Kürt halkının temsilcileri bir kez daha “kafese” alınıyor. Anayasa Mahkemesi, DTP'yi kapatma davasını bugün görüşecek. Ve tarihin ironisi; 8 Aralık, DEP davasının sonuçlanmasının yıl dönümü. DEP davasından 15 yıl hapis cezası alan DTP milletvekili Sırrı Sakık ve DEP eski milletvekili Mahmut Alınak'a “15 yılda ne değişti?” diye sorduk.
Tarih 8 Aralık 1994: DEP davası sonuçlandı. 7 DEP milletvekili, toplam 74 yıl hapis cezası aldı. DEP'in 16 Haziran 2004'te kapatılmasının ardından, DEP'lileri hapse gönderen sürecin başlangıcı olan Meclis'te dokunulmazlıklarının kaldırılmasından 10 gün önce, dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, “Eşkiyayı Bekaa'da aramaya gerek yok. Maalesef bunların bir kısmı Yüce Meclis'in çatısı altındadır” dedi. Vekillerin tutuklanmasının ardından da dönemin Başbakanı Tansu Çiller, “Yargıdan rica ettim, bu işi bir an önce bitirin dedim” açıklamasında bulundu. Bu açıklamadan 10 ay sonra DEP davası sonuçlandı, vekiller ağır hapis cezalarına çarptırıldı.
Tarih 8 Aralık 2009: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, DTP hakkında, “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine eylemlerin odağı” haline geldiği iddiasıyla “temelli kapatılması” istemiyle açtığı dava Anayasa Mahkemesi'nde esastan görüşülecek. 2007 Kasım'ından bu yana Anayasa Mahkemesi'nin gündeminde olan DTP'yi kapatma davasını sona getiren süreç neydi?
23 Kasım 2009 tarihinde DTP konvoyu, İzmir'de ırkçı saldırıya uğradı. Gün boyu süren olayların ardından ilk açıklama Devlet Bakanı Cemil Çiçek'ten geldi: “DTP kendisini kapattırmak için her şeyi yapıyor.” Ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan konuştu. Saldırıyla ilgili, “Bir partinin otobüsünde veya konvoyunun içinde terör örgütünün bayrakları olursa, terörist başının posterleri olursa buna sıcak bakmak mümkün değil” dedi.
8 Aralık 1994'ten bugüne
Anayasa Mahkemesi, DTP'yi kapatma davasını bugün esastan görüşecek. 8 Aralık, Kürt halkının temsilcilerinin başka şekilde kafese alınmasının yıl dönümü. 8 Aralık 1994 tarihinde DEP davası sonuçlandı. Haklarında idam kararı verilmesi istenen DEP'liler Ahmet Türk, Orhan Doğan, Hatip Dicle, Selim Sadak, Sedat Yurtdaş, Mahmut Alınak ve Sırrı Sakık, toplam 74 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
DEP'li vekillerin, Meclis bahçesinde yaka paça ya da tuzaklarla gözaltına alınarak 10 yıl “kafeste” tutulmasına neden olan süreç, 1991 yılında başladı. 1991 seçimlerinde HEP'li adayların SHP listelerinden seçime katılması ile Leyla Zana, Ahmet Türk, Mahmut Alınak, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Sırrı Sakık, Selim Sadak ve Sedat Yurttaş'ın da aralarında bulunduğu 13 kişi milletvekilli seçildi. HEP'in kapanması ile DEP kuruldu. HEP'li milletvekilleri DEP'e geçti.
6 Kasım 1991 tarihinde TBMM 19. Yasama Dönemi için Genel Kurul'da yapılan yemin töreni, milletvekillerinin özgürlüğünü çalan 10 yılın başlangıcı oldu. SHP'den milletvekili seçilen 13 DEP'linin Meclis Genel Kurulu'nda bulunması bile egemenleri rahatsız etmeye yeterken, Diyarbakır milletvekili Hatip Dicle'nin yemin için çıktığı kürsüde “Ben ve arkadaşlarım bu metni anayasanın baskısı altında okuyoruz” demesi ve Leyla Zana'nın yeminin ardından “Ez vê sondê li ser navê gelê kurd û tirk dixwîm (Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum) sözleri, gerekçe gösterildi, fitil ateşlendi. Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezleke hazırlandı.
