Obama ile Erdoğan görüşmesi, hükümet yanlısı basın tarafından 'dünya barışı' fikri ve bu çerçevede Türkiye'nin rolü üzerinden anlamlandırıldı. Örneğin Yeni Şafak, “Dünya barışı için model ülke Türkiye” sürmanşetiyle çıktı. Erdoğan ise görüşmeyi “yeni milat” olarak tanımladı. Hükümet yanlısı basın, Nobel barış ödülü sahibi, ABD Başkanı Barack Obama'nın, barışsever dostları olması gerekir diye düşünmüş olmalı ki, görüşmeye böyle bir anlam yükledi. Zaten Obama da dostluk ve arkadaşlık jestlerinde bulundu; “Türkiye dostumuz, Erdoğan arkadaşım” dedi. 'Model ülke' değerlendirmesini teyit etti. Fakat dünya barışının ve bölgesel istikrarın model ülkesi Türkiye'nin sokakları, görüşmenin sürdüğü günlerde alev alev yanıyordu. Kendi ülkesinde ve komşularıyla barış sağlayamayan Türkiye'nin, dünya ve bölge barışına model olarak sunulması gerçekten traji-komikti. Dünya barışı için Obama ne kadar barışsever ise bölge barışı için de Başbakan Tayyip Erdoğan o kadar barışsever. Görüşme öncesi Erdoğan'ın, yoğun bir diplomatik trafik işlettiği, İran ve Pakistan turu düzenlediği dikkate alındığında, Obama'nın övgülerini hakedecek iyi bir işbirlikçilik raporu sunmuş olmalıdır. 5 Kasım'dan 7 Aralık'a Görüşmeyle ilgili Erdoğan'ın 'yeni milat' değerlendirmesi de önemlidir. Herhalde, bir saat olarak planlanan görüşmenin iki saate uzaması, birlikte yemek yenilmesi gibi jestler, yeni milat değerlendirmesinin karşılığı olamaz. Yapılan açıklamalara ve yansıyan bilgileri bakıldığında da görüşmenin yeni bir milat özelliği taşımadığı anlaşılıyor. Türkiye-ABD ilişkileri bakımından 5 Kasım 2007 Bush-Erdoğan görüşmesi, 'yeni milat' değerlendirmesini hakediyordu. Sonraki dönemde Türkiye'nin iç ve dış politikasında yaşanan gelişmelerde bu değerlendirmeyi doğrular nitelikteydi. 7 Aralık görüşmesi ise 5 Kasım görüşmesi zemini üzerinde, bu görüşmede varılan mutabakatın güncellenerek sürdürülmesi özelliği taşıyor. Bu zemine Obamacı 'model ittifak' aşısı yapıldığı anlaşılıyor. Yine de Erdoğan'ın yeni milat değerlendirmesini haklı çıkaracak bir şeyler olmalıdır. Bunun ne olabileceğini ise Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru'nun değerlendirmesinden anlayabiliriz. Koru, yeni milat değerlendirmesinin abartılı görünebileceğini düşünerek, buna bir anlam katmaya çalışıyor; “Kuzey Irak'taki terör yapılanmasında son noktaya doğru gidilmeyi sağlayacak bir mutabakata erişilmiş olabilir mi?” diye soruyor. Ortak düşman modeli 5 Kasım görüşmesinin gündemi esas olarak Türkiye'nin iç politika konularıyla ilgiliydi. İç politikayla bağı içerisinde bölgesel konularla ilişkileniyordu. Bu görüşme, PKK'nin “ortak düşman” ilan edilmesi, ABD'nin istihbarat desteğine dayalı 'sınırötesi' saldırganlığa vize verilmesi ile sonuçlanmıştı. ABD çıkarlarıyla uyumlu olmayan güçlerin tasfiye edilmesi, bu eksende Türkiye'nin iktidar ilişkilerinin yeniden dizayn edilmesi, Ermenistan sorunu gibi gündemler ise, bu temel gündemin tamamlayıcı unsurlarıydı. 7 Kasım görüşmesinin gündemi ise Kürt sorunu ve PKK'nin tasfiyesi yine merkezi bir gündem olmakla birlikte, çok daha çeşitli. Bu çeşitlilik, İran, Afganistan, Irak gibi bölgesel sorunları kapsıyor. Keza, enerji koridorunun güvenliği ile de ilişkili olarak, Türkiye-Ermenistan ilişkileri de önemli bir yer tutuyor. Görüşmenin konularına, Obama'nın Türkiye ziyaretinde “model ittifak” olarak tanımladığı, model işbirliği görüş açısı yön veriyor. Geride kalan dönem, bu modelin, işbirlikçiliğin yeni modeli olduğunu gösteriyor. ABD emperyalizmi, Bush döneminin “paylaşılamaz dünya egemenliği stratejisi”nin iflas etmesinden hareketle, Obama yönetimi altında dünya hegamonyasını bölgesel ve küresel ittifaklara dayalı olarak tesis etme ve sürdürme stratejisine yöneldi. Bu strateji kapsamında Türkiye'ye, bölgesel düzeyde model işbirlikçi rolü düştü. Abartılı stratejik ortaklık söyleminin yerini, realist bölgesel işbirlikçilik rolü aldı. Bu rol, İran'ı dengelemeyi gözeten tarzda, Türkiye'nin bölgesel etkinliğini artırma amacı güdüyor. ABD'nin Irak'tan askeri güçlerini çekme kararı ve oluşacak boşluğu Türkiye üzerinden doldurma planı da, bu yeni rolün önemli bir unsurudur. Şüphesiz ki, Türkiye'nin artan bölgesel etkinliği, ABD emperyalizminin bölgesel çıkar ve yönelimleriyle uyumlu olacaktır. Diplomatik trafiğin sonucu Görüşme