16 Ocak 2010 Cumartesi

Tabure / Battaniye - Şükran Soner

Direnen Tekel işçilerinin sendikası Tek Gıda-İş’ten şubelere gönderilen bir duyuruda, direnişe katılmak üzere Ankara’ya gelecek işçilerle, ailelerinin evlerinden kullanılmayan battaniye ve tabure getirmeleri istenmiş. Sonuç olarak Erdoğan hükümeti iktidarı adına Ankara sokakları, meydanları yasaklandığı için Türk-İş’in kapısının önüne sıkıştırılmış işçi kitlesinin geceleri bile binaya sığdırılmaları söz konusu olamayacağına göre, en acil, yaşamsal gereksinim olarak tabure ve battaniye düşünülmüş.. İşçi sınıfının başının iyice ezildiği, sendikal örgütlülüğün dibe vurduğu, sınıfsal hak ve savunma refleksinin sıfırlandığı varsayılan bir süreçte, Başbakan Erdoğan, ilgili bakanlar tehditler savuruyorlar. Tekel işçileri direnişlerinden vazgeçmiyorlar. Kışın ayazı, Ankara soğuğunda üzerlerine polis basınçlı, kirli buzlu suyu püskürtüyor; şiddetinden yerlerde sürüklenenenler tekrar ayağa kalkıyorlar, soğukta oradaki süs havuzunun suyuna sığınıyorlar... İnsanı, direnişleri en olumsuz etkileyen, kıran günler geçiyor. Medya daha çok yozlaşmış haberciliği, işçi haklarına duyarsızlığı, yandaş kimliğinin etkisi, biraz da her gün birbirini unutturan sıcak gündemi nedeniyle işçilerin direnişini yoka sayıyor.

Direnen işçinin inadı yüzünden haberlerin içine kattığında ise, direnişin gerçek nedenlerinin, direnişin gücünün havasını vermekten uzak duruyor, olabildiğince teğet geçiyor. Tekel işçileri iktidarın kırma, kamuoyunun yoka sayma, zor koşullarda geçen zamanın yıkıcılığına karşın, bu zorlu koşullarda direnmekten vazgeçmiyorlar... Haberleri izleyerek 32 günün dayanma koşullarını, işçinin direnme gücünü algılamamız olanaksız..

Türkiye’nin her yerinden, ailelerini bırakarak gelmiş, Ankara soğuğunda sokaklarda haklarını almak için eylem yapan işçilerin direnme gücünden gazeteciler biraz şaşkın, bu kez yeni katılımlar için aileleri ile gelenlere mikrofon uzatır, kamera tutarlarken sormamazlık edemiyorlar; “Korkmuyor musunuz? Zor olmayacak mı? Dayanabilecek misiniz?..” Her sorunun önemli nedenleri, anlamı var; Polisin nasıl davrandığı, neler yaptığı, nasıl acımasız şiddet kullandığı, eylemin etkin olması, kamuoyuna ulaşmasını engellemek üzere zorluklar çıkardığı.. görüntüleri ile ortada.. Başbakan’dan ilgili bakanlara, sorumlu müdürlere uzanan korodan tehditlerin biri bin para; işyerlerinde yoklama yapıldığı, yerlerinde olmayan işçilere yasalardaki ceza hükümlerinin uygulanacağı, ihbar kıdem tazminatlarının ödenmeyeceği duyuruluyor..

***

İşçiler uzun uzun konuşmazlar, eşleri, aileleri biri iki kelimelik cümlelerle yanıt veriyorlar; “Kaybedecek bir şeyimiz yok ki..” diyorlar. İşçinin kaybedecek bir şeyinin kalmadığı noktaya gelmiş olmasının anlamını iyi bilirim. Geçmişte yaşanmış, sadece Türkiye’nin değil dünya işçi sınıfının direniş tarihine kazınmış büyük direniş eylemlerinin içinde, tanığı olarak yaşadım... Fabrika direnişleri değil sadece, 15-16 Haziranları, bahar yaz direnişlerini, büyük madenci direnişini.. yaşınız tutuyorsa bir anımsamaya çalışın... Ortak payda kaybedecek bir şeyin kalmadığı noktadır. Benim kullanmayı sevdiğim sözcüklerle; “işçi sınıfımızın gazaba gelmesi” halleridir. Bize özgü nedenleri, koşulları vardır;

Sendikal hakların geçerli olduğu demokratik düzenlerde, işçi sınıfının yasal yollardan haklarını aramasının önü kapalı değildir. Ülke çapında emek hareketini ilgilendiren genel sorunlarda, genel grevler, direnişler yasalar içinde gündeme gelir. Örgütlenme, grev, toplu pazarlık haklarının önünde sayısız yasaklama yöntemleri olmadığı için işletme, işyeri çapındaki hak aramalarında da grev silahının kullanılması kolaydır. Bizde yasal düzen, en önemlisi de siyasal iktidar yaklaşımlarının ürünü olarak yasal yollardan hak aramanın önü kesilmiştir.

***

Erdoğan hükümetleri icraatlarında da çok daha hızlandırılmış olarak sendikal örgütlülük ezilmiş, acımasız özelleştirme modelleri uygulamaya geçirilmiştir. Özelleştirme; kamu birikiminin, halkın vergileri ile yaratılmış değerlerin yağmalanması, yandaşlara peşkeş çekilmesinin ötesinde, işçilerin işlerini kaybetmeleri, sendikal hakların, örgütlülüğün yok edilmesi aracı olmuştur. Tekel özelleştirmesinde, içki fabrikalarının verildiği işletme, üç yılda ödemek üzere aldığı değerin 3 katına, işletmeyi başkasına satarak yağmadan payını katlarıyla almıştır.

Demokrasinin, sendikal hakların geçerli olduğu ülkelerde işçinin işi güvence altına alınmadan özelleştirme söz konusu değildir. Başbakan Erdoğan, ilgili bakanları hiç sıkılmadan, 4C statüsünde iş vereceklerini, kıdem, ihbar tazminatlarını ödeyeceklerini söyleyebilmektedirler. Kamu adına işçileri önce sendikalı, sözleşmeli işlerinden atacaklarını, geçici, güvencesiz en düşük ücretli işçi olarak çalıştırmak istediklerini ilan edebilmekteler. İşçinin, sendikanın başını ezdiklerine güvenerek mi? İşçinin kaybedecek bir şeyinin kalmadığı noktada olabilir mi?.. / Şükran Soner - Cumhuriyet