2 Mart 1994, parlamento ve DEP'liler için tarihi bir gündü. O gün, DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp kaldırılmayacağı görüşülecekti. Halkın ekonomik ve demokratik yaşamına ilişkin sorunlar söz konusu olduğunda Meclis'e uğramayan milletvekilleri, 2 Mart'ta tam tekmil yer almıştı. Önce Orhan Doğan'la ilgili komisyon kararı okundu. Kürsüye çıkarak savunmasını yapan Orhan Doğan'ın konuşması, Genel Kurul'da derin bir sessizlik içinde dinlendi. Oturumu yöneten Meclis Başkanvekili ANAP'lı Mustafa Kalemli, komisyon kararını oyladığında ANAP, DYP, RP, MHP, SP ve BBP'nin üyesi olan bütün milletvekilleri ile CHP'den üç milletvekili kabul oyu kullandılar. Böylece Meclis'in çoğunluğu, Orhan Doğan'ın dokunulmazlığını kaldırdı. Daha sonra sırasıyla Sırrı Sakık, Mahmut Alınak, Hatip Dicle için de aynı işlem yapıldı. Hatip Dicle'nin dokunulmazlık dosyasının kaldırılmasının ardından, saat 16.45'te oturuma saat 20.00'ye kadar ara verildi.
Milletvekilleri, Meclis Genel Kurulu'nda savunma yapmaya çalışırken, dokunulmazlıkları daha kaldırılmadan, hatta çok daha önce DGM savcılarınca gözaltına alınmaları için emir çıkarıldığını bilmiyorlardı. Meclis'in, Anayasa ve yasaların devletin yetkili güçlerince bir tarafa itildiğini bir gün sonra gazetelerde okuyacaklardı.
Gazeteci Derya Sazak 13 Mart 1994 tarihli “Ordunun nabzı” başlıklı yazısında, Genelkurmay Karargahı'ndaki izlenimlerini şu satırlarla özetlemişti: “Askeri zirvelerde şu görüş yaygın: Eğer Meclis bu kararı almasaydı, halk patlardı. Çünkü insanlar, 'yeter artık' noktasına gelmişti. Meclisin kararı rejimi de halkı da rahatlatmıştır. Geç bile kalınmıştır. İşte Genelkurmay Karargahından izlenimler...”
Zaten dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş de 10 gün önce, “Eşkiyayı Bekaa'da aramaya gerek yok. Maalesef bunların bir kısmı Yüce Meclis'in çatısı altındadır” dememiş miydi?
Meclis'te gözaltı
2 Mart günü Meclis oturumuna ara verilince, saat 17.05'te polis, Hatip Dicle'yi Meclis çıkışında gözaltına aldı. 17.25'te de Orhan Doğan Meclis'ten ayrılırken yaka paça gözaltına alındı. Gözaltına alınması beklenen Mahmut Alınak, Sırrı Sakık, Ahmet Türk ve Leyla Zana, Meclis'teki odalarında beklemeye başladı. Gözaltına alınan vekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılmış ancak karar Resmi Gazete'de henüz yayınlanmamıştı. Yasalara aykırı olan bu durumu açıklayamayan devlet, kendisini kurtarmak için kararı Resmi Gazete'de gece yarısı yayınladı. Böylece polisin yaptığı yasadışı gözaltılara yasal kılıf geçirilmiş oldu.
Dokunulmazlıklar mutlaka kaldırılmalı
Dünyada eşine az rastlanır bu gelişmelerle, “halkın iradesi” olan milletvekilleri, Meclis'te yaka paça gözaltına alınıyordu. Bu durum karşısında Meclis'in yaptığı şey, DEP'lilerin dokunulmazlık dosyalarını görüşmeye devam etmek oldu. Saat 20.40'tan itibaren, Leyla Zana ve Ahmet Türk'ün dokunulmazlıkları da kaldırıldı. Daha sonra oturuma ara verildi. Sebebi ise RP Milletvekili Hasan Mezarcı'nın İstanbul'da gözaltına alındığı bilgisinin gelmesi oldu.
2 Aralık günü 6 milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı, 2 milletvekili gözaltına alınarak Terörle Mücadele Şubesi'ne götürüldü. Meclis polis ablukası altında, diğer milletvekilleri dışarı çıkamıyor, polisler tarafından göz hapsinde tutuluyordu. Bunlar karşısında Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk'a vekalet eden Başkanvekili Vefa Tanır, odalarında bekleyen Alınak ve Sakık'ın yanına geliyor ve bir polis elçisi gibi şunları söylüyor: “Meclis'te rahat edemezsiniz. Terörle Mücadele Şubesi'nde sizler için yer ayrılmış, dayanmış döşenmiş. Burada kalıp yorulacağınıza Emniyet'e gidin. Orası buraya göre daha güvenilir.”
