2 Ocak 2009 Cuma

‘Din özgürlüğü’, ‘mahalle baskısı’, cinayet ve devlet..

Yer: İstanbul’da Beyoğlu’nun caddeleri, sokakları... Zaman: 31 Aralık 2008 gecesi, yani yılbaşı gecesi... Sokaklar insanlarla dolu... Dükkânlar açık... Alışveriş sürüyor. Demek ki, geceyarısına daha hayli vakit var...
‘Haber Türk’ Televizyonu’nda Zafer Arapkirli ve arkadaşlarının sunduğu haberin görüntüleri böyle başladı. Sonra haberin konusunu oluşturan gençler göründü.
Hepsi gençti. Ama, cübbe biçimindeki paltoları, sakalları ve takkeleriyle gerçek yaşlarından daha büyük görünüyorlardı.
‘Haber Türk’ kameramanı onları -kendi deyimleriyle- ‘uyarı’ faaliyetleri sırasında görmüş ve bir süre izlemişti. Caddelerdeki dükkânlara girip çıkıyorlar, müşterilere ve dükkân sahiplerine, yılbaşı ile ilgili görüşlerini belirtiyorlardı. Özetle diyorlardı ki:
“Yılbaşı bir Hıristiyan âdetidir. Müslümanlarca kutlanmamalıdır. Ayrıca, içki haramdır, içilmemeli ve satılmamalıdır.”
‘Haber Türk’çüler çekimlerini yaparken, içlerinden biri, görüşlerini kamera önünde de açıkladı. Televizyon muhabiri:
“Siz (o görüşleri) ‘tebliğ’ mi ediyorsunuz?” diye sordu.
***
‘Tebliğ’, malum, sözlük anlamıyla ‘bildiri’ demek. Ama din alanında Kuran’ı Kerim’in ‘bildirilmesi’, ‘anlatılması’ anlamına da geliyor.
Bunun o anlamda kullanılması, Müslümanlığın ilk zamanlarına özgü değil. O deyim, daha sonraları da, bazı cemaatlerin faaliyetlerini ifade etmek için kullanılmış. Hatta 1920’lerin sonlarında, o zamanki -Pakistan’ın da dahil olduğu- Hindistan sınırları içinde ‘tebliğciler’ adı altında bir cemaat da oluşmuş ve yaygınlaşmış.
Tabii, o ‘tebliğciler’in ‘tebliğ’ ettikleri, Müslümanlıkla ilgili kendi yorumları... Bunların, Türkiye de dahil, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerdeki bazı grupları etkilediği biliniyor.
Televizyon muhabiri de, belli ki, o soruyu, kelimenin o anlamını kastederek soruyor.
***
Takkeli, sakallı gencin soruya itirazı olmadı. Ama yaptıkları işi, daha ‘Türkçe’ bir başka kelimeyle izah etti.
-”Sizin gibi güzel kardeşlerimizi uyarıyoruz” dedi.
Haberin bütününden anlaşıldığına göre, bu ‘uyarı’lar o yılbaşı gecesinin Beyoğlu’sunda uzun süre devam etmişti. Kameranın çalışmasından sonra da devam ediyordu.
Yılbaşı gecesi, İstanbul’da Beyoğlu’nda bu faaliyeti gösterenler, kendi ifadelerine göre, bunu, Müslümanlık adına bir hizmette bulunduklarına inandıkları için yapıyorlardı. Bir başka soru üzerine, kameramana, yaptığı televizyon çekimleri için şöyle diyorlardı:
“Allah biliyor, peygamberi de biliyor, melekleri de biliyor, yani senin reklam etmene gerek yok.”
Evet, reklamının yapılmasına artık gerek de olmayan bir hayır işi bu, onlara göre...
***
Peki, bunu ‘uyarılan’lar, acaba nasıl değerlendiriyorlar?
Bu, din ve vicdan özgürlüğünün doğal göstergelerinden biri midir?
Yoksa, başka mahallelerde zaten çoktandır var olup, artık şehrin merkezi yerlerine de gelmekte olan ‘toplumsal baskı’nın veya moda deyimiyle ‘mahalle baskısı’nın örneklerinden biri midir?
Bu soru tartışmalıdır.
‘Yılbaşı Hıristiyan âdetidir, kutlamamalısın’ gibi uyarıları, ortada şiddet işareti yoktur diye, din ve vicdan özgürlüğü içinde saymak mümkündür...
Ama o zaman, ‘yılbaşının Hıristiyan âdeti olmadığı’nı bilip, ‘Hayır bu iddia doğru değildir, yılbaşı evrensel olarak kutlanan bir gündür’ diye düşünenlerin, o düşüncelerini, bu ‘uyarı’cıların mahallelerinde de savunabilmeleri gerekir.
O mahallelere gidip, kapı kapı dolaşarak vatandaşlara ‘Yılbaşını kutlamakta bir zarar yok. Siz de isterseniz kutlayabilirsiniz’ diyebilmeleri gerekir...
Bunu yapmaları mümkün müdür?..
‘Yılbaşı kutlanamaz’ diyenlerin mahallelerinde?..
