2 Ocak 2010 Cumartesi

AKP “Açılım”ı resmi ideolojik kapana dönüşürken

“Yarın… cesaretimiz kadar olacaktır.”
(Rojdestvenski.)


'AKP açılım'ı resmî ideolojik kapana dönüştü(rüldü); ya da '(A)çılım (K)apandı (P)olitikası' yeniden ihya edildi...

Burjuva medyasının 'Bir açılım hatırası' manşetiyle sunduğu kareler, 'açılım'ın ne olduğunu özetlerken; verdiği 'ideolojik mesaj'la Kürtlerin onurunu kırmakla sınırlı kalmayıp; 'Kara tende ezildiği sürece emek, beyaz tende asla özgür olamaz' diyen Karl Marx'ın çizdiği tarihsel çerçeveye saygılı onurlu Türkleri de aşağılıyor...Diyarbakır'ı kucaklamayan, Diyarbakır'ın 'Evet' demediği herhangi bir 'çözüm'ün olmayacağı, olamayacağı ayan beyan ortadayken; 'Kürt Meselesi'nin adı 'ulusal' ve niteliği 'kolektif' olarak konmadan Kürtlerin 'sosyal', 'kültürel', 'demokratik' haklarını ilerletme türünden kısmi reformlarla yol almak, mesafe kaydetmek mümkün değildir...

AKP 'açılım'ı resmî ideolojik kapana dönüş(türül)müştür. Bunda kesinlikle şaşırtıcı bir yan yoktur. Çünkü AKP'nin, Kürt Ulusal Sorunu'nu kolektif haklar düzleminden soyutlayıp ABD/AB standartlı 'Bireysel Haklar' düzlemine indirgemesi, 'açılım'ın ilk günlerinde Genelkurmay Başkanı'nın da onayladığı üzere, resmî ideolojinin 'hayır' diyemeyeceği bir refleksti.

AKP'nin 'kardeşlik' retoriğine ve AKP ile asker-sivil bürokrat elit arasındaki iktidar çatışmasının şiddetine bakıp AKP'yi resmi devlet ideolojisinin, Türk egemenlik sisteminin dışında sananlar AKP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından neden kapatılmadığını unutmuş görünüyorlar. 'AKP kapatılırsa Doğu'da başka düzen partisi kalmaz' diye bağıran burjuva medyasının feryadını hatırlamıyorlar...Gelinen noktada, Kürt sorununun ulusal niteliğini gölgelemeye yönelik manevralar, İsmail Beşikçi Hoca'yı doğrularcasına iflas etmiş; AKP eliyle devreye sokulan 'açılım', 'liberallerin en muhafazakarı, muhafazakarların en liberali' AKP'nin niyet ve kapasitesini bir kez daha ortaya koyarken, sonuçları itibariyle Türkiye'de politik alanı da daraltmıştır. Politik alanın daraldığı güzerg‰h, liberal yanılsamanın nihayete erdiği; CHP-MHP faşizan söyleminin öne çıkartıldığı, TSK'nın Trabzon'da bir savaş aracı olan Oruç Reis fırkateyninden mesajlar verdiği, Tekel işçilerinin gazlandığı, Bayramiç ve İzmir örneklerinde olduğu üzere linçlerin yaygınlaştığı ve sıradanlaştığı, krizin sonuçlarının tüm sonuçlarıyla ortaya çıktığı bir toplumsal huzursuzluk ve istikrarsızlık tablosuna denk düşmektedir.

