26 Mart 2009 Perşembe

Afganistan’ın Vietnam’dan farkı yok

Britanya geçmişi unutup Afganistan’da şuursuz bir savaş için bir kez daha ordu gönderse de, Obama ABD’nin muadil örneği Vietnam’dan ders almış. ABD asker artırılması kisvesi altında, şiddeti Taliban’la parça parça anlaşmaya varmaya yetecek kadar uzun süre bastırıp çekilecek

Barack Obama’nın Afganistan politikasına dair yaptığı gözden geçirmeyi saran kozanın içinde bir kelime ışıl ışıl parlıyor: Çıkış. Başkan olmadan önce Obama, Afganistan’ın iyi ve kazanılabilir bir savaş olduğuna fazla inanıyordu ve bu, Irak konusundaki çekilmeciliğiyle tezat teşkil eden faydalı bir maçoluktu. Fakat şu an bir askeri brifingde Kâbil için çıkış stratejisinin ne olduğu soruyor ve sessizlikle karşılanıyor. Obama meseleyi çakmış.

Bu savaş başta neyse şimdi de o olmayı sürdürüyor: 11 Eylül’ün tertipçilerini teslim etmediği için cezalandırma niyetiyle yabancı bir ülkeye saldırmak. Sonradan yoksul bir halka demokrasi ve cinsiyet eşitliği getirecek olan liberal bir müdahale denilerek sterilize edildi. Savaşın Amerikalı mimarı Donald Rumsfeld’in bu tür ulvi arzuları yoktu. Sadece bütün gücüyle vurup kaçmak istiyordu. Ülkeyi yeni hayırsever emperyalizmlerinin sınav yeri olarak görenler eski Britanya başbakanı Tony Blair ve yeni muhafazakârlardı.

Saygon’la paralellik şaşırtıcı

Neredeyse sekiz yıllık savaşın ardından baştaki hedef (Usame bin Ladin’i bulmak) dünyadaki en büyük askeri koalisyonun çok uzağında, liberal müdahale de başarıdan çok daha uzakta. Tarih tekerrür etti: Britanya, Peştunlarla şuursuz bir savaşa saplanıp kalması için yine ordu gönderdi.

Britanya unutsa da, Obama ABD’nin muadil örneğinden, Vietnam’dan bir şeyler öğreniyor gibi. Bu felaketin bir tekrarına sürüklenmek Obama yönetiminin ihtiyacı olan en son şey. Afganistan işgalinin istilacının el kitabındaki her hatayla iştigal ettiğini görebiliyor. Orası, yavaş öğrenenler için Vietnam olmuş durumda.

İstilayı işgale dönüştürmemek için çok sayıda birlik konuşlandırılması söz konusuydu ama isyanı bastırmak için çok az birlik seferber edildi. Yardımın demokrasiyi, işgalin karşıt yapılar yaratmasından daha hızlı yerleştirebileceği düşünüldü. Afganistan’ın gelir kaynağını (afyon) yok etme, siyasi kültürünü (rüşvet ve yolsuzluk) dönüştürme, toplumsal törelerini (kadınların rolü) biçimlendirme ve aşiret gücünü düzenleme gibi safça planların yanı sıra komşu ülkelerden kaynaklı tehditleri görmezden gelmek de cabasıydı.

Pentagon’un savaşı yeni askeri oyuncaklarını, özellikle de pilotsuz bombardıman uçaklarını test etmek için kullanması felaket oldu; askerlerin sahadaki kazanımları, düşman adına askere alma şubesi gibi çalışan hava saldırısı katliamlarıyla sıfırlandı. Anti-afyon kampanyasına gelince, ABD’nin Afganistan-Pakistan temsilcisi Richard Holbrooke meseleyi gayet güzel tanımlıyordu: “40 yıldır gördüğüm en nafile ve etkisiz program.” Bu programın Batılı mükelleflerin vergilerini Taliban’a ödemesinden pek farkı yoktu.

