29 Ocak 2009 Perşembe

17 bin kişi ve bir kedi

Tarih 3 Ekim 1993’tü. Saat sabahın üçüydü. Yer; Muş iline bağlı Altınova köyüydü… Serhad bölgesine özgü tipik bir sonbahar sabahıydı. Dışarıda sert ancak açık ve berrak bir hava vardı. Ortalık sakindi. Mekana ve zamana sessizlik egemendi. Köy halkı derin bir uyku içindeydi.

Ortalık sakindi ancak geceyle birlikte askeri bir birlik de köyü kuşatmış, etrafta sessizce mevzilenmişti. Saat üçü geçtiğinde askerlere harekat emri verildi. Askerler dört ayrı koldan gruplar halinde köye girdi. Kısa sürede de köyün bütün evlerini kuşatacak şekilde yeniden mevzilendi.

Kafalarına siyah bere takmış on kişilik bir timse önceden belirlenen bir eve yöneldi. Bu ev dokuz nüfuslu Öğür ailesinin eviydi. Ailenin bütün fertleri evdeydi. Evde olanlar; 50 yaşındaki baba Mehmet Nasır, hamile eşi 40 yaşındaki Ayşe, kızları 17 yaşındaki Sevim, 12 yaşındaki Sevda, 6 yaşında Aycan ile oğulları 7 yaşındaki Şakir, 4 yaşındaki Cihan, 3 yaşındaki Çınar ve bir yaşındaki Şirin’di. Hepsi de derin bir uyku içindeydi.

Yüzlerini bereyle kapatmış tim mensupları Öğür’lerin evine birbiri ardına yangın bombaları atmaya başladı. Kırılan camlardan içeri düşen bombalarla birlikte ortalığı alevler sardı. Hane halkı neye uğradığını şaşırdı. Alevlerin arasında kalmışlardı. Baba Nasır, hamile eşi Ayşe ve çocukları dehşet içinde yerlerinden fırladılar. Canlarını kurtarmak amacıyla dışarı kaçtılar.

Ancak dışarı çıkamadılar. Zira evin etrafında mevzilenmiş askerler dışarı çıkmaya çalışanlara kurşun yağdırmaktaydı. Verilen emir kesindi! Kimse dışarı çıkmayacak, hareket halindeki herkese ateş açılacaktı. Baba Nasır ile büyük kızı Sevim daha kapıya çıkamadan yaralanmışlardı. Evdekiler kurşun yağmuru yüzünden dışarı çıkamadılar. Köy kuşatıldığı, bütün evler sarıldığı ve yaylım ateşi devam etttiği için köyde kimse yerinden kalkamadı. Kurşun yağmuru yüzünden kimse başını kaldırıp da ne oluyor diye bakamadı.

Öğür ailesi saatlerce alevlerin içinde çırpınıp kaldı. Onların kulakları sağır eden feryatlarını duyan olsa da yardım eden olmadı. Ailenin bütün fertleri diri diri yakıldı...

Askerler geri çekilip gittikten sonra yanmış küle dönmüş eve giden köylüler kömür gibi yanmış ve parçalanmış cesetlerle karşılaştılar. Dokuz kişilik aile tanınmayacak durumdaydı…

O gün, yanmış küle dönmüş o evden kömür gibi yanmış bedenlerin ve parçalanmış cesetlerin arasından bir kedinin de cesedini çıkardılar. Bu kedi Nasır Öğür’ün kızı Aycan için Van’dan satın alıp getirdiği, bir gözü çağla yeşili, ötekisi kehribar sarısı olan, uzun tüylü, uzun kuyruklu sütbeyazı Van kedisiydi. Van kedisi sadık, insana bağlı, özverili ve asildi. Sahibine asla ihanet etmez ve koşullar ne olursa olsun evini terk edip gitmezdi. Bu özelliği yüzünden o da hayatını kaybetti. Yangında o da can verdi. Van kedisi arkadaşı Aycan’ı yalnız bırakmamış, onunla birlikte yanmıştı. Aycan‘ın bir kolu yangında kopmuş kedinin sırtına yapışmıştı....

