19 Temmuz 2009 Pazar

İki işgal, iki özelleştirme

Filistin’de, bantustan sisteminin son örneğini oluşturan duvar uygulaması yetmezmiş gibi şimdi de, duvarların minik bölümlerinde açılan deliklerden geçmelerine “lütfen” izin verilen Filistinliler, artık İsrail ordusunun değil özel güvenlik şirketlerinin insafına terk ediliyor. Irak’ta ise büyük şirketler artık işgalin nemasını toplamak istiyor. İşgalde askerden sonra devreye corporate Amerika giriyor. ABD altı yıl sonra bu işgalin nimetini sunmak zorunda. Obama yönetimi de olsa durum fark etmiyor. Çünkü, Amerikan hükümetinin gereğinden fazla harcama yaptığını ve artık bunun karşılığını alması gerektiği de biliniyor, Irak petrolleri 30 yıl sonra özelleştiriliyor. İşgal altında iki ülke, iki farklı özelleştirme.
Batı Şeria’yı boydan boya kesen 600 kilometrelik duvar, aslında Soğuk Savaş sonrasının sözümona “özgürlük”, “duvarları yıkalım edebiyatı” yapanların her nedense görmek istemediği bir insanlık ayıbı. Ara sıra bu utanç yapısını hatırlamalarında yarar var. Yüksek, çelik-beton karışımı gözetleme kuleleri, kulelerin üzerindeki minik deliklerden her hareketi izlenen Filistinlilerin, değil yanlış bir adım atması, yanlış yöne sapması mümkün değil. 8 metre yükseklikte duvarların arkasına tıkılan Filistinliler her gün kontrol noktalarından kimi zaman İsrailli “efendilere” temas etmeden, gerçeküstü bir filmi andıran yüksek teknoloji ürünü terminallerden geçerek işlerine gidip gelirken dünya hâlâ içi boş bir iki devletli çözümü ile avutuluyor.
Obama’nın bile son çözüm olarak gördüğü bu aldatmaca, uzun süren göstermelik bir direnişten sonra sağcı İsrail hükümeti tarafından dahi desteklendi. Ama nasıl? Benjamin Netanyahu bu devletin saf bir Yahudi devleti olması, mültecilerin hiçbir şekilde dönememesi, silahtan tamamen arındırılmış bir Filistin devleti koşullarıyla ile iki devletli çözüme evet diyeceklerini söylüyor. Yani şu an duvarlarla çevrelenmiş, büyük bir hapishanenin devlete çevrilebileceğini planlıyor. Bu çözümün hiçbir soruna çare olmayacağını şimdiden söyleyelim. Başkan Obama belki kağıt üzerinde memnun olacak ama hiçbir şeyin değişmediği de görülecek. Değişmek bir yana kolonyal anlayış derinleşerek devam ediyor.
Son uygulama ise, Gazze gibi Batı Şeria’da, İsrail’in ağır tecridi altında yaşayan, çalışmak üzere İsrail’e girişine izni verilen sınırlı sayıda Filistinlinin yeni baskılara maruz kalması. Kontrol noktalarında artık çok daha sıkı aranıyorlar. Yanlarına çok sınırlı miktarda yiyecek ve içecek alabiliyorlar. İşçinin yanına büyük bir şişe su almasına bile izin verilmiyor. Üstelik bunu çok yeni bir uygulama olan özel güvenlik şirketlerine yaptırıyorlar: İşte Turkalem yakınlarındaki Shaar Efraim kontrol noktasındaki diyaloglar:
- Eğer birden fazla humus alırsam, iki kase götürürsem beni geri gönderirler.
- Gün boyunca sadece bunu ve pide mi yiyeceksiniz?
- Evet. Başka bir şey yok. Köfte de yasak. Humus, zeytin, bir sürü şey.
- Neye izin veriyorlar?
- Çok az bir miktar humusa, 100 gr. humus, iki-üç pide. Hepsi bu. Dün bundan iki kase getirdim, birini aldılar.
- Yasak mı?
- Evet. Bunun gibi küçük bir şişe. İki şişe soğuk su götür, alıyorlar elinden. Soğuk su bile yasak. Ve bir termos kahve götürsem elimden alıyorlar. İsrail’den almak zorunda kalıyorum. Dün bal getirdim. Bal yemem gerekiyor. Doktorum söyledi. Ama azıcık bal bile yasak. Birkaç gün önce oğlum oldu. Arkadaşlarıma biraz şeker götürmek istedim. Kutlama için. Ama elimden alıp çöpe attılar. Yanımda götürmeme izin vermediler.
Bir zamanlar Şimon Peres Gazze’yi kastederek “bunları denize dökmek lazım” demişti. Şimdilerde “varolan koşullar neyinize yetmiyor” diyenler olduğu biliniyor. İşte iki devletli çözüme giden yola döşenen taşlar bunlar.
Obama’nın yardımcısı Joe Biden da Saddam Hüseyin’i kastederek ‘4 Temmuz’u onun sarayında kutluyoruz. O.... çocuğu şimdi mezarında ters dönüyordur’ derken aslında genel anlamda Irak’a nasıl baktıklarını da özetliyordu. Bu yaklaşımın Bush yönetimindekinden pek farkı da yok. Saddam’ın nasıl bir diktatör olduğu malum. Ama Amerikan yönetiminin altı yıl sonra önümüze nasıl bir Irak resmi koyduğu da ortada. Deyimin orijinali “Basra harap olduktan sonra”dır ama bu sözü bugün Irak için, “Ba’de harab’ül Irak” şeklinde söylemek daha doğru. Bugünlerde Irak’ın istikrara doğru yol aldığı yönündeki yorumlara pek kulak asmamak gerekiyor. Durum hâlâ parlak değil. 2003’teki işgalle siyasi, ekonomik, insani ve kültürel yönlerden harap olan Irak’ta geçtiğimiz günlerde Amerikan askerleri altı yıl sonra şehir merkezlerini terk ederek kışlalara çekilirken, işgalin gerekçelerinden biri olan Irak petrolleri için yabancı şirketlere yönelik satış süreci de başladı.

