30 Mart 2009 Pazartesi

Korucular neyi korur?

Koruculuk sistemi nicedir meyvelerini veriyor.
Güneydoğu’da işlenen hemen her suçun ardında korucuların gölgesi var.
Sözgelimi geçtiğimiz yılın sonlarında Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu faaliyette olduğu 11 yıl içinde büroya yapılan başvuru sayısını açıkladı: 294. Bunun 71’i tecavüz başvurusu. İki kadın tecavüze uğradıktan sonra intihar etti, bir kadın işkence sonucu öldürüldü, 14 yaşındaki bir kız çocuğu tecavüze uğradıktan sonra akrabaları tarafından ‘namus’ gerekçesiyle öldürüldü.
Aktivistler, faillerin polis, jandarma, asker, infaz koruma memuru, itirafçı, adli tutuklu, belediye başkanı, korucu olduğunu söyledi.
AKP’nin Kürt sorununun çözümü adına yıllardır üretebildiği de bölgeyi koruculara emanet etmekten ibaret. Korucularla bölgeyi ıslah etmenin yollarını arıyorlar hâlâ.
Hükümet geçen yıl Tunceli’de 1400 korucu kadrosu açarak bu konudaki azmini bir kez daha kanıtlamıştı. Kentte sivil toplum örgütleri ve kimi siyasi gruplar bir araya gelerek bu uygulamayı protesto etmişlerdi. Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Yaşar Kaya, bu konuda feryat ediyordu: “Dersim, son 30 yıldır on binlerce asker ve polis tarafından adeta zulüm altında tutuluyor. Yaz aylarında Bolu ve Isparta Komando Tugayları’ndan onbinlerce asker ile takviye edilerek adeta tam bir askeri bölge haline çevrilmiştir. Dersim adeta bir toplama kampına çevrilmişken aç ve çaresiz bırakılan Dersim halkına koruculuk dayatılmaktadır.”
Mayınlanarak tarım yapılamaz hale getirilmiş, yayla yasağıyla hayvancılığın beli kırılmış topraklarda daha çok, daha çok korucuyla terbiye edilmesi garanti altına alınmış bir halk.
İşte AKP’nin güneydoğu kalkınma projesi.
Kürt sorununun en yakıcı açıklıkla görüldüğü resim, boşaltılmış köylerinkidir.
Siz hiç yakılmış, boşaltılmış köy gördünüz mü? Sise bürünmüş bir dağ köyünün yanmış çatılarını, uğultulu sessizliğini, yaslı meydanını ziyaret ettiniz mi hiç? Aceleyle boşaltılmış evlerin kırık camlarından görünen birkaç yetim eşyanın içinize verdiği ürküntüyle başa çıkmak zorunda kaldınız mı? Bana savaşın vahşetini en derinden hissettiren resimler, yaralı, sakat çocuklar ve boşaltılmış köylerdir. Yerinden yurdundan edilmiş binlerce insan, memleketin çeşitli şehirlerini keder ile hasretten bir çemberle çevirdiler. On yılı çoktan geçti. Büyük şehirlerin çöplüklerine yakın sel yataklarına çattıkları sığınaklarda yaşadıkça, sıla, rüyalarında bile silik soluk bir renge büründü. Savaşın tükürüp attığı, kaydı olmayan, eğreti yurtsuzlar, yokluk ve acıdan sessizce kırıldılar. Onlar ne şehit ne gazi ne de insandı. Onlar doğup büyüdükleri, atalarını gömmüş oldukları yurtlarından dipçiklenip atıldığında; sırtlarında denkleri ve bebeleriyle dağ başında yurtsuz ve kimsesiz kaldığında, ağza alınmayan suçtular. Köylerinin jandarma tarafından yakılıp yıkıldığını, hayatlarının gasp edildiğini yazmak yasaktı. Onların ve köylerinin varlığı birlik ve beraberlik duygusu içinde inkâr edildi. Onlar hiç yaşamamış, taş taş üstüne bir hayat kurmamış gibi evlerinden, köylerinden, bu toplumun belleğinden silinip atıldılar. Bir süre önce köylerine dönmeleri için Devlet icazet verdi. Ama kaçı döndü, dönebildi; döndüğünde köyünü, evini, tarlasını bulabildi, bir muamma.
Onlar, korucu olmayı reddettikleri için öldürüldüler. Sağ kalanları göçe, açlığa mahkûm edildi. Korucuların topluca öldürdüğü ailelerin dökümünü çıkarmakla geçti onca yılımız. Hikâyeler, artık o topraklar kadar eski ve okunaksız. Binlerce kişinin kırık dökük bir dille, yılmadan, bıkıp usanmadan anlattığı hikayeler hep aynı.
Kim bu korucular?
Koruculuk sistemi, 27 Eylül 1986 yılında devreye sokuldu. Şimdi kulağımızda acı bir alay gibi patlayan kanun maddesi, “Köy sınırı içinde herkesin ırzını, canını ve malını korumak için köy korucuları bulundurulur” diyor. 1996 yılında ‘Hizmete Özel’ İçişleri Bakanlığı belgeleri, her üç köy korucusundan birinin suç işlediğini gösteriyordu. Sadece 96 yılına kadar 23 bin 222 geçici köy korucusunun görevine işledikleri çeşitli suçlar nedeniyle son verilmişti. Yine 1996’da Başbakan Erbakan, MİT raporunu kaynak göstererek, Güneydoğu’da koruculuk sistemi adeta eroin şebekeleri gibi çalışıyor, diyordu.