Tarih; 11 Ekim 1993’tü. Saat yine sabahın üçüydü. Yer bu kez Muş iline bağlı Kürt Meydan köyüydü. Köye dört ayrı koldan giren askerler yanıcı özelliği olan kimyasal bir maddeyle kısa sürede köyü yaktılar. ‘İbret-i alem‘ için de üç yaşlı Kürt köylüsünü gözaltına aldılar. Yusuf Söylemez, Fadıl Baran ve Vahdettin Yalçın adlı köylüleri Murat nehrinin kıyısında kurşunladılar. Köylülerden Vahdettin Yalçın katliamdan yaralı olarak kurtuldu. Yakın bir köye sığındı. Oradan Muş Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Hastahanede gözaltına alındı! Yaşadıklarını kimseye anlatmaması koşuluyla tedavisi yapıldı. Yalçın yaşadıklarını yedi yıl boyunca kimseye anlatamadı. Ülkede Özgür Gündem gazetesi 2000 yılında onunla bir röportaj yaptı. Bu katliam da böylece aydınlandı.

Tarih; 11 Ekim 1993’tü. Saat yine sabahın üçüydü. Yer; Diyarbakır ili Kulp ilçesine bağlı Alaca köyüydü. Köy aynı yöntemle yakıldı. Köylülerden Salih Akdeniz, Behçet Tutuş, Bahri Şimşek, Şerif Avar, Hasan Avar, Mehmet Şah Atala, Nusrettin Yerlikaya, Turan Demir, Celil Aydoğdu, Ümit Taş ve Abdi Yamuk gözaltına alındı.

Gözaltına alınan bu 11 köylü hakkında o güne değin herhangi bir dava açılmamıştı. O geceye değin hiçbiriyle ilgili bir soruşturma dahi yapılmamıştı. Hepsi de işinde gücünde olan; suçsuz günahsız insanlardı. Onların suçu Kürt olmalarıydı. Sadece Kürt oldukları için gözaltına alınan köylüler Kulp kırsalındaki bir mağarada kurşunlandılar. Orada bir çukur açıldı ve hepsi de birbiri ardına o çukurun içine atıldı...

Aradan 11 sene geçtikten sonra 2004 yılında Kulp’a bağlı Keper mezrasına yakın bir mağarada toplu mezar ortaya çıkarıldı. Toplu mezardan alınan kemiklere DNA testleri yapıldı. Test sonucunda bu kemiklerin askerlerin gözaltına aldıkları Alacalı köylülere ait olduğu anlaşıldı...

Altınova’da, Kürt Meydan’da ve Alaca‘da bu mezalimi yapan askerler Bolu Dağ Komanda Tugayı’na bağlıydılar. Köyleri yakanlar, köylüleri kurşuna dizenler bu tugayın askerleriydi. Katliamın emrini verense tugayın komutanı olan Yavuz Ertürk adında ‘Özel Harp’çi bir tümgeneraldi...

Bolu Dağ Komando Tugayı 1993 baharında bölgeye gönderilmişti. Tugay aylardır Muş-Bingöl- Kulp üçgenindeydi. Tugaya, ‘balığı yakalamak için suyu kurutmak‘ görevi verilmişti. Tugayın birincil amacı PKK gerillasının kitle desteğini kesmekti. Bu amaç doğrultusunda ‘düşman‘ olarak kabul edilen bütün Kürtleri kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden öldürmekti. Bolu Tugayı’nın komutan ve komandoları, bir ulusun varolabilmesi için başka bir ulusun yok edilmesini ve yok edilen ulusa ait toprağın gasp edilmesini meşru bir hak olarak gören ve faşizme ruh veren ‘Kan ve Toprak’ ideolojisiyle eğitilmişlerdi.

Bolu Dağ Komando Tugayı o yıl o üçgende önceden planlanmış ve bir program dahilinde uygulanmış bir dizi katliam gerçekleştirdi. Peş peşe insanlık suçları işledi. Bu yazdıklarım yakın tarihte yaşadığımız vahşetin sadece bir kesitidir. Yakın tarihimizde binlerce böyle suç işlenmiştir. Bu suçların tamamını da Türk devletin ordusu işlemiştir. Ordu planlı ve programlı olarak 17 bin sivil insanı katletmiş, ülkemizi ‘toplu mezarlar ülkesine‘ çevirmiştir. Bunu unutmak; geçmişi unutarak geleceği kurmak ve kardeşçe birarada yaşamak mümkün değildir. Bugün toplu mezarlardan, asit kuyularından, gölet ve barajlardan bu insanların sesleri yükselmektedir. Türkiye bu sesleri artık duymalı ve bu gerçekle yüzleşmelidir. Türk devleti acımasızca katllettiği 17 bin insanla bir kedinin hesabını vermelidir…
GÜNAY ASLAN