçbir yeri basmayın demişsiniz, onun için basmamışlar.”
“Bu da yalan” dedim, “çünkü öyle bir talimat vermedim. Kim, gazetesinin basılmasına engel olur?”
Sonra da asıl düşüncemi açıkladım.
“Sana bu kadar çok yalan söylediklerine göre biri bilinçli bir şekilde, gazeteyi sabote etmek için basmamış. Aksi takdirde durumu açıklamak için niye birbirini tutmayan bu kadar çok yalan söylesinler?”
Karaalioğlu, “bizim gazeteden kimse Taraf’ı sabote etmez. Burada benden habersiz böyle bir şey yapamazlar. Bizimkiler, ‘bazı yerlerde dört bin gazete eksik basacağız’ demişler, siz yanlış anlayıp sadece dört bin gazete basılacağını sanıp, hiçbirini basmayın demişsiniz.”
“Bu da yalan,” dedim, “çünkü matbaayla en az on beş kere konuştular, ben hepsini dinledim, bir konuşma yanlış anlaşılır, on beş konuşma yanlış anlaşılmaz. Gazetenin basılmasını istemesek bir defa söyleriz, neden on beş kere arayıp bastırmak için ısrar edelim?”
Karaalioğlu’na “bir para sorunu mu var” diye de sordum, “hayır, bir para sorunu yok, hepsinin çeklerini ödediniz, kâğıt konusu da önemli değil, çok az bir açığınız var, basılmamasının nedeni bunlar değil, sadece yanlış anlaşılma,” dedi.
Ben de “yanlış anlaşılma olamayacağını, artarda bu kadar çok ve birbirini tutmayan yalanlar söyleyenlerin gazeteyi bilinçli olarak sabote ettiklerini,” tekrar edip gerçeği ortaya çıkarmasını rica ettim.
Karaalioğlu da gerçeğin sadece “yanlış anlaşılma” olduğunda ısrar etti.
Benin anladığım Karaalioğlu seyahatteyken “bir el” gazetenin matbaasına uzandı ve bizim gazetenin basılmasını engelledi.
“O elin” kimin eli olduğunu birileri biliyordur.
Yakında hepimiz öğreniriz.
Böyle büyük “mesleki günahların” suçlusu hiçbir zaman gizli kalmaz.
Bu tür “günahları” da ne gazeteciler affeder, ne de okurlar affeder.
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Ahmet Altan’ın bugünkü (30 Mart 2010) tarihli yazısı gerçek dışı ifadelerle müessesemizi hedef almaktadır.
Sayın Ahmet Altan’dan, Star Matbaacılık için beklenen ancak bir teşekkür yazısı olabilirdi.
Esasen aylardan beri en zor ve en gergin günlerde baskı hizmeti verdiğimiz bu gazetenin birdenbire basılmaması için komplo teorilerinden başka mantıklı bir sebep de olamaz. Nitekim müessesemizi hedef alan bu yazının yer aldığı dünkü nüsha da yine Star Matbaacılık tesislerinde basılmıştır.
Taraf gazetesi 13 Mart 2009 tarihinden itibaren kesintisiz olarak Star Matbaacılık’ın İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana tesislerinde basılmaktadır. Dahası bu hizmet, defalarca ısrarla talep etmemize rağmen, Taraf gazetesinin kaçınması nedeniyle sözleşme imzalanmadan tek taraflı güvenle sürdürülmektedir.
Cumartesi günü ne oldu?
Öncelikle belirtelim ki, Taraf’ın okura ulaşabilmesi için anlaşma kapsamımız dışında olmasına rağmen taşra baskılarına ilaveten İstanbul baskısını da gerçekleştirdik.
Taraf’la anlaşmamız, gazete kâğıdının kendileri tarafından gönderilmesi, baskının ise tarafımızdan yapılması şeklindedir. Aylardan beri devam eden kağıt tedariki sorunu o gün de söz verilmesine rağmen çözülemediği için, doğal olarak bazı taşra baskılarında baskı adedinin azaltılacağı Taraf yönetimine bildirilmiştir.
Bu haklı ve zaten stok nedeniyle kaçınılmaz da olan talebimiz karşısında üstü örtülü olarak “bize baskı yapılıyor“ tepkisiyle karşılaştık. Buna rağmen, Taraf’ın sadece taşrada değil, İstanbul’da da herhangi bir matbaa bulamadığı anlaşılınca bütün bölgelerde gazete baskısını gerçekleştirdik.
