***
TÜİK, kullanılabilir gelirin tespitine ve nüfus grupları arasında dağılımına, hanehalklarından aldığı, “beyana dayalı” bilgi ile ulaşmakta ısrarlı. “Paranın ve imanın kimde olduğu belli olmaz” atasözüne sahip bir toplumda, vergi kaçağının, kaçakçılığının yaygın olduğu, devletten her türlü melanetin beklenebileceği kültürü ile yetişmiş bir toplumda, beyanla gelir bilgisine güvenilir mi? Nitekim, beyanla alınan gelir-harcama bilgileri alt alta yazıldığında ortaya tuhaf sonuçlar çıkıyor. Bu yolla elde edilen “pasta”, hiçbir yıl, o yılın milli gelir hesaplarında yer alan özel tüketim harcamaları, ya da yeni düzenlemeyle yerleşik hanehalkı harcamaları ile örtüşmüyor. Beyanla elde edilen bilgiler, milli gelir tablolarındaki, aile harcamalarının en az yüzde 60-70 gerisinde kalıyor. Yani, TÜİK’in gelir, tüketim, yoksulluk araştırmalarına esas aldığı veri tabanı eksik, saklanmış gelirler var. Özellikle üst gelir gruplarında bu şaibe daha belirgin. Bu dataların, hiç olmazsa, reel ücret, tarımsal fiyatlar, memur maaşları vb. serilerle test edilmesi, yeniden düzenlenmesi gerekir. Beyanla elde edilen bilgilerin, ülkenin makro verileri ile uyuşup uyuşmadığı test edilmeli ki, inandırıcı olsun. Oysa öyle olmuyor. Mesela işsizliğin, yoksullaşmanın arttığı 2001-2002 döneminde bu TÜİK araştırmalarının bölüşümde eşitsizliği gösteren “gini oranının” düzeldiğini, yani eşitsizlik uçurumunun daraldığını ilan etti!.. Ekonominin yüzde 1 bile büyümediği, krize sürüklendiği 2008’de ise yoksullaşmanın azaldığı ilan edildi!..
***
İşin tuhaf ve acı yanı, TÜİK’in bu bilim dışı yönteminin, adeta toplumla “kafa bulan” meşgalesinin, gerek akademik dünyada, gerekse medyada çoğu kanaat önderi olarak bilinen kişilerce, editörlerce hiç sorgulanmaması, sonuçların bir realite kabul edilip bunun üstüne ahkâmlar kesilmesi. Bu suskunluğun bir nedeni, söz konusu zevattan kimisi, TÜİK’e danışmanlık yapıyor, ilişkileri bozmak istemiyor, oradan para kazanıyor. Bir kısmının hükümetle ya da hükümete yakın banka ve şirketlerle bağı var ve durduk yerde bilim aşkına “çıkıntılık” yapmak istemiyor. Çoğu da, ne yazık ki, aymaz ve sorgulamayı bilmiyor.
***
Son “Yoksulluk Çalışması” da evlere şenlik!.. Dört kişilik bir ailenin, kişi başına günlük 2100 kaloriyi içeren yeme-içme maddelerini aylık 275 TL’ye mal edebildiği, bunun da “açlık sınırı” olduğu ahkâmıyla başlıyor TÜİK ve bu paraya sahip olmayan kişi sayısının sadece 374 binde kaldığını müjdeliyor. Devamında ailenin gıda ve gıda dışı harcamaları için, 770 TL’nin yeterli olduğu, bunun altı alanın, yoksulluk alanı olduğu ilan ediliyor. Yoksulluk sınırının altında yaklaşık 12 milyon kişinin kaldığı ilan ediliyor. Yani, 71 milyon Türkiye’nin ancak yüzde 17’si yoksulluk sınırının altında. Tersinden okursanız, yüzde 83 nüfusun yoksulluk derdi yok!.. Aynı anketin kıymeti kendinden menkul bulgularından devam etsek ve mesela 770 TL olan yoksulluk sınırını (bu rakam aynı zamanda ikinci yüzde 20’lik gelir grubunun taban geliri), 1173 TL olan üçüncü yüzde 20’nin taban gelirine çıkarsak, yoksul nüfus birden yüzde 37’ye çıkıyor. Sınırı, ortadaki yüzde 20’nin taban geliri olan 1665 TL olarak çizsek, -ki mutfak, kira, ısınma vb. gideri olarak çok makul bir rakamdır- yoksul nüfus oranı -sıkı durun- yüzde 57’ye çıkıyor!.. Alın size TÜİK’in verileri ile TÜİK bilimselliği…
***
Özetle, TÜİK’in Dünya Bankası işbirliğinde 2002’den bu yana her yıl yaptığı gelir, tüketim ve yoksulluk analizi adı altındaki işlerin bilimsel değeri yoktur. Burada saptanan açlık ve yoksulluk sınırı veriler burada kalmıyor, asgari ücret tespitinde kullanılıyor. Bu, çalışan sınıfa karşı büyük haksızlıktır. Devamında memur maaşlarının, kıdem tazminatı tavanının hep bu varsayımlar üstüne bina edilmesi haksızlıktır. Üniversitelerin, medyada kanaat önderi rolü üstlenenlerin, gelen dataları süzme zahmetine girmeyen editörlerin, bu bilim dışılığı görmezden gelip çanak tutmaları, ahkâm kesmeleri, işbirlikçilik değilse, en hafif ifadeyle, aymazlıktır.
Mustafa SönmezCumhuriyet / 04.01-2009