4 Aralık 2017 Pazartesi

Sebahat Tuncel: Selahattin Başkan çıtayı yükseltti..!

Sebahat Tuncel, aktif olarak politikaya 1998-1999 HADEP (Halkın Demokrasi Partisi) döneminde katıldı. Daha çok kadın çalışmalarında yer almayı tercih etti. Yine aynı dönem Esenler HADEP ilçe başkanlığına seçildi. HADEP kapatılınca, DEHAP (Demokratik Halk Partisi) İstanbul İl Başkanlığı Kadın Komisyonu’nda çalışmaya başladı. 5 Kasım 2006’da İstanbul Bağcılar’da gözaltına alındı. Yargılandığı dava kapsamında tutuklu bulunduğu Gebze M Tipi Kapalı Cezaevi’nden 24 Temmuz 2007’de tahliye edildi. 2011 yılında, 24’üncü dönem milletvekili genel seçiminde İstanbul 1. Bölge’den bağımsız milletvekili adayı olarak seçildi.
Avukatı Ramazan Demir’in aktardığına göre Tuncel, DTK (Demokratik Toplum Kongresi) bünyesinde yürüttüğü yasal faaliyetler, demokratik basın açıklamaları, Newroz, 8 Mart benzeri eylem ve etkinliklere katılmak, parti yönetici ve çalışanları ile partinin iş ve eylemleri için yaptığı telefon görüşmeleri gibi gerekçelerle tutuklandı. Tuncel 6 Kasım 2016’dan beri cezaevinde.
Avukat İlknur Alcan ve Gülhan Kaya’nın yardımlarıyla Tuncel’e soruları gönderdiğim mektupta “Nasılsınız?” demek tuhaf kaçacağı için “İyi olduğunuzu düşünüyorum” demiş ve eklemiştim “İşin aslı bunu birine söylemek de ona verdiğin yük. İyi olmak zorundaymışsınız gibi size biçilen bir rol var.”
Sebahat Tuncel’in sorularımıza cezaevinden gönderdiği cevaplar şöyle:
Nasıl hissediyorsunuz kendinizi? Buralar yani memleket içeriden nasıl gözüküyor?
Zor bir süreçten geçiyoruz. Böyle dönemlerde “iyi olmak” çok daha önemli. Hani yazmışsınız ya “iyi olmak zorundaymışsınız gibi” diye… Bu bir zorunluluktan ziyade, bir sorumluluk. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi yürütenlerin geleceğe dair iddiası her zaman güçlü, moralli, coşkulu ve dolayısıyla her yönüyle iyiyi kuşanmak olmalı.
İçeriden dışarıdaki görüşmeleri takip etmeye, anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bir yılı aşkındır zindandayız. Buradan bakınca dışarının, içeriden farklı olmadığını düşünüyorum. Dışarısı büyük bir hapishaneye dönüştürülmüş durumda. Biz ise bu zorba dönemin daha yoğunlaştırılmış halini yaşıyoruz. Demokrasi ve özgürlüklerin alanı daraldıkça şiddetin, baskının, antidemokratik uygulamaların alanı genişliyor. Bizler yıllarca 12 Eylül faşist darbesine ve onun anayasasına, yasasına karşı mücadele ederken şu an mevcut yasanın dahi uygulanmadığını görüyoruz.
Kürt düşmanı politikalar, Türkiye’nin Ortadoğu’dan tecrit olmasına sebep oldu. Türkiye’yi sonu belirsiz bir kriz ve kaos sürecine sürükledi. Türkiye, OHAL ile yönetilen, parlamentonun askıya alındığı, basın emekçilerinin, demokratik siyaset temsilcilerinin, toplumsal muhalefetin, akademisyenlerin hapsedildiği, her türlü baskı aracıyla sindirilmeye çalışıldığı, ekonomik kriz derinleştikçe yaşam standartlarının düştüğü bir ülkeye dönüştü. Bilim insanları, akademisyenler Türkiye’yi terk etmeye başladı. Tek tip elbise önce Türkiye halklarına giydirildi. Ancak bunun böyle gitmeyeceği artık çok daha net görülüyor. Biz içeriden bakınca işte bunları görüyoruz.
SELAHATTİN BAŞKAN ÇITAYI YÜKSELTTİ”
Kendinizle ilgili ne değişti içeride? Nasıl vakit geçiriyorsunuz? Neler yapıyorsunuz, neler okuyorsunuz?
Cezaevinde düşünmek, yoğunlaşmak için zaman çok oluyor. Dışarıdayken okumaya çok zaman bulamıyordum. Bu süreci okuyarak, tartışarak, gelişmelere dair öngörülerde bulunarak geçiriyoruz. Daha çok kadın araştırmaları üzerine kitaplar okuyorum. Bana yazan birçok arkadaş “kitap yazmıyor musun?” diye soruyor. Tabii Selahattin Başkan (Demirtaş) çıtayı yükseltti. Ben değil ama Gülten Başkan’nın (Kışanak) bir hazırlığı var. Ben okuyucu sıralarında yerimi aldım. “Herkes kitap yazarsa olmaz, bu kitapları okuyana da ihtiyaç var” diyorum.
