31 Mayıs 2009 Pazar

PKK kim mi? Kaç tane mi PKK var?

‘PKK kim, kaç tane PKK var?’

Mehmet Altan yazısının başlığını böyle atmış ve Çukurca’da yedi askerin daha canını alan mayınlı saldırıya öfkesini dile getirmiş. “Bir yandan ‘silahlar sussun’ deyip, öte yandan dağa bayıra mayın döşeyerek gencecik insanları katletmeye devam etmek ne anlama geliyor?” diye soruyor haklı olarak.

Çarpıcı gerçek şu ki, PKK’nın ‘tek taraflı ateşkes’ süresinin dolmasına yani 1 Haziran 2009’a bir gün kala, ‘PKK kim, kaç tane PKK var?’ sorusunun sorulabilmesi.

Türkiye buna -tabii ki Kürtler de dahil- bunca yıllık şiddet ortamına rağmen, hâlâ ‘PKK kim, kaç tane PKK var?’ sorusunun cevabını kesin bir netlikle bilmiyor, bilmediği için böyle bir soru sorulabiliyor.

Böyle bir soru sorulmaya devam ettiği için, bu işin nasıl çözüleceği de bilinemiyor. Kan dökülmesine artan ve maalesef arttığı ölçüde sıradanlaşan öfke devam ediyor ama yukarıdaki sorunun çözüm için anlam taşıyacak net cevabı ortada yok. Dolayısıyla, çözüme doğru kesin ve hızlı biçimde yol alınabilmesine imkan verecek sorununun ‘doğru teşhis’i de ortada yok.

Söz konusu sorunun cevapları hiç bilinmiyor, ortada bu sorulara verilecek cevaplar hiç yok da denilemez. Sorunlardan biri, belki de başta geleni, bu sorunun cevaplarının çok kişiye, bu arada devlete ‘rahatsızlık verici’ nitelikte olması ve cevaplar -ya da teşhis- üzerinde bir ‘konsansüs’ün sağlanamaması.

PKK, Cumhuriyet’in ilk döneminden beri kendini gösteren, çeşitli isyanlarla kendisini ilan eden ve bir türlü çözülemeyen Kürt sorununun 20. yüzyılın son çeyreğinin uluslararası ve yerel şartlarında ürettiği bir silahlı Kürt örgütlenmesi ve faaliyetinin adı.

Bundan kaç tane var?

Birkaç tane. Lideri bir tane. İmralı’da. Askeri lider kadrosunun en üst kademesi Kandil’de. Mali kaynakları ve sivil örgütlenmesinin önemli bölümü Avrupa’da. Hatırı sayılır ölçüde kitle ve psikolojik desteği Türkiye’de ve özellikle Güneydoğu’da.

Tam da bu nedenle birkaç tane var. Lideri hapiste. Askeri yönetimi Türkiye sınırları dışında bir dağ kütlesinde, kadroları çok geniş bir coğrafyada yayılmış ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra parçalanmış bir etnisite zeminine oturan bir örgüt, şekil olarak bir tane, fiiliyatta birkaç tane olur. Öyle de oluyor zaten.

Bu bakımdan, PKK çevrelerinden gelen ‘barış arzuları’nın ifade edilmesi de, bazı PKK’lıların dağlara mayın döşeyerek can almaya devam etmeleri de gerçek.

Mesele, bu gerçekler arasından siyaset üreterek, ‘şiddet ortamı’nı marjinalize etmek ve çözüm yönünde ilerleyebilmek.

***

İşte bu noktada ortaya çıkan ‘olumlu ipuçları’nı gözardı edemeyiz. Etmemeliyiz. Bunların başında ‘PKK seçmen tabanı’na oturan DTP’den son Çukurca olayı üzerine Genel Başkan Ahmet Türk’ün açıklamalarında ifadesini bulan sağlıklı tepkiler geliyor. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın -hakkındaki haklı tüm rezervlere rağmen- kullanmaya başladığı yeni dili de kaydetmek gerekiyor.

Ahmet Türk’ün şahsında DTP’nin ‘PKK’dan özerkleşmeye başladığı’na ya da PKK içindeki çeşitli çizgilerden birinin, ‘barışa dönük’ olanının güç kazanma şansının ortaya çıktığına hükmedebilirsiniz.

Ahmet Türk’le Obama’dan Deniz Baykal’a uzanan geniş yelpazede herkes görüştü, Başbakan Tayyip Erdoğan hâlâ görüşmüş değil.

Bu eksikliğin önemi şurada: Türkiye’nin önündeki kavşak, daha önce defalarca vurguladığımız gibi ‘PKK’nın DTP’lileştirilmesi ya da DTP’nin PKK’lılaştırılması’ seçenekleriyle şekilleniyor. Çözüm için, ilkine güç verilmesinde yani DTP’nin Türkiye’nin siyasi hayatında ve Kürt sorununun çözümünde anlamlı bir rol sahibi olabilmesinin önünü açmakta yarar var.