öncesinde Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun İran, Pakistan ve Irak eksenlerinde yürüttüğü diplomatik trafik önemlidir. Uluslararası basında “Türkiye eksen mi değiştiriyor” yorum ve tartışmalarına da neden olan bu yoğun diplomasi, model işbirliğinin gerekleri kapsamındadır. Türkiye bazen 'arabulucu', bazen talep postacısı olarak bu diplomatik trafiği sürdürdürmektedir. Görüşme sonrasında, başta İran'la sürdürülen ilişki olmak üzere Türkiye'nin bu çabaları, Obama'nın övgülerine mazhar oldu. Obama, “Türkiye İran'ın nükleer sorununun çözümünde önemli bir rol oynayabilir” değerlendirmesinde bulundu, Türkiye'nin “İran konusunun diplomatik çözümünü gerçekleştirmek için herşeyi yapmaya hazır” olduğunu belirtti. Görülüyor ki, Türkiye'nin “staretjik derinliği”, İran konusunda da ABD emperyalizminin bölgesel çıkar ve yönelimleri kadardır. Kandahar-Kandil denklemi Görüşmenin önemli bir diğer gündemi de Afganistan. Bush yönetiminin emperyalist politikalarını Irak prizmasından bakarak görmek gerektiği gibi, Obama yönetiminin emperyalist politikalarını da Afganistan, daha doğrusu AF-PAK politikasından bakarak anlamlandırmak gerekir. İşgal sonrası Afganistan'da batağa saplanan ve çekilme gibi bir gündemi bulunmayan ABD, Pakistan'ı da içine çeken bir istikrarsızlık ve kaos alanı yarattı. Obama'nın bir süre önce bütün NATO ülkelerinden Afganistan'da savaşacak ek asker talebi dikkate alındığında, Afganistan konusu görüşmede daha fazla önem kazandı. Zaten uzun süredir ABD'nin Türkiye'den Afganistan'da savaşacak asker talebinde bulunduğu biliniyor. Türkiye ise muharip asker gönderme talebine karşı çıkmakla birlikte, Afganistan'daki askeri gücünü artırarak karşılık vermişti. ABD'nin asker talebine işbirlikçi Erdoğan hükümetinin nasıl karşılık vereceği -ters yöndeki ifadelerine rağmen- hala ne değil. Asker sayısının arttırılması yönünde atılacak her adımın ABD'nin bu talebinin karşılanması anlamına geleceği açıktır. Obama görüşme sonrasında, “Afganistan'da gösterdikleri destekten ötürü Başbakan Erdoğan'a ve Türkiye'ye teşekkür ettim” dedi. Ayrıca, “Türkiye'nin NATO'daki pozisyonunun güçlendirilmesini de konuştuklarını” vurguladı. NATO'nun yeniden yapılandırma ekseninde üstlendiği yeni misyon ve bu misyon çerçevesinde Afganistan'da üstlendiği rol dikkate alındığında; Türkiye'nin NATO'daki rolünün artırılması, Afganistan'a muharip asker talebinin başka bir ifadesi olarak görülebilir. Başka bir biçimde ifade etmek gerekirse, NATO'da Türkiye'nin rolünün artırılması, Afganistan'a desteğin rüşveti olarak düşünülebilir. Türkiye'nin bu konuda uzun süreli direnci dikkate alındığında, NATO rüşvetinin yeterli olmayacağı da düşünülebilir. Bu durum Afganistan sorununun Kandahar-Kandil denklemi içerisinde konuşulmuş olması ihtimalini güçlendiriyor. Türkiye'nin Kandahar'da savaşmasına karşılık, Kandil'in tasfiyesinde ABD'nin daha aktif desteği... Fehmi Koru'nun 'yeni milat' yorumu da bu denklemi anlamlandırıyor. Erdoğan'ın yeni milat tespiti, Obamacı model işbirlikçiliğin yeni miladı olacak gibi görünüyor. Ticaret stratejik önemde Görüşmede yer alan bir diğer konu, ticari ilişkilerin geliştirilmesi... ABD- Türkiye ilişkilerinin esası, askeri ve siyasi bir özellik taşıyor. Ticari ilişkiler ise ilişkilerin çok tali bir düzeyini oluşturuyor. Türkiye eskiden bu yana, özellikle ihracatını artıracak biçimde ticari ilişkilerin geliştirilmesi politikası izliyor. Türkiye, ABD'ye ihtiyacını artırmaya yönelik “nitelikli serbest bölgeler” anlaşması ve “tercihli ticaret” garantisi talebinde bulunuyor. Bu talep ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi 2001 yılında Bülent Ecevit'in ziyaretinde gündeme gelmişti. O günden bugüne bir arpa boyu bile yol katedilemedi. 2001-2008 yılları arasında Türkiye'nin toplam ihracatı yüzde 321 düzeyinde artarken, ABD'ye yaptığı ihracat, yüzde37 düzeyinde artabildi; 3.1 milyar dolardan 4.3 milyar dolara çıktı. 2009 yılında da yüzde 29.6 düzeyinde geriledi. Bu durumun son görüşmenin ardından da esasta değişmeyeceği düşünülmelidir. Ekonomik kriz içerisindeki ABD'nin, Türkiye'nin ticari çıkarlarını gözetmeyeceği ortadadır. Türkiye, her ne kadar 'stratejik ilişki' düzeyini ticari ilişkilerle pekiştirmeye çalışsa da; ABD açısından Türkiye, bölgesel jandarmalık kapsamında askeri-siyasi bir partner olmanın ötesine geçemeyecektir. |