21 Ocak 2009 Çarşamba

Yağma, açlar ve açgözlüler

Kurtköy’de bir mağazanın yağmalandığını duyunca aklıma ilk gelen; IMF ve Dünya Bankası’nın, “açlık ayaklanmaları” beklentisi ya da Kemal Derviş’in, bu beklentiyi hafifletecek bir biçimde tarif ettiği “krizin asayiş sorunlarına yol açabileceği” uyarısıydı. Ama haberin ayrıntısını biraz okuyunca görülüyor ki, bir kere bu mağaza, yiyecek içecek mağazası değildi; bu yüzden “açlık ayaklanmaları”nın hedefi olacak kategoriye girmiyordu. Dahası bu mağaza, yoksullar için de bir şeyler satmıyordu; “marka malları ucuz satma” iddiasıyla açılan bir mağazaydı. Mağazayı yağmalayanların yoksullar, dar gelirliler diye tarif edilen emekçiler olmadığı anlaşılıyor. Çünkü mağazaya yaya gitmek neredeyse olanaksız. Mağaza, İstanbul’un dışında sayılacak bir bölgede; Kurtköy’de ve gecenin saat 10’unda (mağaza gece saat 12’de açılacakmış) kapıya dayanan “müşteriler” (sonradan yağmacı oluyorlar) kapıları kırarak içeri girmişler ve olanlar da olmuş. Sadece giysiler değil giysilerin sergilendiği cansız manken, stant gereçleri, askıları…ne varsa götürülmüş!
Sosyal psikologlar, bu durumu “krizin yarattığı gerginliğin boşalması” gibi karmaşık gerekçelere dayandırıyorlar. Aslında bu türden bir giysiye çok da ihtiyacı olmayan ama “Madem ki yüzde 90 ucuz satılıyormuş, gidip de ne alabilirsek alalım” diyen burjuva açgözlülüğün güdülendiği; arabası evi olan, tuzu kuru bir orta sınıf tavrı olduğu görülüyor. Son çeyrek yüzyılda; kapitalist açgözlülüğün yükselen değer olarak topluma dayatılması, buna en uygun sosyal statüde olan (kapitalist gibi yaşamak isteyen, bunu uman ama gerçekleri buna uymayan) kesimde, bu açgözlü yağmacılığı bir ahlaka dönüştürdü. Daha önce de kimi elektronik mağazalarının açılışında kapitalistler, bu zaafı kullanarak; “yarı yağmacı” bir biçimde yapılan alışverişi, “gençlerin yeni teknoloji ürünlerine ilgisinin yüksekliği” diye kutsamıştı. Bu sefer “tam yağma” oldu!
Ama mağazanın sahibi memnun. Çünkü kaybettiği parayı reklama yatırsa, bu kadar reklam yapamayacağını hesaplayıp; büyük bir keyifle yağmadan ve yağmacılardan memnuniyetini açıklıyor kameralara. Öyle anlaşılıyor ki mağazayı açanlar, bu yağmayı önceden planlamışlar ve ses getirmesi için önceki yağma girişimlerini aşan bir Vandalizmin ortaya çıkması için gereken kışkırtmayı yapmışlar. Yağmacı kalabalığı, muhtemelen reklamcılarıyla hazırladıkları oyunda bir figüran kalabalığı olarak kullanmışlar. Onlar da doğrusu rollerini çok gerçekçi oynamışlar!
Yağma genelde yoksullar tarafından, en temel ihtiyaçları elde edemeyen yığınların başvurduğu bir yöntemdir. Ve bu yağmada, kapitalizme bir tepki ve insanın yaşama hakkını savunması gibi eyleme meşruiyet kazandıran etkenler vardır. Yoksul yığınlar, vitrinlerde gördükleri ekmeği, envai tür yiyecekleri alamadıklarında, en doğal ihtiyaçlarını gidermek için yağmaya başvururlar. Yani yağmalar, “Canım onlar da ekmek bulamıyorsa pasta yesinler” diyen Mari Antoinette’lere bir tepkidir aynı zamanda. Bu yüzden de yoksulların yaşamlarını sürdürmek için ya da seslerini duyurmak için başvurdukları bir eylem olarak, bu yağma biçiminin eleştirilecek bir yanı da yoktur. IMF’nin, Dünya Bankası’nın yetkililerinin ve Kemal Derviş’in uyarısını yaptığı yağmacılık; “asayişi bozacak yığınsal eylemler”, bu türden yağmaların uyarısıdır. Hatta daha 2008’in Nisan ayında birkaç ülkede yoksul yığınların gıda mağazalarını, fırınları vb. yağmaladığına tanık olduk. Kimse de bu yoksulları suçlamadı. Tersine, sorunu bu hale getiren kapitalist sistem ve o ülkenin sermaye hizmetkarı yöneticileri eleştirildi.
Ama Kurtköy’de olan, kapitalizmin orta sınıflarda yarattığı yozlaşmanın, tüketme hırsının, açgözlülüğün tipik tavrıdır. Ve Kurtköy’de olanlar, sadece mağaza sahibine ucuza mal olan bir reklam olmakla da kalmamıştır; bu, reklam malzemesi olarak kullanılan, konuşurken bireyin özgürlüğü ve kutsallığı konusunda burnundan kıl aldırmayan orta sınıf “birey”lerin, onların şahsında insanlığın aşağılanmasıdır. Kurtköy vakası aynı azmanda, bu sosyal tabakanın, kültürel yozlaşmada hangi aşamaya geldiğinin göstergesi olmuştur!