25 Nisan 2009 Cumartesi

1 MAYIS TATİL OLMUŞKEN

1 Mayıs’ın tatil olması Türkiye’deki ana siyasi çizgi için “başkalarında var, bizde de olsun” mantığından öte değildir. Yoksa ciddi bir şekilde emeğe saygı, işçi sınıfının haklarının korunması ve gelişmesi ile ilgisi yoktur. Çünkü onlar en basit anlamda işçi sınıfı denildiğinde polemik ve kafa karışıklığı yaratmak için “Sadece işçi yok, memur, emekli, köylü ve beyaz yakalı da var, neden işçi diyorsunuz?” sorusunu bile sorabilecek kadar olaya ciddiyetsiz yaklaşırlar. “Ne sınıfı kardeşim, Türkiye zümre ve sınıflardan oluşmayan yekpare bir millettir,” derler.
Aslında kendi ekonomik ve siyasi çıkarmalarını savunmayan bir gruba ne kadar sınıf denirse, Türkiye’de işçi sınıfına da o kadar sınıf olarak yaklaşmak gerekir. Herhangi bir mobilitesi olmayan, başka gruplarca kendi çıkarları savunulan sınıfa ne ad verilir, tartışma konusu olmalıdır. Bayramını kutlamak için kendi tarihsel meydanına bile sahip çıkamayan, gücünün farkına varmayan, belirli bir entelektüel ve küçük burjuvalarca hak mücadelesi verilen insanlara ne ad vermek gerekir bilinmiyor.
Yukarıda yazılan iki paragraf Türkiye’de yapılan 1 Mayıs tartışmaları ve işçi sınıfının durumu hakkında gerçekçi saptamalardan öte değildir. Ancak kuramda bilinen tanımlamalar ve siyasi yorumlar dışında yeni bir adlandırma ile gerçekliğin daha anlaşılır kılınması gerektiği olmazsa olmaz bilimsel bir uğraş olmalıdır.

İŞÇİ SINIFININ UZAK DURUŞU
İşçi sınıfı için gerçekte kendi haklarını en yoğun şekilde savunan kendi ideolojisine bu kadar uzak durmanın gerçekçi bir nedeni olmalıdır. En azından “emek, hak ve hukuk” gibi kelimelerle kendi çıkarlarını gündemde tutan bir ideolojiye sırt çevirmenin çok açık nedenleri olmalı. Bu nedenlerin para kazanmak için icra ettiğim danışmanlık uğraşı pratiğimdeki deneyimlerimde saklı olduğunu düşünüyorum. Danışmanlık için görüştüğüm siyasi bir ileri gelenin tepkisi ile “Ya bizi kandırırsan?” sorusunda gizlidir bu nedenler. Duyduğu sözlerle kandırılacak kişilerin şimdiye kadar duyduğu ve öğrendiği fikirlerce kandırılmadığının garantisi olamaz. Aslında böyle kişilerin bütün inanç ve değerlerinden kuşku duyması gerekir, çünkü öğrendiği bütün düşüncelerce kandırılmış olması ve bunların yanlış olma olasılığı çok yüksektir. Ancak bu kadar hata yapmaktan korkan bir grubun tarihsel nedenleri de olmalıdır. Elbette bu tarihsel nedenler Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesine gönül verenlerce ödenen diyette ve bu diyetin hacminin yarattığı bıkkınlıkta saklıdır.
Bu topraklarda hak ve hukuk mücadelesi verenlere çok acılar çektirilmiş ve çektirilmeye devam edilmektedir. ODTÜ’lülerin AKP’ye karşı açtığı bir pankartta dile getirdiği gibi: “Demokratız ama enayi de değiliz” gibisinden, “Kahramanız ama enayi de değiliz” mantığında gizlidir artık günümüzde Türkiye’deki hak ve hukuk arayışı. Sabah akşam diyet ödeyerek, acılar çekerek tarihte bir iz bırakılmadığının, kurumsal bir mücadele hattı oluşturulmadığının farkına varılmıştır artık. Yoksa kimse korkak değil, mücadeleden de kaçmamaktadır. Diğer türlü söylem ve polemikler ancak başka türlü bir yeteneği olmayan siyasi mücadele gruplarınca dile getirilen ve korkaklık-cesaret ikilemine sıkıştırılmış bir mücadele şeklinden öte bir yaşam bilmeyenlerce söylenen ajitasyon ve propaganda aracından öte bir anlam ifade etmemektedir. Böyle bir siyasi mücadele şekli ise ancak genç denilen insanların kahramanlık duygularını etkilemeye çalışmaktan öte bir işe yaramaz. Yoksa işçi sınıfının siyasi mücadelesi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Daha da öte, böyle bir yol Rusya işçi sınıfı mücadelesi deneyimlerinden kuramlaştırılan işçi sınıfı mücadelesi bilgisi olarak aslında gerçek mücadeleye zarar verdiği de bilinmelidir. En fazla diyet ödeyenlerle en fazla acı çekenlerin gerçek devrimci oldukları anlayışı bir çocukluk hastalığından öte bir anlam ifade etmemektedir. Herkes bir gün ölecektir; trafik kazasından veya kalp krizinde ölmektense, doğrulara olan inançlar için mücadele ederken ölmek en ideali olsa gerek. Çok saygı duyduğumuz Che Guevera da böyle ölmedi mi?