Cumartesi günü Taraf’ın basılmadığı iddiası tamamen yalandır. Nitekim birçok merkezde gazete okuruna ulaşmıştır. Basılamayan kısmın sorumluğu ise, Taraf yönetiminin bu istikamette verdiği talimatta aranmalıdır.
Hal böyleyken, konunun kamuoyuna çeşitli yollarla ve üstelik çarpıtılarak taşınması iyi niyetle bağdaşmamaktadır.
Problem tamamen ticari ve operasyoneldir.
Müşterimiz Taraf gazetesi uzun bir süreden beri taahhüt ettiği kâğıdın tedarikinde sorunlar yaşamaktaydı. Mesela, bu nedenle gazetenin ekleri müşterimizin de bilgisi dâhilinde basılamamaktadır. Aynı mantık yürütülecek olursa bunda da “gizli el” aramak gerekirdi.
En zor şartlarda dahi, Taraf gazetesi matbaalarımızda basılırken de gizli bir el söz konusu değildi, bu gazete uzun süre yükümlülüklerini yerine getirmemesine rağmen risk alarak gösterdiğimiz ticari tolerans sayesinde basılırken de ortada gizli bir el yoktu. Aksi takdirde Taraf’ın bugüne kadar tesislerimizde basılmasında da o “gizli el”i veya ima edilen o siyasi tesiri aramak gerekir.
Esasen, Taraf Gazetesi baskı tesislerimize mecbur da değildir. Ticari yükümlülüklerini yerine getirdiği müddetçe her gazete istediği her matbaadan baskı hizmeti alabilir. Herhangi bir gazetenin herhangi bir nedenle basılmaması gibi bir durum baskı piyasasındaki büyük rekabet nedeniyle bugün artık imkansızdır.
Bu vesileyle, Sayın Altan’ın aramızdaki ticari ilişki bir yana güven ilişkisini de zedeleyen yazısından sonra, Taraf’ın içinde “gizli el”ler olmayan matbaalar bulacağını düşünmekteyiz.
Ve elbette gerçekleri ortaya çıkarmak konusunda Taraf’ı yalnız bırakmayacağımızı; gizli elleri, baskıları, meslek suçlarını ve mutlaka “hakkaniyet”in teminini ısrarla takip edeceğimizi de kamuoyuna duyururuz.
Star Matbaacılık A.Ş.
Ahmet Altan Taraf'ın Star Gazetesi yönetimi tarafından niçin basılmadığını bugünkü köşesinde aşağıdaki yazıyla okurlarına duyurmuştu.
Gazete nasıl basılmadı;
Cumartesi gecesi saat dokuz civarında benim odada Yasemin Çongar, Mustafa Cesur, Yıldıray Oğur gazetenin Anadolu baskısını göndermenin rahatlığıyla yemek yemeye hazırlanıp laflıyoruz.
O sırada, sayfa editörlerimizden biri, matbaanın “biz sizi bugün basmıyoruz, niye sayfalarınızı gönderdiniz” dediğini söyledi.
Başar Arslan’ı arayıp, “Star Gazetesi bizi basmıyormuş, bir sorun mu var” dedim, “hayır, hiç bir sorun yok, daha iki gün önce çeklerini verdik, herhalde size yanlış haber geldi” dedi.
Mustafa Cesur matbaayı aradı. Haber doğruydu. Gazeteyi basmıyorlardı.
“Kâğıt yok, basmayacağız” dediler.
Yeniden Başar’ı aradım. Hayır, kâğıt sorunu da yoktu. Sadece iki günlük kâğıt eksiğimiz vardı. Bizim bir aylık kâğıt giderimizin Zaman ya da Hürriyet Gazetesi’nin bir günlük giderine tekabül ettiği düşünülürse “bizim iki günlük kâğıt eksiğimiz” çok cüzi bir miktardı.
Ne olduğunu anlayabilmek için Mustafa yeniden matbaayı aradı. Devreye bizim genel müdür Hilmi Bey girdi. O da matbaayı aradı.
Defalarca konuşuldu. Cevap netti. Basmıyorlardı. Sonra, matbaadan bir yetkili, “sadece dört bin gazete basarız, nerede istediğinizi söyleyin orada dört bin gazete basalım” dedi.
Biz ortalama 85 bin gazete basıyoruz günde, dört bin gazete basmanın bir anlamı yoktu, Mustafa, eski arkadaşı olan matbaa yöneticisine “böyle vicdansızlık yapmayın, dört bin gazete basmanın ne anlamı var” dedi.
Defalarca telefondan sonra gazetenin basılmayacağı ortaya çıktı.