Milletvekillerinin Meclis'teki uzun bekleyişi, 3 Aralık gecesi Ahmet Türk'e gelen bir telefonla son buldu. Arayan Adalet Bakanı Seyfi Oktay'dı. Oktay, Ahmet Türk'e “Yarın Meclis polisleri ile DGM savcılığına gidin. Başsavcı ile görüştüm. İfadelerinizin alınması tamamlanabilirse hemen hakim önüne çıkarılacaksınız. İşlemler tamamlanamazsa pazartesi günü ifadelerinizin alınmasına devam edilecek ve sonra da hakim önüne çıkarılacaksınız” diyordu. Adalet Bakanı'nın polislerle işbirliği yaparak milletvekillerine tuzak kurduğu ertesi gün anlaşılabildi. DEP milletvekilleri, Meclis polislerince DGM'ye götürüldü. Burada TMŞ polislerince gözaltına alınarak Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.
DGM Başsavcısı Nusret Demiral'ın sözleri, aslında yargılamanın göstermelik olduğunun bir kanıtıydı: “İki yıldır peşinizdeyim. Ancak şimdi elime düştünüz. Artık benden kurtulamazsınız. Sizi bıraksalar da itiraz ederim.”
Ve dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, vekiller gözaltındayken, “Onları Meclis'ten attık. Bir daha geri dönmeyecekler” diyecek, dönemin Başbakanı Çiller de milletvekilleri tutuklandıktan sonra, büyük bir gururla, “Yargıdan rica ettim, bu işi bir an önce bitirin dedim” açıklamasında bulunacaktı.
DEP milletvekilleri, 17 Mart 1994 günü DGM yargıcı tarafından tutuklandı. Terörle Mücadele Şubesi polisleri, telsizden amirlerine müjdeyi şu sözlerle verdi: “Gözümüz aydın oğlunuz oldu.”
Tutuklamanın ardından DEP'liler Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nin 9. koğuşuna götürüldü. Basının “Hilton” dediği koğuş, her tarafı dökülmüş, kirden geçilmeyen, küçücük havalandırması ile bir hücreden farksızdı. Can güvenliklerini korumak adına yapılan önlemler ise milletvekilleri için ceza olmuştu. Öteki tutukluların başka koğuşlara girip çıkmalarına izin verilirken DEP'lilerin 9. koğuştan çıkmasına ve diğer tutuklularla görüşmesine engel olunuyordu. Fiili tecrit uygulanıyordu. Gerekçe ise “PKK'nın haklarında ölüm kararı aldığı” şeklinde açıklandı. DEP'liler, “PKK'li” diye cezaevine atan devletin bir gün sonra kendilerine “PKK seni öldürecek” demesine anlam veremiyordu.
Satılık iddianame
6 milletvekili, 4 ay sonra ilk kez kimlik tespiti için Devlet Güvenlik Mahkemesine götürüldü. Kimlik tespiti yapıldı, iddianame teslim edildi. Yasalara göre, önce yargılananlara verilmesi gereken iddianameler, basına çoktan sızdırılmıştı. Hatta satılmak üzere gazete bayilerine ve bakkallara dağıtılmıştı.
DEP'liler daha yargılanmaya başlamadan mahkum edilmişti. Burjuva basın ve devlet erkanı ağız birliği etmiş, DEP'lileri “suçlu” ilan etmişti. Başbakan Tansu Çiller, 27 Mart 1994 yerel seçim çalışmaları sürecinde miting alanlarında ve tv programlarında “PKK'lıları Meclis'ten attım” diyerek övünüyordu, oy malzemesi yapıyordu. Bununla da yetinmeyen Çiller, Cumhuriyet Gazetesinden Mustafa Balbay'a yaptığı açıklamada, kendi memuru gibi gördüğü yargıçlara verdiği emri yine övünerek şöyle anlatıyordu: “Yargıdan rica ettim. Belki de etmemem lazım, bu işi bir an önce bitirin dedim.”