Kız kaçırıp tecavüz ediyor, canlarını sıkanı orta yerde vurup PKK’lıydı diyor, zorbalıkla insanların topraklarını, evlerini, mallarını gasp edip, haraca bağlıyorlardı. Diyarbakır’dan 10 yaşında bir kız çocuğu dört ay boyunca bir korucunun tecavüzüne uğruyor, Silvan’da 12 yaşında bir kız korucularca kaçırılıyor, ailesiyle pazarlık sürdürülüyordu. Batman’da 19 yaşındaki kızı kaçıran üç korucu defalarca tecavüz ediyor, hamile kalan kızın bebeği sessizce Çocuk Esirgeme Kurumu’na veriliyordu. Tecavüzcü korucular, yörenin güvenlik kuvvetlerinin adeta desteğiyle mağdur ailelere gözdağı veriyor, birçok olayın örtbas edilmesini sağlıyor, ‘kirlenmiş’ kızların intiharına neden oluyordu. Silah kaçakçılığı onların elindeydi. Eroinden yüklüce bir rant elde edip palazlandıkça kendilerini maşa olarak kullanan devlete ödetecekleri bedel kabarıyordu. Daha 96 yılında Fatih Altaylı’nın bir programına çıkan Cizre’nin Belediye Başkanı Kamil Atak koruculuğun kaldırılmasına şiddetle karşı çıkıyor, “Silahlarımız elimizden alınırsa o zaman bize silahı nereden verirlerse biz de orada oluruz” diyordu.
2000 yılında Devlet, nüfusu 92 bini bulan korucuları tasfiye etmeye başladı. Yaşı 45’i aşanlar emekli edildi. Koruculuk dünyasının yıldızlarından Jirki aşiretinin lideri Tahir Adıyaman, bir savcıyı öldürmekten idam istemiyle yargılanıyordu ve hakkında tutuklama kararı vardı. Adıyaman, PKK’ya karşı savaşma teklifini, aşiretine mensup 336 aranan cinayet sanığı bulunduğu için kabul etmişti. Kan davası ve arazi kavgası nedeniyle işlenen bu cinayetlerin affedilmesini isteyen Adıyaman’ın askeri yetkililerle yaptığı görüşmenin çevirmenliğini aşiretin tek Türkçe bilen, kendisi de cinayet sanığı üyesi, Cemil Öter yapmıştı. Anlaşmaya varıldı. Cemil Öter dört yıl yatıp çıktı. Korucu oldu. Servet edindi.
Oysa vakti gelince nasılsa tasfiye edilirler, diye düşünülmüştü. Kilitlenmiş savaşı onlar çözecekti. Geçici korucu sistemi dahiyane bir savaş stratejisiydi. Ama besbelli işlerine son verilmesi PKK’ya karşı beslenen Hizbullah’ın
emekliye ayrılması kadar kolay olmayacaktı. Olmuyor da işte.
Şimdi şanlı korucu Cizreli Kamo’nun (Kamil Atak) yörede herkesçe bilinen marifetleri hepimize ayrıntılandırılıyor. Onun kazdığı çukurlardan cesetler çıkarılıyor.
Bir tanığın Cumhuriyet Başsavcılığı’na yıllar sonra verdiği ifade şöyle: “Kamil Atak 1990’lı yıllarda PKK’ya yardım ettiği iddia edilen kişileri alıyor ve Hizbullah’a teslim ediyordu. Hizbullah da bu kişileri eğitim amaçlı olarak kullandıkları ve 1991’de boşaltılan Kuştepe Köyü’nde sorguladıktan sonra öldürüyordu.”
Bir gün uzun uzun şanını borçlu olduğu etkinliklerinin dökümünü çıkarmamız gereken kıdemli Albay Cemal Temizöz de Kamo’yla işbirliği ön plana çıkarılarak tutuklandı.
Korucu çetesinin yönlendiricisi, onları katliamlara kışkırtan kişi olarak.
Şimdi oturup bu koruculuk meselesini iyice bir düşünmemiz gerekiyor.
Savaşın çözümsüzlük düğümü bu örgütlenmede atılmış çünkü.
İnsanları korucu olmaya kışkırtmanın, olmayanı düşman ilan edip yurdundan sürmenin vahşeti hazmedilemez çünkü.
Koruculuk sistemi, bu toplumun vicdan kütüğünde ağır bir çentik olarak kalacaktır. İnsanları böyle bir ahlâki sınava tabi tutmanın ne mene korkunç bir zulüm olduğunu herkes bilir. Bir yeriyle bilir. Mümessil seçilmiştir. Çavuş olmuştur. Kardeşini ihbar etmeye zorlanmıştır. Muhbir vatandaşlık, itirafçı kahramanlık, kardeş katilliği devlet eliyle teşvik edildiğinde; ihanet meşrulaştığında, insan coğrafyası bir daha uzun süre temizlenmeyesiye kirlenir. İnsanları birbirine kırdırarak terbiye etmenin vahşi üslubuyla kazanılan zafer üstüne hayat kurulamaz.