20 Şubat 2009 Cuma

Namluların ucundaki hayat

Suriye’nin kahverengi topraklarının siluet halinde belirdiği tarafta, çevresine hâkim tepe yerleştirilmiş orduevi… Orduevinin çevresi üç kat bahçe duvarı deyiminin yalın kaldığı yüksek çitlerle çevrilmiş. Güvenliğin en üst düzeyde tutulduğu, çitlerin hemen arkasındaki yükseltilere konuşlandırılan, her an patlamaya hazır, demir soğukluğunda, her an patlayan barutun ateşiyle ısınıverecek toplardan anlaşılıyor. O da ne! Top namlularının tam karşısında bir mahalle… Rengi solgun, yıllardır badanası yapılmamış gri gecekonduların yan yana durduğu, üstü başı dağınık, yoksul ve yoksun oldukları her hallerinden anlaşılan insanlar… On yıllardır patlaması an meselesi top namlularının ucunda yaşamlarını ağır aksak sürdürmeye çalışıyorlar. Anlatılsa ‘aman sen de’ denebilecek korkunçlukta manzara izleyenleri ürkütüyor, büyüyor gözler…


Keşke Senaryo Olsaydı, Sadece Gerilirdik

Hikâye değil. Geçmişte de kalmadı. Hâlâ böyle. Şehrin birazcık dışında hâkim bir tepenin üzerinde küçümser bakışlarla çevresini izleyen Mardin Orduevinin şarapnelli topları, aşağı yukarı 1000 insanın yaşadığı Evren mahallesinin tam karşısında.
Deyruzaferan Manastırı’na giden yol Evren mahallesinin toprağa bulanmış daracık asfaltından kıvrılarak geçiyor. Pastaneler kapanıyor, dükkânların ışıkları sönmeye yüz tutmuş. Şehir merkezinden o tarafa doğru ilerledikçe ortalık sessizleşiyor, el ayak çekiliyor. Terk edilmiş eski vali konağı yolun sağ tarafında kalıyor sessizliği adımlarken. Banketlerde yürüyen tek tük birkaç kişi bir an önce eve ulaşmanın derdinde, tedirginliğinde. Öyle ya, delikli metal topların kekremsi kokusunu duymak için pek uzağa gitmeye gerek yok, hemen karşıda!


Düş ve Gerçek

Bir çocuk evinin kirli penceresinden dışarıya bakıyor. Geceleyin yanan projektörlerin ucuna parıltılar saçtığı namlular takılıyor çocuğun gözüne. İçinde ne var diye merak ediyor çocuk, nasıl ses çıkarır patladığında? Yıkılır mı evimiz, yangın yerine döner mi? Acaba babam koruyabilir mi bizi? Korkunun büyüttüğü gözleri uykunun çekiciliğine daha fazla dayanamayıp kapanıyor. Rüyasında, geceyi aydınlatan fişeklerin, el bombalarının, mitralyöz ateşlerinin korkunç gürültüleri arasında sabaha dek bilinmeyen, hiç tanımadığı bir düşmana karşı savaşıyor…
Evlerin orta yerinde, basma entarili, su doldurmak için sıra beklerken birbiriyle şakalaşan orta yaşta ev kadınları, tenlerine adı konulmamış gerginlik havasından başka hiçbir şeyin dokunmadığı genç kızlar, yüksek sesle biraz sonra oynayacakları oyunun kurallarını tartışan bisiklet çağındaki erkek çocukları, ellerinde bidonlar… İçecekleri suyu dolduracak, götürecek evlerine her biri. Çeşme başında bekleşiyorlar. Fırından sıcağı sıcağına çıkmış ateşten ekmekler gazeteye sarılıp ellere tutuşturuluyor. Eller tutuşuyor. Ateşten ekmekler, ateşten mermiler. Çekingen, Kürtçe kırık dökük cümleler geliyor kulağıma. Damlarda pişen lezzetli dolmalar yeniyor, kaçak çay içiliyor. Yapılan sohbet en az bardaklara doldurulan çay kadar koyu. Birazdan dip dibe yataklar serilecek, onca insan; oğullar ve kızlar, torunlar ve gelinler, uzanacak yan yana… Hayat devam ediyor.
Bir haber: Tunceli Belediye Başkanı'nın makam aracı didik didik arandı. Tunceli Belediye Başkanı Songül Erol Abdil'in makam aracı, Tunceli girişinde jandarma tarafından durdurularak kontrol edildi. Edinilen bilgiye göre, DTP'li Belediye Başkanı Abdil, Tunceli İl Genel Meclis Üyesi Özgür Söylemez ve Özel Kalem Müdürü Gürgan Zengin ile belediye başkanlığına ait makam aracı ile Kızıltepe Festivali'ne katılmak üzere Tunceli'den yola çıktı. Araç Tunceli-Erzincan sınırında bulunan kontrol noktasında görevli jandarma tarafından durduruldu ve kimlik kontrolü yapılacağı söylendi. Makam aracının resmi plakası ve forsu bulunmasına rağmen jandarmanın kimlik kontrolünde ısrarcı davrandığını belirten Abdil, "Bulunduğumuz aracın makam aracı olduğu ortada. Bunu belirtmemize rağmen jandarma keyfi davranarak kimlik kontrolü yaptı. Jandarma bu uygulamayı 'şüpheli araçlar üzerinde uygulama yapılması 'yönünde aldığı mahkeme kararı ile gerçekleştiriyor." dedi. Belediye Başkanı Abdil'in aracının bir ay önce de aynı karakol ekipleri tarafından durdurulduğu ve kimlik kontrolü yapıldığı belirtildi (STAR, 13 Ekim 2008).