DIŞ MİHRAKLARIN BİR OYUNU MU?
Elbette işçi sınıfı ideolojisi dış mihraklı, ithal bir ideolojidir. Bu topraklarda üretilen, Türklere ait olan hangi fikir ve ideoloji vardır ki dış mihraklı değildir? En basit anlamda Alparslan Türkeş’in yazdığı ‘Dokuz Işık’ kitabındaki veya Ziya Gökalp’in düşüncelerinden hangisi öz ve öz Türk patentlidir? Milliyetçilik ve millet kavramları hangi dönemin ürünüdür ve ne zaman ortaya çıkmıştır? Savaşmaktan başka bir becerisi olmayan bir milletin düşünsel geleneği olup orijinal bir fikir üretebilmesi beklenebilir mi, mümkün mü?
Cumhuriyet ve demokrasi bile bize ait değil. Bize ait olan tek orijinal bayram 23 Nisan’dır. Niçin 1 Mayıs bize ait olsun ki? Başta da söylediğim gibi “başkalarında var, bizde de olsun” mantığının inanç ve saygıyla hiçbir alakası yok. Öyle ya da böyle, sınıflar arasındaki siyasi mücadele güç gösterisinden, kale zapt edilmesinden öte bir şey değil. 1 Mayıs 2009 günü veya daha sonraki yıllarda efendi efendi, tıpış tıpış, emeğin dışında her şeyin temsilcisi olan Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’a en basit yaklaşımla oy kaygısından dolayı sıkılma belası Taksim’de çelenk koydurabiliyor musunuz, ona bakmak lazım.
1 Mayısların kana bulanması ve yasaklanması Türkiye sermaye sahiplerinin işçi sınıfının gücünden korkularının eseridir. Kana bulatanlar da, yasaklayanlar da kendileridir. Asıl korkanlar onlardır. ‘Uzay Yolu’ televizyon dizilerinde yansıtılan yaşam şekli toplumsalcılık (sosyalizm) bir gün bütün dünyada egemen olacaktır ve bu her yıl her ülkede 1 Mayısların kutlanması ile gerçekleşecektir. Bu kaçınılmaz bir tarihsel yönelimdir ve insanın doğasına en uygun sistem budur.
AHMET FARUK KEÇELİ * Ekonomist, Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü
Yüksek Lisans Öğrencisi, keceli@bilkent.edu.tr
Birgün