Petrol paylaşımı
Irak bir yandan milli bağımsızlık günü ilan ediyor, sokaklarda Amerikalıların çekilmesini kutluyor, diğer yanda 30 yıl sonra petrollerini özelleştiriyor, petrolü yabancı şirketlere teslim ediyor. Oysa Amerikan askerleri hâlâ Irak’ta, çekilme filan yok ve 2011’de çekilip çekilmeyeceği de belli değil. Petrolün bu şekilde özelleştirilmesinin de önümüzdeki yıllarda sakınca yaratacağı biliniyor. Yani Irak sözümona bir bağımsızlık ve petrolde bağımlılık çelişkisi yaşıyor.
Dünyanın üçüncü büyük petrol rezervlerinin sahibi olan Irak’ın hesap edilenden daha fazla petrolü olduğu biliniyor. Irak Petrol Yasası, Üretim Paylaşma Anlaşması’na (Production-sharing agreement) dayanıyor. Yeni rezervlerin mülkiyeti devlete, geliri özel şirketlere ait olacak. Şirketler varil başına Irak hükümetinden ücret alacak. Bu tür anlaşmalar genelde petrol çıkarmanın çok zor ve maliyetli olduğu ülkelerde, yabancı yatırımcıyı teşvik için imzalanıyor. Irak’ta durum tam tersi. Irak’ta tesisler ve nakil yöntemleri çok eski ama her yer petrol kaynıyor. Durum böyle olunca Irak’ın neden işgal edildiği, petrol için neden böyle bir anlaşmanın tercih edildiği hemen anlaşılabiliyor. Ayrıca, orta ve uzun vadede petrolün böyle bir anlaşmayla yabancı şirketlere teslim edilmesinin nasıl sakıncalar yaratacağını hep birlikte göreceğiz.
Bu yüzden hükümet ihaleyi sıkı tutuyor. Şu ana kadar sadece BP konsorsiyumu Basra’daki Rumeyle yatakları için imza attı. TPAO’nun da içinde bulunduğu diğer konsorsiyumlar hükümetin istediği fiyatı vermedi. Çünkü hükümet şirketlere varil başına 2 dolar ödemeyi öneriyor, şirketler ise en az 7-8 dolar peşinde. Tabii ki bu pazarlıkta yabancı şirketler bu fiyata yakın bir rakam alacaklar. Yoksa bu işgalin ne anlamı olabilir ki? Irak hükümetinin yabancı firmalara çok fazla dayanamayacağı ve yüksek fiyat teklifini kabul edecekleri tahmin ediliyor. Ama önemli olan bu gelirlerin nasıl paylaşılacağı ve ABD Irak’ı tamamen terk ettikten sonra ne olacağı. Çünkü, Amerikalılardan sonra Şii/Sünni, Arap/Kürt hesaplaşmalarının gündeme geleceğini söyleyenlerin sayısı hiç de az değil. Üstelik, Washington artık Kürtleri daha arka sıralara iterek Irak’ın Arap kimliğini öne çıkarma derdinde.
Irak’ta işler yolunda gidiyor gibi görünürken, alınması gereken çok yol var. Amerikaların çekilmesi sorun yaratacak ve petrol anlaşması yeni kavgalara neden olabilecek. Arap coğrafyasında başlarına gelenlerin petrol belası yüzünden olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Çünkü petrolün, zenginliğin yanı sıra yıkım getirdiği de biliniyor.
Ortadoğu’da Obama ile başlayan iyimser hava ömrünü tamamlamak üzere. Ufukta hâlâ iyimser birkaç cümleden öte bir şey görünmüyor. Zaten Bush döneminin ardından kim ne söylese “ilaç” gibi gelecekti. Ama, “Obama ilacı” bu haliyle ne Filistin ne de Irak’taki gidişata çare olacak gibi görünüyor.

METE ÇUBUKÇU: NTV Haber Müdürü