ABD’den gelen iyi haber Obama’nın bunlara son vermeye kararlı görünmesi. Helmand’daki asker sayısının artırılması kivesi altında, şiddeti Taliban’la parça parça anlaşmalara ulaşmaya yetecek kadar uzun süre bastırmayı ve önce Kâbil’den, sonra tümüyle çekilmenin bahanesini yaratmayı umuyor. Bu süreçte yerel liderlerin aralarında, isyancılar ve komşularıyla belli bir barış sağlaması da öngörülüyor.

Bu politikanın önünde çok engel var. Kâbil’e gidenler, klimalı büyük yapılar ve yeni müdahaleciliğin tahkim edilmiş binalarını görüyor. Bürolar askeri danışmanlarla ve sivil toplum örgütleriyle dolu, ortada Afgan falan yok ve kiralar tavana fırlamış. Çoğu yabancı yapacak iş bulamadığı için pinekliyor, pek azı dışarı çıkmaya cesaret ediyor, Kâbil’i dolaşmak hayal - güvenlik durumu dikkat çekici ölçüde kötüleşti.

Seçilmiş devlet başkanı Hamid Karzai’nin etrafındaki politika öyle yozlaşmış ki, yönetimin alaşağı edilmenin eşiğinde olduğu, geride sadece ABD’ye sadık bir ‘genelkurmay başkanı’ bırakılacağı söyleniyor. Çatışan savaş ağaları, uyuşturucu baronları ve Taliban arasındaki sırat köprüsünün üzerinde kurnazlığıyla kalan Karzai sessizce gitmez. Dolayısıyla NATO’nun Kâbil’deki marazi yolsuzluğu söküp atmak kisvesi altında Afgan demokrasisinin bu son kırıntısını neden istikrarsızlaştırmak istediği bir muamma. ABD’nin Saygon’daki son yıllarıyla paralellik gözden kaçmıyor.

Pilotsuz Predator’lerin bombardımanları da sona ermiş değil. Geçen hafta CIA ‘militanları’, Taliban dostu Pakistan kenti Ketta’yı bombalama önerilerini sızdırıyordu. Obama veya General David Petraeus’un alt rütbedekilerin bu maceralarını durduramaması en uğursuz gelişmelerden biri. Belucistan’a operasyon düzenlemekle ABD Pakistan’daki iç politikanın altını daha da derin oyuyor - ve başbakan Yusuf Rıza Gilani’nin söylediği gibi: “Bu strateji terörle mücadele hedefimizi alt ediyor.”

Güç dengeleri 2001 öncesi gibi

Uzun süreli her işgal güçlerin aşağı yukarı eşitlenmesine varır ve her bileşen kaçınılmaz olarak birbirini besler. BM rakamlarına göre Afganistan’a ulaşan yardımın sadece yüzde 10’u belirlenen amaçlarla kullanılıyor. Çoğunluğu, afyon ekimi ve Taliban’ın para kaynakları gibi aynı güç eritme kazanlarının içinde heba oluyor. Kâbil’deki sivil toplum örgütlerinin saf elemanlarının günün birinde yeni İsveç’i yaratacağı fikri hayalden ibaret.

Eski vecizeler hâlâ doğru: savaşa girmek kolay, çıkmak zordur. Obama Afgan macerasının akıbetinin, NATO’nun neyi başardığına değil, Taliban’la pazarlığa ve İslamabad’daki sallantılı mevcut rejimin istikrarına bağlı hale geldiğinin farkına varmış. Yani güç dengesi aşağı yukarı bu berbat işin başladığı 2001 öncesindeki noktaya geliyor. Ruslara olan Batı’ya da oluyor: Bu yoksul, kendine has ülke, kendi tarihini bomba, silah ve parayla yeniden yazmaya çalışan bir işgalciyi daha kovacak. Bu belliydi zaten. Ah ne acı ki, şimdi anlamaya başlıyoruz. (25 Mart 2009)

Radikal / 26.03.09
Slmon Jenkins