Cezaevlerinin belli bir rutini var. Burada da, dışarıdaki gibi zaman yetmiyor. Akşam olduğunda “yapacağım işler vardı” diyorum. Aysel (Tuğluk) ve Figen Başkan’la (Yüksekdağ) aynı odada kalıyorum. Okumalarımızı yapıyoruz, yazıyoruz. (yazma dediysem, mektup, mesaj) Günlük işlerimizi yapıyoruz ve günlük yürüyüşümüzü. Gazeteleri okuyoruz. Geri kalan zamanda ise herkes bireysel çalışmalarına dönüyor.
İnsan burada şöyle durup geçmişin muhasebesini yapıyor. Yaptıklarım, yapamadıklarım, eksik kaldıklarım, yanlış yaptıklarım diye. Bu süreç insanın kendisini güçlendirmesi, zayıflıklarını gidermesi açısından önemli. Bu fırsatı ben de bugüne kadar böyle değerlendirdim. Ancak mevcut görevim DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) Eş Genel Başkanlığı nedeniyle sorumluluklarımı yerine getirememenin üzüntüsünü yaşıyorum. Kadınlara, halklara karşı sorumluluğumuz var. Cezaevinde olmak ister istemez pratik hayattan koparıyor.
MEKANIN ÖNEMİ YOK MÜCADELE HER YERDEDİR”
İçeride koşullarınız nasıl
İçeride her şey sınırlı, gökyüzünü bile sınırlı görüyorsun. Her yer beton ve demir. Sürekli üzerine kapanan kapılar, seni izleyen kameralar, bu yetmezmiş gibi bir de koğuşta her çıkış, girişte keyfi aramalar. Cezaevlerinde giderek artan hak ihlalleri yaşanıyor. Özellikle yeni açılan cezaevlerinde. Elazığ’da, Tarsus’ta, kadınlara yönelik sistematik işkence politikalarının uygulandığını duyuyoruz.
Yine son dönemlerde yoğun sürgünler oluyor, bu sürgünler sırasında tutuklu ve hükümlülere çıplak arama dayatılıyor. Dışarıda süreç sertleştikçe yakıcılığı içeride hissediliyor. Yeni cezaevleri açılacağı müjdesini veren Adalet Bakanlığı, cezaevlerindeki hak ihlalleri, işkence uygulamaları konusunda hiçbir açıklama yapmıyor. Tüm bu sıkıntılara rağmen içerideki siyasi tutsaklar, burada da hayatı örgütlemeye, demokrasi ve özgürlük mücadelesine katkı sunmaya çalışıyor. Bizler için mekanın önemi yok, mücadele her yerdedir.
ASIL KÖTÜ OLAN İÇERİYE YANSIYAN UMUTSUZLUK”
Dışarıdakilere bilhassa iletmek isteğiniz bir şey var mı?
Cezaevinde olunca okumaya, yoğunlaşmaya daha çok zaman buluyor insan. Hannah Arendt ve Fatmagül Berktay’ın kitaplarında okuduğum şeyleri deneyimliyorum. Tarihte, insanın yaşamın dışına çıkarıldığı ve tüm muhalifler için özel bir hukuk oluşturulduğu günümüz Türkiye’sine benzer örnekler var. Tüm bu örneklerin ortak noktası toplumsal muhalefetin bastırılması, düşünce, ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün ortadan kaldırılması. Tekçi, merkeziyetçi ve faşizan yönetimler birbirinin aynısı. Bu deneyimlerin en önemli sonucu ise sürdürülebilir olmamaları.
Tekçi, milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ve militarist yöntemler toplum karşıtıdır. İnsanın doğasına aykırıdır. Baskı ve zorbalıkla bir noktaya kadar yürüyebilirsin. En nihayetinde bu düzene dur diyenler, buna karşı direnenler ortaya çıkacaktır. Aslında Türkiye’de bu düzene yakın zamanda itiraz oldu. Referandum sonuçları bunu bize gösteriyor. Asıl sorun bu itirazın örgütlü bir güce, öncü bir yapıya dönüşmemesi. Bugün bizlerin önünde duran en temel sorumluluk halklara, kadınlara, inanç gruplarına güçlü bir alternatif sunarak siyasi öncülük rolünü oynamamızdır.
İçeriden, dışarısı nasıl gözüküyor sorunuza ek olarak, bir şey daha yansıyor bize. Umutsuzluk ki asıl kötü olan bu. En zor koşullarda dahi umudu diri tutmak önemli. Tek sorun gücümüzü birleştirmek, örgütlü bir gücü açığa çıkarmak. Bu konuda HDK/ HDP’ye çok büyük sorumluluk düşüyor. Yeni yaşam çağrısına 7 Haziran’da çok büyük bir destek verildi ve bu destek halen sürüyor. Bizlerin yapması gereken doğru yöntemleri bularak umudu büyütmek, yeni yaşamı inşa edecek dinamikleri yan yana getirmek, alternatif bir siyasete öncülük etmek..
Filiz Gazi

DUVAR