Saat o sırada artık on bir olmuştu. Başka matbaa aradık. Onu da bulamadık.
Gazete çıkmayacaktı.
Saat ikiye doğru matbaadan yeniden aradılar, “talimat geldi gazeteyi basacağız” dediler. “Kâğıt yok onun için basmıyoruz” lafının doğru olmadığını anladık.
O saatte basılan gazetenin Anadolu’ya gitme ihtimali kalmamıştı, sabaha karşı ikide basılacak bir gazete Anadolu şehirlerine ancak ertesi akşam varabilirdi.
“Sadece şehirlerde basın” dedik.
Epeyce üzgün bir şekilde dağıldık.
Sabahleyin ben gazeteye geldim. Yasemin Çongar aradı:
“Şimdi Star’ın Genel Yayın Müdürü Mustafa Karaalioğlu bana telefon etti, ‘Ahmet Bey matbaa müdürlerine bağırmış, oraya gelirsem matbaayı yakarım demiş, matbaa müdürleri de onun için kızıp gazeteyi basmamışlar, gazetenin basılmamasının, sizin attığınız AKP manşetiyle bir ilgisi yok, ben öyle bir şey yapmam,’ dedi. Ben de kendisine, ‘biz hep birlikteydik Ahmet Bey matbaadan kimseyle konuşmadı,’ dedim.”
Bunun üzerine ben Karaalioğlu’nu aradım.
Başbakan’la birlikte gittiği Libya’dan yeni dönmüştü.
Ona, “ben sizin matbaadan kimseyle konuşmadım, bu yalan” dedim.
“Onu yanlış söylemişim. Siz bağırmamışsınız, sizin adınıza arayan biri bağırmış,” dedi.
“Benim adıma arayan Mustafa Cesur bütün telefon konuşmalarını benim yanımdan yaptı, kimseye bağırmadı. Bu da yalan.”
“Ben bir daha araştırayım, tekrar konuşalım” dedi.
Biraz sonra gene aradı.
“Gazetenin basılmamasını siz istemişsiniz” dedi. “Matbaadakiler, İstanbul şehri basmayacaklarını söylemişler, siz de hiçbir yeri basmayın demişsiniz, onun için basmamışlar.”
“Bu da yalan” dedim, “çünkü öyle bir talimat vermedim. Kim, gazetesinin basılmasına engel olur?”
Sonra da asıl düşüncemi açıkladım.
“Sana bu kadar çok yalan söylediklerine göre biri bilinçli bir şekilde, gazeteyi sabote etmek için basmamış. Aksi takdirde durumu açıklamak için niye birbirini tutmayan bu kadar çok yalan söylesinler?”
Karaalioğlu, “bizim gazeteden kimse Taraf’ı sabote etmez. Burada benden habersiz böyle bir şey yapamazlar. Bizimkiler, ‘bazı yerlerde dört bin gazete eksik basacağız’ demişler, siz yanlış anlayıp sadece dört bin gazete basılacağını sanıp, hiçbirini basmayın demişsiniz.”
“Bu da yalan,” dedim, “çünkü matbaayla en az on beş kere konuştular, ben hepsini dinledim, bir konuşma yanlış anlaşılır, on beş konuşma yanlış anlaşılmaz. Gazetenin basılmasını istemesek bir defa söyleriz, neden on beş kere arayıp bastırmak için ısrar edelim?”
Karaalioğlu’na “bir para sorunu mu var” diye de sordum, “hayır, bir para sorunu yok, hepsinin çeklerini ödediniz, kâğıt konusu da önemli değil, çok az bir açığınız var, basılmamasının nedeni bunlar değil, sadece yanlış anlaşılma,” dedi.
Ben de “yanlış anlaşılma olamayacağını, artarda bu kadar çok ve birbirini tutmayan yalanlar söyleyenlerin gazeteyi bilinçli olarak sabote ettiklerini,” tekrar edip gerçeği ortaya çıkarmasını rica ettim.
Karaalioğlu da gerçeğin sadece “yanlış anlaşılma” olduğunda ısrar etti.
Benin anladığım Karaalioğlu seyahatteyken “bir el” gazetenin matbaasına uzandı ve bizim gazetenin basılmasını engelledi.
“O elin” kimin eli olduğunu birileri biliyordur.
Yakında hepimiz öğreniriz.
Böyle büyük “mesleki günahların” suçlusu hiçbir zaman gizli kalmaz.
Bu tür “günahları” da ne gazeteciler affeder, ne de okurlar affeder.