Böylesi bir tablo, doğası gereği iktidar bloğunun parçalandığı bir 'iktidar boşluğu'na denk düşer; her 'iktidar boşluğu' da, sermayenin yeniden yapılanma gereksinimi doğrultusunda ve kaçınılmaz olarak yeni iktidar arayışlarına yol açar. Kriz koşullarında sermayenin yeniden yapılanma arayışı, Kürtlerin özgürlük mücadelesinden emekçilerin iktisadî-toplumsal taleplerine, hiçbir toplumsal talebe olumlu yanıt verme olanağına sahip değildir. 'Demokratik' olarak tanımlanan iktisadî cebir yöntemlerinin imkan dahilinde olmadığı Türkiye'de sermayenin yeniden yapılanması ancak iktisat-dışı cebir totalitarizmi ile mümkün olacaktır.Bülent Arınç'a 'suikast girişimi'nden Barış ve Demokrasi Partisi'ne yönelen son operasyona dek tüm somut veriler de, yukarıda zikredilen olasılığa işaret etmektedir.

'Kürt sorunu'na ilişkin devlet tutumu giderek 'düzen içi çözüm'den 'oy hesapları'nı dışlayan bir 'hal'e doğru evrilmektedir. Sevk zincirine vurulu, tek sıra dizilmiş Kürt politikacıların ya da başına bastırılarak diz çöktürülen seçilmiş belediye başkanının basına servis edilen fotoğrafı bu 'hal'in emarelerinin en önemli örneklerindendir.

Bu gidişat Fikret Başkaya'nın kapitalizmin sürdürülemez özelliklerinin, onu daha baskıcı, saldırgan ve totaliter kıldığı yolundaki saptamasını doğrularken, Kürt halkının büyük bölümünü de bir 'kopuş' noktasına doğru sürüklemektedir. Buraya dek ifadeye gayret ettiğimiz tabloda 'demokratikleşme' beklentileri giderek daha karşılıksız sanrılara dönüşüyor. Böylelikle sistem, siyasal güçlerini yeniden dizilime tabi tutarken, aynı zamanda kutuplaştırmaktadır da. Bu da kaçınılmaz bir hesaplaşmanın startını oluşturuyor.Ancak söz konusu kamplaşmada taraf olmak, ne Kürtlerin ne de emekçilerin yararınadır. Şimdi yapılması gereken, Jean Jacques Rousseau'dan Marx'a uzanan hattın ifade ettiği gibi barışı bir 'toplumsal adalet' olarak tasarlamaktır; bu ise, nihaî olarak Kant'a dayanan, ve 'serbest piyasa'yı bir önkoşul olarak gören 'Ebedî (ya da verili demokrasi koşullarına içkin) Barış' fikrinden kopuşu gerektirir.

Serbest piyasa ve onu kutsayan görüşlerden hiçbiri barış getiremez. Bir 'toplumsal adalet' olarak barışı kurabilmek için Kürtlerin mücadelesiyle Anadolu emekçilerinin toplumsal taleplerini 'birbirlerini destekleme' retoriğinden kurtarıp toplumsal bir eylemin ittifakına dönüştürmek gerekiyor ki bu da, eninde sonunda resmî ideolojiyi, solculuğun tüm liberal ve ulusal versiyonlarını kesinlikle reddeden 'Ezilenlerin Tarihsel Bloğu'nu oluşturmaktır. Anlaşılmalı ki; Oruç Reis fırkateyninden Kürtlere olduğu kadar işçilere ve anlayan herkese gözdağı verilmiştir.

Diyarbakır'daki adliye sarayı önünde sevk zincirine vurulan Kürt politikacıları ve seçilmiş belediye başkanları nezdinde işçilere diz çöktürülmekte, Ankara'da tekel işçileri nezdinde Diyarbakır yoksulları gazlanmaktadır. Saldırı hepimizedir. Ya aşağılanmayı, gazlanmayı kabul edeceğiz ya da...

Tercih ve gelecek bizim!'

Sibel Özbudun,
Temel Demirer,
Yücel Demirer,
Kamer Konca,
Mahmut Konuk,
Sait Çetinoğlu,
Fikret Başkaya,
Gün Zileli,
Nalan Temeltaş,
Erdal Doğan,
Güngör Şenkal,
İsmail Beşikçi,
Ayhan Çınar.