8 Ocak 2010 Cuma

"Metin hayatta olsa yine "Gazeteci" olsun isterdim"

12 yıl sonra Fadime Göktepe anlatıyor: "Birkaç defa kızdım yapma gazeteciliği diye, o da 'Anne niye öyle diyorsun herkes ana kuzusu, sen niye böyle söylüyorsun' dedikten sonra ben de bir şey demedim."

Evrensel muhabiri Metin Göktepe'nin ölümünün üzerinden 12 yıl geçti. Metin'in katli elbette ki herkesten çok annesini, Fadime Göktepe'nin canını acıttı. Ve üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin azalmayacak acısını oğlunu katledenlerin yargılanması için yapılan eylemlere en önde katılarak dindirmeye çalışan Fadime Ana'yı evinde ziyaret ettik. Yine Metin'in fotoğrafı başında bulduğumuz Fadime Ana, "Metin'im hayatta olsaydı yine gazeteci olmasını isterdim. Hem de çok isterdim" diyerek oğlunun davasına olan inancını Metin'in katledilişinin yıl dönümünde bir kez daha dile getirdi.

"Hep güler yüzlüydü Metin'im"
"Metin çok canlıydı. Hep güler yüzlüydü" diyerek başlıyor Fadime Ana Metin'i anlatmaya. Metin'in elinden bırakmadığı fotoğrafını göstererek, "Fotoğraflarında da hep gülerek çıkmış zaten. O hep güler yüzlüydü" diyor.

"Metin'im çok iyi bir insandı. Bize karşı, arkadaşlarına karşı, komşuya karşı, herkese çok iyiydi. Hiç kimsenin kalbini kırmak istemezdi, herkese eşit davranırdı. Onunla birlikte bu evde yaşadık. Her gün onu bu balkondan uğurluyordum. Bir gün balkondan, arkasından seslendim 'Neden bir tarafın eğik yürüyorsun?' dedim. Gülerek, 'Çantam ağır, bu ondan' dedi" diyor Fadime Ana ve ekliyor: "Yatmadan önce de her gece onun odasında saatlerce konuşurduk. Benimle sohbet etmeden yatmazdı. Şu an fotoğraflarına bakarken benimle konuşuyor gibi hissediyorum. 6 çocuğum daha var ama onun yeri bambaşkaydı."

"Dayak yese de söylemezdi"
Polislerin daha önce de Metin'i dövdüğünü ancak bunu kendisine anlatmadığını söyleyen Fadime Ana "Ben bir kere dövdüklerini anlamıştım. Hatta bir fotoğrafında simsiyahtı. Ya Metinim ne oldu dedim. 'Polisler çoluk çocuğu dövdüler. Biz de arada kaynadık. O kadar da olur, biz gazeteciyiz. Bizi döverler de kovarlar da...' dedi. Yani o kadar çok bağlıydı mesleğine. Birkaç defa kızdım yapma gazeteciliği diye, o da 'Anne niye öyle diyorsun herkes ana kuzusu, sen niye böyle söylüyorsun' dedikten sonra ben de bir şey demedim" diye anlatıyor Metinle bir anısını. Metin 'Gazeteci olacağım' dediğinde ilkin çok razı olmadığını söyleyen Fadime Ana bunun nedenine ilişkin şunları söylüyor: "Çünkü Uğur Mumcu, Abdi İpekçi gibi adamlar da kötü adam değillerdi. Onları öldürdüler. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan da bizim gibi fakir fukarayı bataklıktan çıkarmak için mücadele ediyorlardı ama onları da astılar. Yapılacak haberlerden korkmasalardı öldürmezlerdi. O kadar gazeteci vardı ama onlar Metin'i vurdular. Zor bela kabul ettiler suçlu olduklarını. Üstüne gitmeseydik, Metin duvardan düşüp gitmiş olacaktı. Ahmet Ülker (sanık polislerin avukatı) 'Solcularla kavga etmiş, Metini solcular öldürmüş' dedi. Ben de Metini solcular öldürür mü, onun arkadaşları. Emek Partisi, gazetedeki arkadaşları, avukatlar bize çok sahip çıktı. Metin'in kalemi değil, onların boynu kırıldı. Çünkü sizin gibi emekçi çocuklar, gazeteciler, Metinimin yanında oldu. Onu unutturmadınız.... Metinim hayatta olsaydı yine gazeteci olmasını isterdim. Hem de çok isterdim."

O gün...
Olay günü sabahı Metin'i önce Evrensel'e uğurladığını belirten Fadime Ana, o günü ve yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: "Metinimin evden çıktığı o gün arkasından bakakaldım. Huzursuzdum. Akşam olmasını bekledim. Yatağını düzelttim yemeğini hazırladım. Metin geç geleceği zamanlar her gece saat 10'dan önce arardı, ama o gün ne aradı ne de geldi. Balkonda bekledim. Ardından Metinin çok sevdiği abisi ağlayarak eve geldi. Metinimin öldürüldüğü kara haberini getirdi. Ne yaptığımı hatırlamıyorum. Kendimden geçmişim..."

