12 Ocak 2010 Salı

Rosa Luxemburg Konferansı toplandı

Alman Junge Welt gazetesi tarafından organize edilen 15. Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı, Berlin’de gerçekleştirildi.

Alman Junge Welt gazetesi tarafından organize edilen 15. Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı, Almanya ve dünyanın çeşitli ülkelerinden komünist partilerin, sendikaların ve devrimci gurupların katılımıyla 9-10 Ocak tarihleri arasında Berlin’de gerçekleştirildi. 15 Ocak 1919 yılında zamanın sosyal demokrat partili polis şefinin emriyle katledilen Alman komünist hareketinin önderi, Almanya Komünist Partisi’nin kurucusu, Lenin’in yakın dostu, Marksist teorisyen Rosa Luxemburg’un anısına düzenlenen konferansın bu yılki başlığı ‘Her şeyi değiştirmeyen, hiçbir şey değiştiremez!’ olarak belirlendi. Konferansta öne çıkan temalar ise, sınıf hareketi, sendikalar ve sorunları; Almanya’nın Afganistan’daki askeri varlığı; Honduras ve Küba gündemi ile Avrupa Birliği tartışmaları oldu.

Yaklaşık beş bin kişinin katıldığı konferans boyunca en çok ilgi çeken iki sunumun ilkini, 85 yaşındaki Alman komünist Erika Baum gerçekleştirdi. Eşiyle birlikte Auschwitz cehennemini yaşayan, ardından Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin kuruluşuna emek veren ve İşçi Köylü Üniversitesi’nde pedagoji alanında hocalık yapan Baum, anti-emperyalizmin güncelliği başlıklı sunumunda Almanya işçi sınıfının gerçek düşmanının Alman emperyalizmi, anti-emperyalizmin ise Avrupa’daki işçi hareketlerini biraraya getirecek ve ivmelendirecek tek gerçek söylem olduğunu vurguladı.

Fransız sendikacı ve gazeteci Pierre Levy ise, Fransa’da büyük ses getiren ve ‘krizin hesabını ödemeyeceğiz’ sloganıyla örgütlenen büyük işçi eylemlerinin sendikaların ortak ve somut hedefler koyamaması nedeniyle tasfiye olduğunu, komünistlerin silkinerek yeni işçi hareketlerinin baş gösterdiği bu dönemde öncülük ve önderlik misyonunu yeniden aktif bir şekilde devralması gerektiğini hatırlattı. Levy konuşmasının ikinci bölümünde, ‘Avrupa Birliği'nden çıkmalıyız!’ talebinin tüm AB üyesi ülkelerde solun ve komünistlerin öncelikli gündemi olması gerektiğine dikkat çekerken, ulus devletin tasfiyesi çerçevesinde egemenlik nosyonunun ve cumhuriyet kategorisiyle birlikte demokrasinin de mutlak olarak tasfiye edilmeye çalışıldığını, komünistlerin tereddüt etmeden bu sürece direnmesi gerektiğini ifade etti. AB’nin dayattığı siyasal reformun 1789’dan büyük bir geri adım olarak okunması gerektiğini, her alanda karar alma süreçlerinin halklardan kaçırıldığını, ulus devlet yapısının yerini ise arkaik bir imparatorluk kurgusunun aldığını, bunun adlı adınca emperyalizm olduğunu dillendirdi. Avrupa solunun çeşitli öğelerinin savunduğu ‘demokratik ve sosyal bir AB’ sloganının, ‘hümanist bir mafya’ talebinden daha gerçekçi olmadığını söyleyen Levy, salondaki sol liberal eğilimli dinleyicilerin de kafasını karıştırdı. Bir dinleyici şaşkınlığını ‘AB’yi Alman faşizmine tercih ederim’ sözleriyle ifade ederken, bir diğeri ulus devlet yapısına geri dönmek yerine, AB’nin demokrat emperyalizmini yeğleyeceğini ifade etti.

Bu ve benzeri tartışmalarda konferans için seçilen başlıkların ve sunum yapan konukların Alman solunun ortalamasından daha solda olması dikkat çekiciydi. Dikkat çeken bir diğer konu ise, Demokratik Alman Cumhuriyeti deneyiminin, en azından Alman sol hareketi içerisinde daha cesurca ve olumlanarak tartışılması ve oldukça sık hatırlatılmasıydı.

Her yıl olduğu gibi konferansın ertesi gününde düzenlenen büyük anma eylemine Almanya ve dünyanın çeşitli ülkelerinden yaklaşık on bin kişi katıldı. Yoğun kar yağışı ve aşırı soğuğa rağmen, kent merkezinden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in yanı sıra Alman komünist hareketinin pek çok önemli isiminin mezarlarının bulunduğu ‘Sosyalistler Anıtı’na kadar yürüyen kitleler, beyaza bürünmüş mezarlara karanfilleriyle renk verdiler. İran, Norveç, Avusturya, İtalya, Hollanda, Filistin, Kolombiya ve diğer birçok ülkenin komünist partisi de kendi bayraklarıyla anmaya renk kattılar.

Hollanda, Lüksemburg ve Almanya’nın çeşitli kentlerinden Berlin’e gelen Türkiye Komünist Partisi üyeleri, konferansta açtıkları standta dağıttıkları Almanca ve İngilizce bildirilerle yeni dostlar edinirken, anma yürüyüşünde bayrakları ve sloganlarıyla Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’e Türkiyeli komünistlerin selamını ilettiler.