Başbakan'ın bu açıklamasının ardından dava jet hızıyla başlatıldı. İlk duruşma 3 Ağustos 1994 tarihinde yapıldı. Savcı 450 sayfalık iddianamenin okunması için dayatınca iddianamenin okunması iki gün sürdü. Duruşmalarda, avukatlar ve DEP'lilerin hiçbir talebi kabul edilmedi. Avukatların taleplerinden birisi, “HEP-SHP seçim ittifakının Abdullah Öcalan'ın talimatıyla yapıldığı iddiasına” ilişkindi. Erdal İnönü'nün tanıklığına başvurulması talebinin reddedilmesi, mahkemenin iddianameye bağlı karar vereceğinin göstergelerinden birisiydi.
Duruşmalarda, mahkeme heyetinin ve savcının milletvekillerine yönelik tutumları ise DGM'lerin ne kadar bağımsız olduğunu gösteriyordu. Mahkeme heyeti üyesi albay Çetin Güvenerek, DEP'liler için “Yüksek sesle konuşmasın, sesinden rahatsız oluyorum” diyebiliyor, Mahkeme Başkanı Muammer Ünsoy, Orhan Doğan'ın savunmasını coşku ile alkışlayan izleyicilere “namussuz ve şerefsizler” diye küfürler savurabiliyor, yargılananlar hakkında “Artık yeter, burama kadar geldi” diyebiliyordu.
Ve karar...
Yargılamanın başlamasından üzerinden 5 ay geçmişti ki bu kadar önemli bir davada DGM Başsavcısı Nusret Demiral komutasındaki savcılar, mütaalayı kısa zamanda hazırladı ve DEP'lilerin idam edilmelerini istedi.
2 Mart 1994 operasyonundan çok önce verilen karar, 8 Aralık 1994 tarihinde Muammer Ünsoy, Yılmaz Çamlıbel ve Çetin Güvener'den oluşan mahkeme heyeti tarafından açıklandı: "Sanıklardan Ahmet Türk, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak'ın TCK'nın 5. maddesi gereğince 15'er yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılmalarına, Sedat Yurtdaş'ın 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, Mahmut Alınak ve Sırrı Sakık'ın 3'er yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına tutuklu kaldıkları süre ve tayin edilen cezanın miktarı göz önünde bulundurularak tahliyelerine...”
İşin ilginç yanı; DEP'liler ile ilgili verilen mahkumiyet kararı, dokunulmazlıklarının kaldırıldığı dosyalardan değil, başka davalardandı.
Kürt halkının temsilcileri, 1994 yılında işte böyle “kafese” alındı. 10 yıl hapishanede kalan Ahmet Türk, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak, 8 Haziran 2004'te özgürlüğüne kavuştu.
Sakık: Açı dolu yıllar yaşadık
DEP'in kapatılmasından 15 yıl sonra yine Meclis sıralarında milletvekili olarak oturan DTP'li Sırrı Sakık, muhabirimizin “15 yılda ne değişti?” sorusuna kısa ve öz yanıt verdi: “Hiçbir şey. Kürt sorunu yerinde duruyor.”
DTP milletvekili Sakık, Kürt açılımı tartışmalarına ve DTP kapatma davasına işaret ederek, şunları ifade etti: “Geçmişe ait argümanlarla Kürt sorununu çözeceklerini sanıyorlar. Oysa sorun yerli yerinde duruyor. Çözüm için hiçbir şey üretilmiyor. Acı dolu yıllar yaşadık. Bunlar, sorunları çözmek, toplumu özgürleştirmek istemiyor.”
Alınak: Türkiye bir parti mezarlığı
DEP eski milletvekili Mahmut Alınak ise DTP kapatma davasının arkasındaki gerçekleri şöyle yorumladı: “Egemenler, her zaman kitle mücadelesinden korkarlar. Hep düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanmasını, muhalif düşüncelerin illegaliteye kapanmasını ister. Çünkü özgürlükler geliştiği oranda, bu fikirler kitlelerle buluşuyor. Bu yol devrimdir, onların saltanatının son bulmasıdır. Bu nedenle sürekli düşünceyi yasaklıyor, siyasi partileri kapatıyorlar.”
Türkiye'nin bir parti mezarlığına dönüştüğünü ifade eden Alınak şöyle devam etti: “15 yılda çok şey değişti. Hareket daha da kitleselleşti. Ama sistemin doğasında yasaklar var. Kelepçe ve hapse kapatmalar var.”
Ve tarihler 8 Aralık 2009'u gösterdiğinde, Kürt halkının siyasi temsilcilerine yönelik başka bir “kafes” planı uygulanacak.