19 Temmuz 2009 Pazar

ANNELERİN HAREKETİ, İNSAN HAKKI HAREKETİNİN RUHU OLDU!

Derneğin kuruluşunu tetikleyen şeyi Zarakolu, şöyle tarif ediyor: “Anneler olmasa o kadar aydını harekete geçirmek, sorumluluklarını hatırlatıp ayağa kaldırmak mümkün olmazdı”
ELÇİN YILDIRAL

İnsan hakları ihlallerinin her geçen gün arttığı, ağırlaşan hapishane koşullarının ülke gündeminde yer aldığı dönemde kurulan İnsan Hakları Derneği (İHD), bugünlerde 23. kuruluş yıl dönümünü kutluyor. Derneğin kuruluş aşamasında emeği olan 98 kişiden biri olan ve şu anda da İHD Yönetim Kurulu üyeliği görevini yürüten yazar Ragıp Zarakolu ile derneğin kuruluş aşamasını, ne gibi baskı ve zorluklarla karşılaştıklarını, nasıl faaliyetlerde bulunduklarını ve Türkiye’nin insan hakları açısından geldiği noktayı konuştuk.

'İŞKENCE SİSTEMATİK BİR HAL ALMIŞTI'
Türkiye’de insan hakları ihlalleri 12 Eylül öncesinde de had safhada olduğuna dikkat çekiyor Ragıp Zarakolu, İHD’nin kurulmasında etkili olan koşulları anlatırken.
“Kayıp insanlar çok fazlaydı, yargısız infazlar söz konusuydu, işkence sistematik bir hal almıştı. Bu konuda birbirinden kopuk bireyler olarak mücadelemizi sürdürüyorduk. Koşullar, İnsan Hakları Derneği’nin kurulmasını zaruri bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkarıyordu. Bu noktada siyasi tutukluların annelerinin kendiliğinden bir araya gelmesi ve bir hareketlilik içinde olması önemliydi. Gözaltına alınmalarına neden olsa da çocuklarının akıbetini öğrenmek için Kenan Evren’in işgal ettiği parlamentoya gidiyorlardı. Ve bu hareketlilik biz aydınları çok heyecanlandırıyordu. 1986 yılına gelindiğinde de aydınlar ile annelerin hareketi birleşti ve çok sağlıklı bir hareket ortaya çıktı. Anneler hareketi bu oluşan insan hakkı hareketinin ruhu oldu. Onlar olmasa o kadar aydını da harekete geçirmek, sorumluluklarını ayağa kaldırmak mümkün olmazdı.”

SİYASİ TUTUKLULAR DELİ GÖMLEĞİNİ YIRTTI
İHD’nin varlığı kuruşlundan günümüze baskılarla, mücadelelerle geçtiğini belirten Zarakolu, büyük bir heyecanla ancak çok mütevazi olanaklar, yokluklar ve baskılar içinde başlayan bir projeydi” diyor.
“İlk binamız avukat arkadaşımızın yazıhanesiydi. Daha sonra İstanbul’da küçük bir yer kiralayabildik. Derneği kurmuştuk fakat ilk yönetim kurulunu üstlenecek 7 kişiyi bulmakta zorlanıyorduk. 12 Eylül biçimsel olarak bitse de hala baskı ortamı devam ediyordu. İHD gündemine zorunlu olarak siyasi tutukluları aldı. Siyasi tutuklular topluma 'terörist' olarak tanıtılmışlardı ve çok yoğun şiddete maruz kalıyorlardı. Ancak siyasi tutuklular büyük bir direnişle üzerlerine giydirilmek istenen deli gömleğini giymek istemediklerini gösterdiler. İHD de bu süreçte cezaevi derneği olarak gösterilmeye çalışılarak yıpratılmak istendi.

'BİZİM ÇOCUKLAR VE ÖTEKİLER AYRIMI'
1991’den itibaren infaz yasası ile siyasi tutukluların önemli kitlesi serbest kaldı. Ama haklarındaki davalar ne yazık ki düşürülmedi. Çatışmanın bir tarafı olan faşistler kısa sürede rehabilite edilerek siyasi haklarını kazanırken, sosyalistler ve devrimciler bu haklarından halen yoksun vaziyetteler. Bu 12 Eylül rejiminin bugüne kadar devam etmiş olduğunun en önemli kanıtlarından biri. Onlar ‘bizim çocuklar’ oldu. ‘Ötekiler’ ise hala ötekiler konumunu korumaya devam ediyorlar.”

'SORUMLULAR CEZALANDIRILMIYOR'
Zarakolu “Toplum hak arama konusunda geçmişe oranla daha bilinçli” diyor ve ekliyor; “Hak ihlalleri yine de sona ermiyor. En büyük nedeni ise; cezasızlık… Bizler darbe sonrası cehennemi yaşadık. Ancak süreç içerisinde hak arama bilinci olgunlaştı. Bunda İHD’nin etkisi gözardı edilemez. Devletin politikasını değiştirmesi de etkili oldu tabii. Ama politikayı değiştirmek yetmiyor. İnsan hakları ihlalleri zaman zaman yavaşlasa bile bir dönem sonra yeniden tırmanıyor. Çünkü sorumlular cezalandırılmıyor."
İHD üye ve yöneticisi 20’yi aşkın arkadaşımız öldürülmüştü
1991 yılına gelindiğine Türkiye’nin gündeminde Kürt Sorunu’nun yer aldığını söyleyen Zarakolu, İHD’nin bu sefer de ‘Kürtçü dernek’ olarak tanımlanmaya çalışıldığını söylüyor. İHD’ye yönelik baskıların giderek arttığına değinen Zarakolu, o yılları şu sözlerle anlatıyor:
“İHD’yi tecrit etme çabaları söz konusuydu. ‘Kürtçü dernek’ olarak lanse edilerek hedef haline getiriliyorduk. En sonunda İHD 2. Genel Başkanımız Akın Birdal’a suikastte bulunmaya kadar varmıştı durum. İHD müthiş bir aleyhte kampanya ile yüz yüze kalmıştı. Kürt sorunun en çok tırmandığı dönemde 20’yi aşkın arkadaşımız öldürülmüştü. Şubelerimiz kapatılmıştı. 1990 ile 1993 yıllarında Başbakan ve Cumhurbaşkanı'ndan randevu alabiliyorduk. Ancak daha sonra bütün bağımız koptu. Randevu alabildiğimiz günlerde Süleyman Demirel, Başbakan iken yargısız infazların listesini uzatmıştık kendisine. O da bize cebinden çıkardığı PKK’lilerin yaptığı baskınların listesini verdi. Şaşırmıştık."
‘Savcılar işe 15 yıl gecikmeli başladı’
Günümüzde baskıların geçmişe göre daha az olduğunu dile getiren Zarakolu, artık şubelerinin basılmadığını, öldürülmediklerini söylüyor: “Hâlbuki uluslararası sistemde insan hakları savunucularının korunmasına ilişkin hükümler mevcut. Çok acı bir şeydir ki savcılar hiçbir zaman yaptığımız suç duyurularından soruşturma başlatmadı. Eğer başlatılsaydı belki de 'Ergenekon' denilen dava 15 yıl önce başlayacaktı. Hukuk kurumunun siyasi çatışmalarda taraf olması sistemi zehirleyen en önemli etkenlerden biridir.”