"Artık bizim de televizyonumuz var"
"Ben daha önce Metin gazetede çalışırken niye televizyon kurmuyorsunuz? Herkesin televizyonu vardı bizim sadece gazete demiştim" diyen Fadime Ana heyecanla, "Başkan da (Emek Partisi Genel Başkanı Levent Tüzel) 'Hiç merak etme bizim de bir televizyonumuz olur' diyordu ve artık Bizim bir televizyonumuz da var" diyerek, Hayat Televizyonu'nun yayına başlamasından duyduğu memnuniyeti dile getiriyor.

Gazeteci cinayetinde ilk mahkumiyet
Metin Göktepe, Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen Rıza Boydaş ve Orhan Özen'in cenaze törenlerini izlemek üzere, polisin kimseyi sınırları içine sokmadığı Alibeyköy'e girmek istemiş, gazeteci olduğunu söylediği sırada da gözaltına alınmıştı. Toplam 1052 kişinin gözaltında tutulduğu Eyüp Spor Salonu'na götürülen Göktepe, burada polisler tarafından dövülerek katledilmişti. Ertesi gün ölü olarak bulunan Göktepe için İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, "sandalyeden düşerek öldü", İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise "Sandalyeden değil, duvardan düşerek öldü" diye açıklama yapmıştı. Olay ve ölüm tutanağı düzenleyen Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan tutanağa, Göktepe'nin serbest bırakıldıktan sonra Eyüp'te bir çay bahçesinde fenalaşarak öldüğünü yazarken İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı, "Metin Göktepe gözaltında polisler tarafından dövülerek öldürülmüştür" diye düzenlediği raporu 16 Ocak 1996'da açıklamıştı.

Göktepe davası, Ekim 1996'da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nde açıldıktan sonra 'güvenlik' gerekçesiyle önce Aydın'a daha sonra da Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'ne taşındı. Davanın Afyon'da olması davanın takipçilerini yıldırmadı ve her davada Afyon'a gidip davayı izlemeyi sürdürdüler. Göktepe davası, 49 sanık polisle başladı.

18 Ekim 1996'da Aydın'da yapılan ilk duruşmaya sanıklar katılmadı ve duruşma ertelendi. Afyon Ağır Ceza Mahkemesi, Adli Tıp Kurumu'nun sunduğu ve gözaltında baş ve vücut kısmına küt cisimlerle çok sayıda darbe vurulduğunu ortaya koyan rapor verilmiş, cinayeti "kastı aşan bir eylem" olarak değerlendirmişti.

Göktepe'nin katledilişinin ardından yaklaşık 3.5 yıl sonra, 6 Mayıs 1999'da sanık polisler Murat Polat, Şuayip Mutluer, Saffet Hızarcı, Fedai Korkmaz, Metin Kuşak ve Seydi Battal Köse "kastı aşan insan öldürmek" ve "faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek" suçlarından 7 yıl 6'şar ay, bir polis memuruna ise 20 ay hapis ve beş ay kamu hizmetinden uzaklaştırma cezası verildi. Dava, Yargıtay'ın cezaları 28 Eylül 2000'de onamasıyla sonlandı. Daha sonra Seydi Battal Köse'nin cezası 1 yıl 8 aya düşürüldü. Ayrıca 375 bin lira para ve 5 ay memuriyetten men cezası verildi.

Şartlı tahliye
19 Aralık 20007'de yürürlüğe giren Şartlı Tahliye ve Ceza Erteleme Yasası kapsamında bırakıldılar. Bunun üzerine Göktepe'nin ailesi "yaşam hakkı", "işkence ve kötü muamele yasağı", "bağımsız bir mahkemede yargılanma hakkı", "keyfi gözaltı", "ifade özgürlüğü hakkı" için bu defa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yaptığı başvuru ise, 2005'te geri çevrildi. AİHM davayı geri çevirmesinin nedenini, Türkiye'de sorumlu polislerin yargılanıp cezalandırıldığı, sorumluluğunun karşılığı olarak devletin de tazminat ödediğini savunmuştu.

Göktepe'nin ailesi, İstanbul 2. İdare Mahkemesi'nde İçişleri Bakanlığı aleyhine tazminat davası açtı. İstanbul 2. İdare Mahkemesi de, yaptığı inceleme sonunda İçişleri Bakanlığı'nı anne Göktepe' ye 1 milyar 392 milyon 57 bin 183 lira maddi, tüm Göktepe ailesine toplam 8,5 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Böylece Metin Göktepe davası, "mahkumiyet kararı çıkan ilk gazeteci cinayeti" oldu. (BZ-SK/TK)