Kemiklerinden daha sert

Evren mahallesinden köyüne yürüyerek gidiyor dört kişi, amca ve yeğenler. Yoldaki bir karakolda görevli başçavuş Ahmet, üzerindeki en sert şey kemikleri olan bu insanlara küfürler yağdırıyor, kimliklerini kontrol ederken. Bu davranış aylarca sürüyor. Bir defasında o dört kişiden biri olup bana bunları anlatan kişinin yeğenini aldırıyor başçavuş Ahmet. Mardin cezaevi bir kurban daha ağırlıyor. Üç ay boyunca üzerindeki en sert şey kemikleri olan bu gencin kemikleri kırılıyor. Mahkûm ziyaretini bağışladıkları bir gün, delikanlının annesi, amcası, kardeşleri parmaklıkların ardında göğüs kemikleri kırıldığından iki büklüm duran oğlunu, yeğenini, kardeşini görüyor. Yanaklarda biriken ıslaklık, biriken öfke… PKK bu delikanlıyla bağlantı kuruyor cezaevinde saflarına katmak için. Geçen zamanın arkasından kolu alçıda cezaevinden çıkan genç dağ kadrosuna katılıyor. Artık elinde kemiklerinden daha sert silahlar var!


Bodrum duvarlarında kırmızı çizgiler

Kulağıma fısıldananlar başka bir yaşam: 20’li yaşlarında M.T.’nin Nusaybin’deki trajedisi… Bu da genç. Dört polis sıkı sıkıya yakalıyor. Tekmelerle sırtına vuruyorlar. Sonra dudağını patlatıyorlar. Bir an öldüğünü sanıyor, üzerime çullanıyor ve dövüyorlar, bir şark klasiği biçiminde küfürler... O arada delikanlıyı gören dayısı korumaya çalışıyor ama hiç onu dövmezler mi... Hepsi sivil polis, götürüp Terörle mücadele şubesinin bodrumuna fırlatıyorlar. Birkaç saat boyunca işkence gittikçe çoğalan bir şiddetle devam ediyor. Vücudunun her yerinden kanlar süzülmeye başlıyor, küf kokulu nezarethanenin tabanında kıvrımlar çiziyor. Açamıyor gözlerini. Dayakçı polisler o sırada M.T.’nin yanında komisere anons etmekte. Komisere ‘Ne yapalım’ diye danışıyor işkenceciler. Komiser ise ‘Bir çöpe atın’ diye anons ediyor telsizden. ‘Kimsenin bul mayacağı bir çöpe atın’. Sonra delikanlı oradan çıkarıp Nusaybin’de herkesçe bilinen Musa Anter Parkı civarındaki çöplüğe atılıyor. Kendini kaybediyor. Bulanlar hastaneye yetiştiriyor. Polisler, hastanede ki doktorların gözünü korkutmayı ihmal etmiyor. Doktorları bir şeyi olma dığını söylemesi için zorluyorlar. Ne kadar benzer yaşananlar değil mi?
Özel çabalarla bozulmaya çalışılan huzur, Kürtlerin, Arapların gönüllerinde yüzyılların durgunluğuyla, mutluluğuyla taht kurmuş. Kırklar kilisesini ta Suriye’den gelip ziyaret eden Süryaniler ince ince nakışlanan korku atmosferinin ayırtındalar. Ürkek ve sessiz.
İşkence çığırtkanlığı değil bütün bunlar, kötü bir olayı öğrenmesinin üzerinden sonra depresyonun beş kademesini de aşmış bir kişinin soğukkanlılıkla belleğinde biriktirdiği notlar… Ne o? Devletimizin kırmızıçizgileri yoksa bunlar mı: küf kokulu nezarethanenin tabanında kıvrımlar çizen kan akıntıları…

Faruk Turinay: Bilgi Üniv. Hukuk. Fak.