Bu seçeneğin değerlendirilmesi ne kadar gecikirse, iki örgüt arasındaki ‘organik bağ’ DTP anlamsızlaştığı ve anlamsızlaştırıldığı ölçüde, PKK’nın ‘şahinleri’nin değirmenine su taşımaya başlar.

Başbakan’ın DTP’nin PKK’lılaştığı kanısında olması da bu noktada fark etmez. Zira, ‘siyaset’ dediğiniz özellikle böyle bir durumda gereklidir. DTP’yi ve özellikle Ahmet Türk’te simgeleşen çizgiyi meşrulaştırdığınız ve sorunun çözümü doğrultusunda aktif bir rol üstlenmeye yönlendirdiğiniz ölçüde, ‘şiddet ortamı’ kan kaybetmeye başlar ve böylece Kürt sorununun kan dökmesinin önüne geçer olursunuz.

***

Prof. Mustafa Erdoğan, Mehmet Altan ile aynı gün, aynı gazetede ‘Cumhurbaşkanı’nın son haftalarda verdiği mesajlar Kürt sorununun çözümü konusunda iyimser bir hava yaratmıştı. PKK çevrelerinden gelen sinyaller de aynı yöndeydi. Ama bu iyimserlik havası şimdilerde maalesef dağılmak üzere. CHP ve DTP’deki bariz tutum değişikliğine rağmen, hükümetin bu meselede inisyatif almak istemez gibi bir havası var’ diye yazıyor ve ‘yanılmayı çok istediğini’ belirtiyor.

Hükümetin görünen ‘tutukluğu’nun yanısıra Cumhurbaşkanı’nın ‘olumlu mesajları’ da problemli olmaya aday. Abdullah Gül, aylar önce bizim önümüzde Kürt sorununun çözümü için ‘yakında iyi şeyler olacak’ açıklamasıyla, ‘umut ateşi’ni yakmıştı. Bağdat ziyaretinde aynı doğrultuda mesaj verdi. Şam’da bu konuda ‘tarihi fırsat’tan söz etti. Ta Tacikistan’da söz konusu mesajını tekrar etti.

Gül’ün ‘iyimser mesajları’nın ardında, kendi ifadesiyle ‘konunun devlet kurumları içinde açıkça konuşulduğu ve tüm kurumlar arasında bir uyum bulunduğu’ yatıyor.

Hadi o zaman. Somut bir şeyler söyleyemeye başlayın. En önemlisi bunu davranışlarla ortaya koyun.

Sözlerin ötesine geçecek davranışlar çok önemli. Nitekim, Mustafa Erdoğan, ‘Barışı kurmak silahların susmasının ötesinde, Kürtlerin ‘hakkını teslim’ etmeyi gerektiriyor. Buna her şeyden önce ‘Kürtlerle helalleşmek’le; kendilerine bugüne kadar yaşatılan acıları anladığımızı, bunun faillerini onaylamak şöyle dursun, aksine onlardan utanç duyduğumuzu Kürtlere hiç değilse hissettirmekle başlamak gerekiyor. ‘Hakkı teslim’ etmenin pratik sonuçları ise, bir yandan kültürel kimliklere saygının anayasallaştırılması ve buna bağlı olarak kültürel hakların tanınması, diğer yandan da Kürtlerin siyasi temsilinin kolaylaştırılması ve idari adem-i merkeziyetçiliğin bütün Türkiye’de kurumsallaştırılmasıdır. Bunlar olmadan kalıcı barış mümkün değildir. Bunlar sağlanmadan diğer sosyo-ekonomik tedbirler de sonuç vermeyecektir’ diye yazıyor.

Bunca zamandır işin böyle olduğunu hala öğrenemedik mi?

Neyi bekliyoruz?

Bu doğrultuda somut adımlar atılmadan, harekete geçmeden varacağımız nokta düzenli aralıklarla ‘PKK kim, kaç tane PKK var?’ sorusunu sormak ve 1 Haziran’da PKK’nın ateşkesi uzatıp uzatmayacağına takılmak olacaktır.

Oysa asıl cevap, asıl gerçeklik şu saptamada ifade edildiği gibi geçerli kalmaya devam edecek: “Türkiye’nin genel iyiliği Kürtlerin iyiliğinden geçiyor. Kürtler huzur ve refaha kavuşmadan Türkiye huzura ve refaha kavuşamaz. Kürtler özgürleşmeden Türkiye özgürleşemez...”

Cengiz Çandar

Radikal / 31.05.09