Çok sinirlenmiştik o gün… Sadece ben değil, cezaevindeydik ve bütün koğuş olarak çok kızmıştık. Tarih 21 Haziran 1986’ydı ve Dünya Kupası çeyrek finalinde, 1-1 biten Fransa-Brezilya maçının ardından penaltılar atılıyordu. O, her zamanki sakinliğiyle topun başına geldi, gerilip de güm diye vursa, sorun yoktu aslında ama hayır! Durdu, o artistik vuruşlarından birini yaptı ve Fransız kaleci, şansının da yardımıyla topu çelmeyi başardı.
Kızmıştık ama sevmekten vazgeçmemiştik yine de. O bizim Sokrates’imizdi çünkü, ne yaparsa yapsın kıymetlimizdi.
Sokrates’ten söz ediyorum; futbol tarihinin o en sevilen adamından… Futboluyla, devrimci görüşleri ve eylemleriyle, başına buyruk yaşamıyla, gönüllerde yer edinen ‘Büyük Sıska Adam’dan…
Aykırı bir futbolcu
Tam adı Socrates Brasileiro Sampaio de Souza Vieira de Oliveira olan Sokrates, 19 Şubat 1954’te Amazon nehri yakınlarındaki Belem’de dünyaya geldi. Futbola Botafogo-Ribeirao Preto takımında başlayan orta saha oyuncusu Sokrates, aynı dönemde tıp eğitimi alması ve arkadaşları kadar çok idman yapamamasına rağmen, kısa sürede takımın en önemli oyuncuları arasına girdi. 4 yıl boyunca Botafogo’da kaldı ve sonra, asıl efsane çıkışını yapacağı, Corinthians kulübüne geçti.
Sokrates kısa sürede, özellikle oyunu okuma yeteneği, topuk pasları ve hiç gerilmeden iki ayağıyla da yaptığı estetik vuruşlarıyla ünlendi; “Futbolun Filozofu” adıyla anılmaya başlandı. Taraftarlar ise, onu ‘Magrão’ (Büyük Sıska) adıyla tribüne çağırıyordu. Gerçekten filozoftu ayrıca; tıp doktorluğunun yanında Sokrates, bir ucu felsefeye uzanan, geniş bir entelektüel birikime sahipti.
Sadece futbol değil
Ama o, sahada yaptıklarının ötesinde bir şeydi Corinthians için. Çocukluk kahramanlarının Fidel Castro, Che Guevara ve John Lennon olduğunu hiç saklamayan Sokrates, Corinthians Demokrasi Hareketi’nin öncülüğünü yaptı. Kulüpte her karar yetkililerin, teknik ekibin ve futbolcuların katıldığı oylamayla alınıyordu; dahası, kulübe cezaevi çıkışlı bir sosyoloğun, Adilson Monteiro Alves’in futbol direktörü olmasını bile sağlamışlardı. Üstelik sistem de tutmuş, takım 1982’de Brezilya Ligi’nde yarı final oynamış, eyalet liginde de üst üste şampiyonluklar kazanmıştı.
Mayıs 1979 ile Haziran 1986 ayları arasında millî takıma 60 kez çağrılmış, 1982 ve 1986 Dünya Kupaları’nda Brezilya milli takımına kaptanlık yapmıştı. Kuvvete dayalı Avrupa ekolünün karşısında estetik hareketleri öne çıkaran Brezilya futbolu efsanesi, onun dönemindeki yetenekli oyuncularının eseriydi. Bütün dünyanın sevgisini kazanan bir ekip olmuştu Brezilya.
Demokrasi mücadelesi
Hepsi bu değil ama… Corinthians, diktatörlük döneminde takım formasına slogan yazan tek kulüptü. ‘Haklar Şimdi’ ve ‘Başkanı seçerken oy kullanmak istiyorum’ sloganları ve ünlü ‘demokrasi’ yazılı saç bandıyla Sokrates, Brezilya’daki cunta karşıtı harekette açıkça yer aldı. Corinthians’ın sahaya ‘Siyasi tutsaklara özgürlük’ pankartıyla çıkması ise, tam bir efsaneydi.
Öte yandan, profesyonellik denilen şeye de hiç değer vermedi Sokrates; bu onun aramızdan erken ayrılmasına yol açtı ama bunu hiç umursamadı. Sonra ölümüne de neden olacak alkol ve sigara, yaşamından hiç eksik olmadı. Kendi yaşamının kulüp yöneticileri tarafından belirlenmesine izin vermedi. Maçlardan önce zorunlu kamp uygulamalarına karşı çıktı. Ona göre futbolcunun da, diğer çalışanlar gibi, kendi özel hayatını sürdürmeye hakkı vardı.
Hızlı bir yaşam
Daha sonraları Corinthians dışında, Flamengo, Santos ve İtalyan Fiorentina’da da oynadı. Ayrıca, sosyo-kültürel projelere danışmanlık yapıyor, gazete ve dergilere makaleler yazıyordu.
Ama bu fazlasıyla hızlı bir yaşamdı ve bir süre sonra sağlığı hızla bozulmaya başladı. Henüz 57 yaşındayken, yaşamı hastaneler ve yoğun bakım servislerinde geçmeye başlamıştı. Karaciğer nakli ise, artık durumu kurtarmıyordu.
“Corinthians’ın şampiyon olduğu bir pazar günü ölmek istiyorum” demişti bir defasında. Öyle oldu gerçekten. 4 Aralık 2011 günü, tam da Corinthians’ın şampiyon olduğu gün, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Yitirdiğimiz sadece bir futbol efsanesi değildi o gün; çünkü biz onu yalnızca o yuvarlak nesnelere iyi vurabildiği için sevmemiştik. Onu da iyi yaptı evet ama asıl kalbimize dokunmuştu. Kalbimize dokunmuş ve hep orada kalmıştı; bizim ‘Sıska’mızdı o ve hep öyle kalacak.
kaynak: Özgürlükçü Demokrasi.