Bu, mümkün değilse, ‘Din ve vicdan özgürlüğü’ ancak,?‘Yılbaşı kutlanamaz’ diyenler için geçerli bir özgürlüktür. Bunun tersini savunmak isteyenlerin öyle bir özgürlüğü yoktur.
Böyle bir ‘yarım özgürlük’e ‘din ve vicdan özgürlüğü’ denilebilir mi?
***
İçki içme konusuna gelince... Ülkemizde birçok kimse içki içmiyor. İçenlerin çoğu da, bunun dinen mübah olmadığını düşünseler de, “Dinim Allahımla benim aramda. Eğer günah işliyorsam, günahım benim boynuma” diyor.
Allah’tan başka kimsenin kendisine karışamayacağına inanıyor.
Bunlar bu görüşlerini, Beyoğlu caddelerindeki dükkânlara girip ‘İçki satmayın’ diyenlerin geldiği mahallelerde söyleyebilirler mi?
Oradaki bakkallara girip ‘İçki satmalısın’ telkini yapabilirler mi?
Hiçbir ‘karşı uyarı’yla, karşılaşmadan?..
Uyarı bir yana, kendilerine, daha başka şekillerde müdahale edilmesi imkânı yok mudur?
Var olduğunun örnekleri görülmemiş midir?
***
Uzağa gitmeye gerek yok... Yılbaşı gecesi Bahçelievler’de, bira içen üç gence ellerinde satırla saldırılıp silahla ateş edilmesinin ‘gerekçe’si ne?..
Gençlerden biri öldü. Adı, Soner Karaağaç’tı. 18 yaşındaydı. Üç arkadaş ilk gençliklerinin ‘belki de ilk’ yılbaşı gecesindeki eğlencelerini biraz uzatmış da olsalar, ‘ceza’ları, bir veya birkaç kişinin (görgü tanıklarına göre birden fazla kişinin) satırlı-silahlı saldırısına uğramak mı olmalıydı?
O 18 yaşındaki gencin kaderi, öldürülmek mi olmalıydı?
***
Yılbaşı kutlamak veya içki içmek veya satmak, ya da Ramazan’da öğle yemeği yemek, sigara içmek... Yahut, giyimi kuşamı, ‘mahalle’nin ölçülerine uymamak...
Bunlara karşı ‘uyarı’ların giderek yaygınlaştığı ve bazen dövmek, bazen yaralamak, bazen de öldürmek gibi ‘müeyyide’lerin uygulanmasının ‘sıradan olaylar’ haline geldiği bir ‘dönem’deyiz.
Bunu, bazı araştırmalar da gösteriyor. Profesör Binnaz Toprak ve arkadaşlarının araştırması bunlardan biridir.
Gerçi bazıları, bu araştırma sonuçlarına, hâlâ ‘Bunlar münferit olaylardır’ diye itiraz ediyor.
Bir an için, diyelim ki öyledir. ‘Mahalle baskısı’ gibi görünen olaylar, tek tek kişilerin veya küçük grupların neden olduğu fiillerdir. Onlar da ‘suç’ oluştururlarsa takip edilmeli, değillerse, toleransla karşılanmalıdır.
Peki ama, o tek tek kişiler arasında, bazen devlet memurları da boy göstermektedir.
Beyoğlu’nda ‘Yılbaşı Hıristiyan işidir’ gibi tamamen yanlış bir iddiayla ‘uyarı’da bulunanlara paralel olarak, aşağı yukarı aynı iddiayı öne sürenlerden biri de, devletin Diyanet İşleri Örgütü içindeki bir müftülüktür.
Geçen yazıda yılbaşı üzerine yayımladığı hutbenin bir bölümünü bu sütuna aldık.
Yılbaşını Hıristiyan ve istilacı milletlerin ‘başka milletlerin inançlarını sarsmak için’ düzenledikleri bir oyun olarak niteliyor ve Müslümanlığın gereğinin o ‘oyunlar’a kanmamak olduğunu bildiriyordu. Öne sürdüğü tezin, yılbaşı gecesi Beyoğlu’nda dolanan ‘uyarıcı’ların söylediklerinden geri kalan yeri yoktu.
***
Özetle: Başkalarının yaşamını kendi yaşam biçimine uydurma gayretleri, ister din ve vicdan özgürlüğünün gereği sayılsın, isterse mahalle baskısı örnekleri olarak görülsün...
Hangisi olursa olsun, bu konu üzerinde çok taraflı olarak durulmalıdır.
Ama konunun asıl kaygı uyandıran yanı, bu tartışmalara devletin görevlilerinin, o gayretlerin ‘taraftar’ı olarak, ‘savunucusu’ olarak, hatta bazen ‘öncü’sü olarak ortaya çıkmasıdır.
Ve buna, devletin içinden bir itiraz geldiği, işitilmemektedir.
Mesela: Balıkesir Müftülüğü’nün, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklamalarıyla da taban tabana zıt olan ‘hutbe’sine karşı, bir soruşturma veya inceleme, veya araştırma başlatılmış mıdır?
Altay öymen